Demokrat Parti demokrat mıydı?

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Demokrat Parti (DP) 14 Mayıs 1950’de büyük bir seçim zaferi kazanarak CHP’nin yirmi yedi yıl devam eden “Tek Parti” iktidarını sona erdirdi. 1954 ve 1957 seçimlerini de kazanarak on yıl süreyle iktidarda kaldı.

Cumhuriyet döneminin ilk askeri müdahalesi olan 27 Mayıs Darbesi ile DP iktidarı sona erdi. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan “Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” diyen hâkimlerin görev aldığı “Yassıada Yargılamaları” sonunda idam edildi.

Türkiye’yi on yıl yönetmiş ve özellikle dindar kesimin desteğini almış Menderes’in hazin sonu, muhafazakâr kesimde bu dönemin bir “altın devir” olarak algılanmasına ve Menderes’in “kült” haline gelmesine neden oldu.

Hâlbuki on yıllık uygulamalara bakıldığında daha demokratik ve özgür bir ülke vaadiyle yola çıkan DP’nin zamanla “Tek Parti dönemi CHP’sinin” icraatlarını tekrarladığı, muhalefete hayat hakkı tanımamaya çalıştığı ve basına büyük bir baskı uyguladığı görülmektedir.

DP’nin bu uygulamaları daha sonraki sağ iktidarlara da kötü bir örnek oluşturdu. En son AKP, geçmişteki örnekleri fersah fersah geride bırakarak ülkeyi “Tek Adam ve Tek Parti” yönetimine dönüştürme sürecini başlattı.

DP’NİN MANİFESTOSU

DP, CHP’nin içinden çıkmış ve “muvazaa partisi” olmakla suçlanmış bir partidir. Partinin kurucuları ilk andan itibaren bu imajı silmeye çalışarak “daha özgür” bir Türkiye vaat ettiler.

“Açık oy, gizli sayım” ve “iki dereceli seçim” modelinin uygulandığı 1946’da CHP hilelerle iktidarını korumuşsa da DP, CHP’yi razı ederek seçimlerde “yargı denetimi, tek dereceli ve gizli oy, açık tasnif” esaslarının kabul edilmesini sağladı.

1946 manifestosu DP’nin politikalarını açık bir şekilde ortaya koydu ve böylece aydın kesimin desteği alındı. “Hürriyet Misakı” adlı deklarasyonda; antidemokratik yasaların kaldırılması, bireysel özgürlüklerin artırılması ve “partili cumhurbaşkanlığı” uygulamasının kaldırılması isteniyordu.

YETER, SÖZ MİLLETİNDİR!

14 Mayıs 1950 seçimlerine “Yeter, Söz Milletindir” parolası ile giren DP, büyük bir başarı elde etti. Bu aşamada “Milli Şef İnönü” Türkiye’ye yeni bir “Serbest Fırka Faciası” yaşatmadı ve yönetimi DP’ye devretti.

DP vaatleri doğrultusunda CHP’nin de desteğiyle ilk icraat olarak ezanın yeniden Arapça okunmasına izin veren bir kanunu Meclisten geçirdi. Devlet radyosundan Kur’an okutmaya başladı. Öğretmen liselerine zorunlu din dersleri konuldu.

CHP iktidarının son döneminde açılan İmam Hatip kursları, İmam Hatip okullarına dönüştürüldü. Hacca gidecek kişilere döviz tahsis edilerek hac kolaylaştırıldı. Bütün bunlar muhafazakâr halkın DP’ye bağlılığını kalıcı hale getirdi.

DP ilk yıllarda vaatleri doğrultusunda kısmen de olsa özgürlükleri genişletti ve basına da yeni haklar verdi.

Bu dönemde kırsal nüfus, toplam nüfusun %80’ini oluşturuyordu. Marshall Yardımı ve iklim şartlarının da etkisiyle tarımda önemli gelişmeler yaşandı. Köylü çarıktan kurtulduğu gibi tarımda makineleşme sağlandı. Bu durum köylülerin DP’nin yanında yer almasının nedenlerinden birisi oldu.

