PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Eşit vatandaşlık da demokrasinin temel sütunlarından biri ve aynı zamanda ilk yazıda öncelikliler listesine aldığım özelliklerle doğrudan bağlantılı bir ilke. Demokrasiler farklı vatandaş gruplarına farklı hak ve özgürlükler veremez. Tüm demokrasilerde vatandaşlar yasa karşısında eşit statüdedir. Vatandaşlara farklı hukuklar uygulanamaz. Demokrasilerde hukuk tektir ve anayasaya dayanır.
Hukukun temel ilkelerinden biri de herkes için bağlayıcı oluşudur. Buna yönetenler ve hukuku yapanlar da dâhildir. İlk yazıda 1215 tarihli Magna Carta’ya değinmiş, hukuk devletinin nasıl doğduğunu, özellikle de hükümdarın – yürütme organının – gücünün ve yetkilerinin nasıl sınırlandırıldığını, bunun neden önemli ve elzem olduğunu izah etmiştim. Eşit vatandaşlık ilkesi hem hukukun temel prensipleri, hem de iktidarın gücünün denetlenmesiyle ilintili. Fakat bir başka konu daha var; o da vatandaşların birbirlerinden farklı hukuksal statülere sahip olmaması ilkesidir.
Bu ilke elbette evrensel olarak tüm liberal demokratik siyasi sistemlerde olmazsa olmazdır. Ancak özellikle Müslüman çoğunluklu toplumlarda bu ilkenin gerek anayasal olarak kodifikasyonunda, gerekse de ilkinden daha ağırlıklı olarak, ilkenin gereğinin günlük hayatta yerine getirilmesinde; diğer bir ifadeyle hayata geçirilmesinde sorunlar yaşanıyor. Bu sorunlar bir örüntü ortaya koyuyor ve bu nedenle de konunun (siyasi) kültürle doğrudan alakası var.
İslam hukukunda, İslami devlet teorisinde ve bunun uygulamasında – tarihi pratiğinde – Müslüman olanlara ve gayrimüslimlere farklı statüler veriliyor. Osmanlı devlet ve hukuk yapısında bu dual yapı bilinen bir gerçektir ve Osmanlı-Türkiye modernleşme deneyiminde bu nedenden dolayı eşit vatandaşlığın ciddi bir reform olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Meşrutiyet ve anayasallaşma deneyimiyle beraber Batı’dan alınan eşit vatandaşlık ilkesi, anayasal olarak ve kanunlarda uygulanmaya çalışılsa da, sorun Türkiye’nin kuruluşuna kadar tam manasıyla çözülememiştir. Modern Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk döneminde, yani ilk kuruluş on yılın ve akabinde, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar tek parti rejimi olarak, otoriter bir görünümde olsa bile eşit vatandaşlık ilkesini cumhuriyet rejiminin bir gereği olarak kâğıt üzerinde de olsa hayata geçirdi. Ancak bu konu siyasi kültürel kodlardan dolayı pürüzsüzce uygulanmadı. Kadın erkek eşitliği konusunda görece başarı sağlansa da, mesela azınlıklar konusunda uygulamalar sorunlu oldu. Keza Aleviler ve Kürtler konusunda da eşit vatandaşlığın gereği olan bir uygulama sağlanamadı.
Eşit vatandaşlık ilkesi tam olarak uygulanmadan demokrasi inşa edilemez. Demokrasi evinin taşıyıcı kolonlarından biri mutlaka eşit vatandaşlıktır.
Bu ilkenin elbette seküler devlet – laiklik ilkesi – ile de önemli bir bağlantısı bulunuyor. Tüm vatandaşlarına eşit mesafede durması gereken devlet, mesela Sünni vatandaşlarını Alevilere veya Müslüman vatandaşlarını gayrimüslimlere tercih edemeyeceği gibi, vatandaşları arasında seküler yaşam biçimini benimseyenleri dindarlara da tercih edemez. Tüm dinlerin inananlarına, mezhep ve cemaatlerinin mürit ve üyelerine, sekülerlere, dinsizlere veya ateistlere – kısaca tüm inançsızlıklara ve inançlara eşit mesafede durmalıdır.
Devlet bir inancın ajanlığını yapamaz. Devlet bir inancın devleti olamaz, ancak seküler devlet olma gereği devlet örgütlenişi tümüyle din dışı bir örgütlenme alanı olmalıdır. Bu, devlete dindarların girmemesi veya devleti yönetenlerin dindar olmaması anlamına gelmez. Ancak devlet yönetiminde dini ilkelerin belirleyici olmaması anlamına gelir. Böylece devlet tüm vatandaşlarına, onların inanç veya inançsızlıklarına bakmaksızın eşit davranır. Bu devlette devletin birinci, ikinci veya üçüncü sınıf vatandaşları olmaz. Devlet kurumları da devletin kanunlarına göre işler.
