YORUM | UĞUR TEZCAN
Başlığı yazarken 1999 depreminde yaşadığım o korku dolu anları tekrar hisseder gibi oldum. Gece yarısı büyük bir sarsıntı ile uyanmış ve bir beşik gibi sallanan apartmanımızdan dışarıya zar zor atabilmiştik kendimizi. Rahmetli babam kapıyı açmaya çalışıyor ama bir türlü muvaffak olamıyordu. Bizlerse babamı beklerken birbirimize, kirişlerin altında bekleme tavsiyesi yapıyorduk panik içerisinde!
Büyük afetlerin ve hadiselerin insanlar ve topluluklar üzerinde derin tesirleri olur. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Mesela Kabe’deki fil hadisesi dönemin insanları üzerinde nesilden nesile aktarılan derin izler bırakmıştır. Hadisenin ardından uzun yıllar geçmiş olsa da insanlar birbirlerine mazilerinden örnekler verirken ‘’fil hadisesinden şu kadar yıl sonra’’ diyecek noktaya gelmişlerdi. Günümüzde bile bu böyle değil mi?
Yirmi yıldır birlikte yaşadığım Amerikalılar arasında bunu çok gördüm. 11 Eylül saldırısı onlarda çok derin izler, travmalar ve anılar bırakmıştı. Bunun haricinde Vietnam savaşı boyunca yaşananlar, İspanyol gribi salgını, II. Dünya savaşı, Kore savaşı, Pearl Harbor saldırısı, Rusların Sputnik roketini göndermesi, Challenger mekiğinin havadayken içindeki astronotlar ile infilak etmesi gibi travmatik olaylar zihinlerinde derin etkiler ve anılar oluşturmuş. Aynı şekilde Kennedy, Muhammed Ali ve Michael Jackson gibi meşhur şahsiyetlerin ölümleri bile benzer etkiler bırakmış birçok insanda. Konuştuğunuzu çoğu Amerikalı, bu haberleri aldıkları gün nerede ne yapıyor olduklarını çok net bir şekilde anlatabilir size.
Bizim toplumumuzun da şüphesiz benzer tecrübeleri var. Az önce bahsettiğim 99 depremi, Erzincan depremi, Özal döneminde yaşanan Bulgar Türkleri göçmen dalgası, Kıbrıs çıkartması, yakınımızda yaşanan Çernobil faciası, 80 darbesi ve takibinde yaşanan diğer darbeler, 28 Şubat modern darbe dönemi vs. derken liste uzayıp günümüze kadar uzuyor.
Tüm dünya insanları olarak hepimizi aynı anda travmatize eden COVİD salgını, ülkemize mahsus 15 Temmuz çakma darbesi ve ardından yaşanan hukuksuzluk ve soykırım süreci halen sıcağı sıcağına yaşadığımız talihsiz, büyük travmatize edici olaylar niteliğinde. Son yaşanan Maraş ve çevresindeki 10 ilde gerçekleşen belki de yüz binden fazla insanın (benim tahminim) ölümüne sebep olan deprem de böyle unutulamayacak hadiseler kategorisinde tarihteki ve zihinlerimizdeki yerinin alacak.
Gördüğünüz gibi acılar, zorluklar, afetler, savaşlar ve her türlü büyük ve dönüştürücü hadise insanlık tarihinin kaderi akış planı üzerine bir nakış gibi işlenmiş adeta! Yaşanan her büyük hadise gerek çıkarılan dersler ile gerekse de zorlayıcı ve dönüştürücü etkileri sebebiyle toplumlarda birtakım dönüşümlere veya sıçramalara neden olmuş. Hatalarından veya başına gelen felaketlerden ders alabilme kabiliyeti olan insanoğlu bir süre acılar çekmiş olsa da değişen şartlara uyum sağlayabilmeyi, yeniden ayağa kalkabilmeyi başarmış çoğunlukla. Başaramayanlarsa gelişen şartların altında ya ezilmişler ya da benliklerini yitirip başka toplumların içerisinde eriyip gitmişler.