KIRŞEHİR’İN İLÇE YAPILMASI

DP, iktidara geldikten kısa bir süre sonra hiçbir zaman doğrulanamayan bir darbe duyumu nedeniyle orduda büyük bir tasfiye yaparak Genelkurmay Başkanı A. Nafiz Gürman dâhil olmak üzere on beş General ve yüz elli albayı emekliliğe sevk etti.

Celal Bayar’ın “devr-i sâbık yaratmayacağız” sözüne rağmen CHP’ye bağlı Halkevleri kapatıldığı gibi CHP’nin mallarına ve yayın organı Ulus’a el kondu. DP, “tarafsız cumhurbaşkanlığı” için bir düzenleme yapmak yerine Bayar’ın parti genel başkanlığını bırakmasıyla yetindi.

1954 seçimleri öncesinde CHP’ye büyük bir darbe vuran Menderes Hükümeti, DP’den daha “dindar” bir siyaset izleyen Millet Partisi’ni de yargıya müdahale ederek kapattırdı. Bu ortamda yapılan 1954 seçimlerinde günümüze kadar kırılamayan bir rekora imza atarak % 58 oy almayı başardı.

İkinci seçim zaferiyle iyice güçlenen DP, keyfi uygulamaları devam ettirdi. Bunların en komik olanı, muhalif lider Osman Bölükbaşı’nı destekleyen Kırşehir’in ilçeye çevrilerek yeni vilayet yapılan Nevşehir’e bağlanmasıydı.

DP bununla da yetinmeyecek, Malatya’yı İnönü’yü desteklediği için bölecek ve Adıyaman’ı Malatya’dan ayırarak vilayet yapacaktır.

BASINA BASKILAR

DP iktidarının ilk yıllarında basınla bir “gül devri” yaşasa da basının DP’nin keyfi uygulamalarına yer vermesiyle müdahaleler başladı. Hükümet tarafından verilen ve gazetelerin önemli bir gelir kaynağını oluşturan resmi ilanlarda “yandaş basın” kayırıldı.

Başbakan Menderes’in bir uygulaması da yandaş gazete, dergi ve yazarlara örtülü ödenekten para aktarmaktı. Bu durum darbe sonrasında Menderes’in Yassıada’da “örtülü ödenek” davasında yargılanmasına neden oldu. Para aktarılan dergilerden birisi de Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu idi.

DP, gazete kapatmak ve yazarlarını hapse attırmak gibi yollara da başvurdu. Örneğin Akşam gazetesi, Menderes’in İzmir’de karşılanışıyla ilgili fotoğrafın tam olarak kalabalığı göstermediği bahanesiyle hemen ertesi gün kapatıldı.

DP iktidarında basına toplam 1.460 dava açılmış ve bunların 577’si mahkûmiyetle sonuçlanmıştır. Bu cezalar basının sindirilmesinde etkili olmuştur. Seksen yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Başbakan’a hakaret” gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılması, DP’nin tahammülsüzlüğünün önemli bir göstergesidir.

Ceza alan basın; Millet, Halkçı, Akis gibi muhaliflerden oluşuyordu. DP sansür uygulayarak gazetelerin yayınlarına da müdahale etmiş, gazete ve dergileri bazen kısa süreli bazen de süresiz olarak kapatmıştır.

DP’nin en etkili silahını ise ülkenin her yerine ulaşabilen devlet radyosu oluşturdu. DP radyo vasıtasıyla her zaman halka propaganda yapma imkânı bulurken muhalefete imkân tanımadı.

MUHALEFETİN SUSTURULMAYA ÇALIŞILMASI

DP ilk döneminden itibaren muhalefete tahammülü olmadığını gösterdi. Değişik gerekçelerle CHP genel sekreteri Kasım Gülek ve CKMP Başkanı Bölükbaşı tutuklandı.