Demokratik devlet inşası, seçimler olarak anlaşılırsa, seçimlerden ibaret mekanizma salt teknik bir “iktidara gelme prosedürü” haline gelir. AKP başta olmak üzere küresel İslamcı akımlar, seçimlere indirgedikleri bir demokrasi anlayışı üzerinden çoğunluk diktası kurma gayretindedirler. Bu felsefeye göre demokrasi çoğunluk sultasıdır. Seçimlerden galibiyetle çıkan iktidar, kendisinden daha az olan grupları itaate zorlayabilir. Çoğunluk ne derse odur. Çoğunluk istediğini yapar. Tüm kararları alabilir.
Oysa çoğunluk yönetimi ile çoğunluk diktası birbirinden farklı şeyler.
Mesela çoğunluk kararıyla temel hakları iptal edebilir misiniz? Bu demokrasilerde mümkün olmalı mıdır? Daha somut sorayım: Örneğin çoğunluk isterse Alevilerin devlet birimlerine memur olarak alınmamaları meşru olabilir mi? Ya da çoğunlukta olanlardan farklı bir ektik kimliği olan bir grubun seçme ve seçilme hakkı, çoğunluk kararıyla demokratik addedilebilir mi? Örnekleri çoğaltmak olanaklı.
Demokrasilerde çoğunluk yönetimiyle azınlık haklarının korunması arasında bir denge gözetilmek durumundadır. Demokratik toplumlar, kendilerini büyük gruptan farklı tanımlayanların da kendilerini ifade edebilmelerinin mümkün olduğu rejimlerdir. Anayasa metinleri ve kanunlar, yönetmelikler ve hükümet politikaları, bu dengeyi gözetir. Çoğulcu yapı ve açık toplum gibi demokratik ortamın olmazsa olmazları korunmak zorundadır.
Kadınlarla erkeklerin yasa karşısında tümüyle eşit olmaları, eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları da eşit vatandaşlık prensibinin çok kritik bir meselesidir. Buna tüm hukuk alanları dâhildir. Ayrıca aile gibi temel bir kurumsal birimde de kadın-erkek dengesi bu eşitlik ilkesi üzerinden uygulanır. Kısacası burada bir modernleşme ve dolayısıyla da modern-geleneksel gerilimi olur. Bu sadece Müslüman çoğunluklu toplumlarda olmadı. Batı’da da kadının eşitlik mücadelesi sancılı olmuştur. Ancak kadınlarla erkeklerin mutlak eşitliğine dayanmaksızın bir demokrasi inşa etmek olanaksızdır. Efendim “her toplumun kendi değerleri vardır!” türü argümanlar, konu liberal demokrasiyse kesinlikle geçerli olmaz.
Demokratik ev bir pakettir ve bu paketin içeriği nettir ve standarttır. Mesela ‘her şey olsun ama medya özgürlüğü olmasa da olur’ denemez. Dört dörtlük bir demokrasi ama kadınlar eşit değil, her şey harika ama insan hakları ihlalleri var veya “Efendim demokrasiyiz, ama devletin Diyanet İşleri sadece Sünnilere hizmet verir, çünkü Alevilik bize göre bir mezhep değildir” türü çifte standartlar, demokrasi olunmadığının göstergeleridir.
Türkiye de, Ortadoğu’daki diğer Müslüman toplumlar da benzer sorunları yaşamaktadır. Bu bir vakıadır. Gerçekleri başka demokratik olmayan toplumları baz alarak görecelileştirmek ve konunun kültürel ve tarihsel arka planını kamufle etmek yarar sağlamadı, sağlamıyor, sağlamayacak. Kaldı ki bahsettiğim siyasal kültür İslamcıları olduğu kadar diğer siyasal hareketleri de etkisi altına almış durumdadır.
Tüm siyasal partiler, gelenekler ve hareketler bu koşulların ürünüdür ve eşit vatandaşlıkla farklı düzlemlerde sorunu olan oluşumlardır. İnanmayanlar Kürtleri dikkate alsın. Kürtler, tüm gruplar için bir turnusoldür.
Seçimlere kadar mücadele edilmesi gereken çok alan var. İğneyle kuyu kazmamız gerekiyor.
Demokrasinin en önemli göstergesi, farklı etnik kimlikteki halkların bir arada yaşama isteğidir.