Gelin şimdi son yaşanan büyük çaplı depreme odaklanarak resmettiğimiz konuyu başlığa bağlayalım. Türkiye gibi bir ülkede depremler artık hayatın bir gerçeği olmuş durumda; tıpkı Japonya’da ve dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi. Nedense bizimki gibi geri kalmış, cahil ve yozlaşmış toplumlarda depremler sadece zeminleri sarsabiliyor. Yüzbinlerce insanın aynı anda öldüğü derin bir toplumsal acı bile bu insanların bir ortak akıl, bir aklıselim, bir önlem düşüncesi geliştirebilmesine yarayamıyor. Depremler, onların duçar oldukları bu noksanlıkları bir türlü sarsamıyorlar. Normalde bu sarsıntıların toplumdaki uyuşukluğu, cehaleti ve ataleti dağıtmasını ve altından itici güç olacak bir atılım enerjisini çıkarmasını beklersiniz; ancak bizde bu olamıyor maalesef! Saydığım hastalıklar o kadar derine nüfuz etmişler ki bu hastalıklıların, çatlayarak fay hatları oluşturan travmaların, şekilci kadercilik anlayışının, devlet ve parti tapıcılığının, kabileci anlayışın ve korkaklığın enkazı ve külleri ile örtünüveriyor hemen! Böylece hiçbir şeyden ders alınamadığı gibi herkes alışılagelen hayat anlayışının, statükonun, nemelazımcılığın ve çaresizliğin öğrettiği korkaklığın etkisiyle hayatına devam ediyor.
İşte bana ‘depremin sarsamadığı gerçekler’ dedirten hakikat bu noktada düğümleniyor.
Depremlerde evi çatlayan insanlar üzerine hemen bir iki sıva çekip, kolonları bile tamir etmeden hayatlarına devam ediyorlar. Devletin göstermelik olarak yaptığı deprem kontrollerinden rüşvet vererek sıyrılma yollarını arıyorlar. Partiler oy alabilmek için ‘imar afları’ çıkartıp yüzbinlerce hasarlı evi bir anda affediyorlar! Deprem vergisi adı altında toplanan milyarlarca dolar para hükümetçe çalınıyor ve muhalefet dahil kimse sesini çıkartmıyor. Depremlerin hemen akabinde galeyana gelip ‘’nerede bu devlet’’, ‘’deprem vergileri ne oldu’’, ‘’deprem düzenlemesi neden yok’’ vs. diye naralar atan insanlar (muhalif partiler dahil) bir ay sonra artık bu konuları unutup gidiyorlar…
Şimdi bu noktada bir basamak daha ileri gidecek, ülkemizin geldiği noktada artık sefillikte ve kokuşmuşlukta nasıl bir adım daha ileri gittiğini ve depremin sarsıntılarının toplum katmanlarında yeni bir kokuşmuşluğu, yeni gerçekleri nasıl ortaya çıkardığını iddia edeceğim.
Evet yanlış okumadınız! Yirmi yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan hükümeti yolsuzlukta ve beceriksizlikte ülkeyi artık öyle bir noktaya getirdi ki toplumda analiz edilmesi gereken yeni sorunlar dokulara iyice işlemeye başladı.
Bir ülke düşünün ki insanlar artık devlete güvenmiyor. Yardım toplayanlar ülkeye para gönderirken ‘’acaba hükümet bir şekilde üzerine yatar ve çalar mı?’’ sorularını düşünmeden hareket edemiyor. Kızılay’ın içi boşaltılmış ve bir tabela kurum haline getirilmiş. Yerine ikame edilen AFAD ise AKP hükümetinin kaynak aşırma kanalı haline getirilmiş. Bu kurum depremde doğru dürüst organize olup müdahalelerde bulunamadı. Kurumun bölgeye intikal eden kendi görevlileri bile organizasyonsuzluktan dolayı doğru dürüst görevlendirilemediler ve bazıları geri dönmek durumunda kaldılar. Yabancı arama kurtarma ekiplerinin birini enkazdan çıkarma anına müdahale edip kendileri çıkarıyormuş gibi reklam bile yaptılar. Kendilerinden daha etkili şekilde organize olan sivil inisiyatifleri karalama ve diğer yöntemler ile engellemeye çalıştılar. Henüz arama kurtarma çalışmaları bitmeden enkaz kaldırma çalışmalarına başladılar. Bir beldede imar belgelerinin bulunduğu devlet binasını acele ile yıkıp suç delillerini kararttılar. Hem kendi içlerindeki çekişmeler nedeniyle hem de sivil örgütlerin ve askerlerin kendilerini gölgede bırakabilecekleri ihtimalleri nedeniyle yardım organizasyonlarını kasıtlı olarak geciktirdiler ve zamana yaydılar. Enkazların altında binlerce insan dururken onlar AHBAB kurumuna yapılan milyonlarca lira yardım karşısında kuruma çamur atma ve güvensizlik oluşturma telaşına düştüler. Belki de kısa bir süre sonra tıpkı 99 depreminden sonra dönemin ön plana çıkan ve hızla büyüyen sivil inisiyatifi olan AKUT’a çöktükleri gibi yakında bu AHBAB’a da çökecekler!
Sonra, enkaz altından çıkarılan bir kişiyi ve bölgeden ayrılırken kimlik kontrolüne takılan başka bir KHK’lıyı da içeri aldılar ki bu da ülke adına yeni bir sosyolojik dip idi.
Bunun haricinde sosyolojik dip diyebileceğim yeni bir toplumsal gerçek daha gün yüzüne çıktı. O da çok yüksek oranda yağma olaylarının yaşanması idi. Ancak bundan daha da vahim olanı suçları tespit edilip adalet önünde yargılanmaları gereken bu insanların bizzat asker, polis veya kendilerine rol biçen vatandaşlar tarafından linç edilmeleri hakikati idi. Beceriksiz yönetim anlayışları, ihmalleri, kabiliyetsizlikleri, şehir ve imar planlaması alanında oluşturdukları yaygın rüşvet çarkları yüzünden ciddi derecede suçlu durumunda olan ve köşeye sıkışan hükümet temsilcilerinin bu ‘yağmacı linç edicilere’ karşı bile sırf algıyı başka noktalara çevirmeye yardımcı oluyor diye ses etmemeleri, önlem almamaları ayrı bir dip idi Türkiye toplumu adına.
Depremin en sarsıcı yönü ülkede yirmi yıl boyunca özellikle imar alanında büyük bir rüşvet ve yolsuzluk ağı kurmuş olan böyle bir hükümet ile yakalanmış olmamız gerçeği idi. Ülkeden ayrılan yabancı kurtarma ekiplerinin de ifadeleri ile aynı hükümet zaten hızlı bir şekilde enkaz kaldırma çalışmalarına başlamış durumda. Bu açıkça binlerce suç delilinin karartılması demek!
Ayrıca deprem ile bölgede kendilerine büyük bir rant alanı açılmış oldu. Bunlara dayanarak Twitter’da yazdığım bir öngörü vardı: Halihazırda bu kadar büyük bir rant alanı açılmışken bu hükümet ne yapar ne eder bu yaza doğru yapılması gereken seçimleri bir bahane ile iptal ettirir. Zira yerlerine gelecek yeni bir hükümet hem onların imar ve yolsuzluk suçlarının örtülmesini engelleyecek bir gelişme olur hem de yeni, trilyonlarca dolarlık büyük rantların ve rüşvet çarklarının ellerinden kaçırılması anlamına gelir. Bu uğurda, gerekirse savaş veya iç karışıklık bile çıkarabilecek kadar gözleri dönmüş durumda. Benim o öngörümden iki üç gün sonra zaten parti içinde ‘’özgül ağırlık’’ sorunu yaşayan Bülent Arınç çıktı ve ‘’seçimler ertelenmeli’’ diyerek ilk işaret fişeğini yakmış oldu. Gelişmeleri bekleyip göreceğiz!
Allah, ülke insanının vicdanına ve zihnine gerekli uyanmayı nasip etsin ve ülkemizi bu liyakatsiz, yolsuz ve talancı zihniyetten kurtarsın. Milletimizi içinde bulunduğu o derin cehalet ve korkaklık duygularından uyandırsın. Gelecekte yaşanacak yeni depremlerin yaratacağı daha büyük yıkımlardan ve acılardan da insanımızı korusun!