DP iktidarı, ekonomik durumun bozulduğu 1957’den itibaren daha “hırçın” bir politika izledi ve polisin yetkilerini artırarak bireysel özgürlükleri kısıtladı

1957 seçimlerinde yaşanan oy kaybı, DP’yi iktidarı kaybetme korkusuyla karşı karşıya getirdi. Mecliste kurulan Tahkikat Komisyonu ile muhalefetin sesi kısılmaya çalışıldı. DP güçlü olduğu mesajını vermek için Vatan Cephesi’ni kurarak buna katılanların “vatansever”, katılmayanların “vatan haini” olduğu propagandasını yaptı.

Her akşam radyodan cepheye katılanların isimleri okunuyor, bazen ölmüş kişiler bile üye olarak gösteriliyordu. Vatan Cephesi, 27 Mayıs darbesi öncesinde halkın “Demokrat ve Halkçı” şeklinde kutuplaşmasında önemli bir rol oynadı. Bu uygulama daha sonra Türk sağının temel bir stratejisi olacak ve muhalifler konjonktüre göre “komünist, vatan haini veya terörist” ilan edilecektir.

Menderes, İnönü’nün “kışkırtıcı” muhalefetinin tuzağına düşmüş ve iktidarı kaybedeceği düşüncesiyle zamanla kontrolü kaybetmiştir. İsmet Paşa’nın Uşak, İstanbul (Topkapı) ve Kayseri (Yeşilhisar) gezilerinde yaşananlar, DP’nin iktidarı kolay kolay teslim etmeyeceği kanaatinin de güçlenmesine neden olmuştur.

YA TEMSİLDE ADALET?

DP’nin en büyük hatalarından birisi de “temsilde adalete aykırı olan” seçim sistemini devam ettirmek oldu. CHP’nin yapmış olduğu çoğunluk esasına dayanan seçim kanunu sayesinde aldığı oydan çok daha fazla milletvekili kazanan DP, 1954 ve 1957’de de aynı sistemi devam ettirdi.

1950’de aldığı % 52,7 oyla Meclisin % 85’i DP’den oluşurken bu oran 1954’de elde edilen % 57,8 oyla % 93’e çıktı. 1957’de ise DP’nin oyları % 47,9’a düşerken Meclisin % 70’i yine iktidar partisinden oluşmuştu.

Görüldüğü gibi DP, ilk yıllarında demokrasi ve özgürlükler yolunda önemli adımlar atmıştır. Ancak kısa bir süre sonra birçok iktidar gibi “güç zehirlenmesi” yaşamış ve çoğunluğun oyunu alanın her zaman haklı olduğu düşüncesiyle antidemokratik bir yönetimi tercih etmiştir.

DP’nin birçok uygulaması, günümüzde dini siyasete alet eden bir politika benimseyen AKP tarafından “milli irade” ileri sürülerek muhalif bütün kesimlere karşı çok daha ağır bir şekilde tekrarlanmaktadır.

Bütün bunlar ışığında DP ve Menderes hakkında romantik söylemler yerine daha realist yaklaşımlar geliştirmenin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Bilgilendirici bir yazı. Ancak yazarın müstear isimli olması yazının da dürüstlüğü konusunda şüphe uyandırıyor!
    Yazdıklarından bilimsel sorguya çekilemeyecekse ve kamu hafızasında ileride de sorgulanmaktan kaçıyorsa yazılarınında kıymeti harbiyesi yoktur.

    (Türkiye sınırları içinde yazması hariç)

    • Müstear isimle yazının ‘dürüstlüğü” arasında nasıl bir bağlantı var acaba?
      Bu yazıda bilimsel olmayan veya kaynağında şüphe olan birşey göremedim.
      Ben yazarın bizim muhafazakar kesimin yıllardır “tabu” olarak gördüğü ve gereksiz yere göklere çıkardığı kişilerle ilgili gerçekleri yazdığını ve algılarımızı değiştirdiği kanaatindeyim.
      Bunlar olduktan sonra gerçek ya da müstear ismin önemi yok gibi geliyor bana.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin