YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Hükümet cenahının 14 Mayıs seçimini, sandık yoluyla siyasi darbe girişimi olarak değerlendirmesini gayet haklı buluyorum. “Bunların amacı Erdoğan’ı, AKP’yi, Cumhur İttifakını seçimle göndermek” diye beyanatta bulunan ve bunu büyük bir suç olarak gören Ömer Çelik de gayet haklı duruyor. Muhalefetin bu sözlere böylesine tepki vermesini ben de hükümet cenahı kadar şaşkınlıkla karşılıyorum. Doğurabilen bir kazanın ölmesinden daha doğal bir durum olabilir mi? Daha önce kazanın doğurduğuna, çocuklarının olduğuna ve aile kurduğuna inanan Türk siyasetinin kazanın ölmesine neden bu denli şaşırdığını anlamak zor.
DigiTürk iptalini, maklube yemeyi hükümeti yıkma girişimi olarak kabul edip bunun terör suçları arasında sayılmasını gayet normal bulan Türkiye’de, seçim yoluyla hükümeti değiştirme girişimlerinin bir terör suçu olarak sayılmamasına şaşmak gerekmez mi?
Demokrasilerde belli periyotlarla sandık başına giden halk önüne konulan adaylardan birisini seçer ve ülkeyi yönetmesi konusunda ona yetki verir. Bu demokrasilerin olmazsa olmazı olarak kabul edilir. Bununla beraber demokrasi bir sandık diktatörlüğü demek değildir. Yani sandıktan ülkeyi yönetmek için yetki alanlar, yönetme işini anayasa ve yasalar çerçevesinde yapmak zorundadır. Türkiye’nin cari hukuk sisteminde devlet malını çalmak, rüşvet almak, yolsuzluk yapmak, kanunda yazmayan yetkileri kullanmak ceza gerektiren suçlar arasındadır. Sandıktan çıkanı kabul etmemek ne kadar suçsa, yönetenlerin suç işlemesi, hırsızlık yapması, kanunlara muhalefet etmesi, anayasayı askıya alması da, -seçilmiş olsalar dahi- en az o kadar suçtur.
9-10 yıldır ülkede hiçbir kanun ve anayasa bırakmayan hükümetin bütün yaptıklarını içine sindiren ve bir şekilde bunu normal karşılayanlar, “14 Mayıs’da seçim yoluyla bize darbe yapacaklar bunu kabul edemeyiz, bu iktidarı size vermeyiz” denilmesine niye kızıyor anlamak çok zor.
Demokrasi sadece sandığa gidip oy vermekten mi ibarettir? İnsanlar seyrettiği televizyon kanalını platformundan çıkardığı için, demokratik hakkını kullanarak Digitürk aboneliklerini iptal etti diye, çalıştığı bankaya kanun dışı bir şekilde el konulmasını önlemek için kendi mal varlıklarını satıp bankaya yatırdığı gerekçesiyle, anayasal güvence altında olan basın hürriyetinin hükümetçe gasp edilmesini protesto edip direndi diye terörist ilan edilip cezalandırıldı.
Demokrasinin ve yasaların kendilerini verdiği haklarını kullanarak dernekler, vakıflar kurdular, kermesler organize edip eğitim için imkanlar oluşturdular. Ama bütün bu faaliyetler bütün Türkiye’nin gözü önünde terör eylemi olarak sayıldı ve yüzbinlerce insan sadece bu gerekçeler ile soykırıma tabi tutuldu. Yapılan faaliyetler de hükümete darbe olarak kabul edildi.
Hükümet bunları yaparken sorun yoktu da seçimleri bir darbe girişimi olarak görünce mi sorun olmaya başladı?
Demokrasinin ya da hukukun işinize gelen yerlerini alır, gerisine bir kereden bir şey olmaz derseniz Recep T. Erdoğan ya da başka bir otokrata seçimleri darbe olarak görme ruhsatını da vermiş olursunuz. Üzgünüm ama bu yetkiyi Recep’e defalarca verdiniz.
17-25 Aralık’ta bu ülkenin namuslu, şerefli polisleri devlet gücünü kullanan bir hırsızlık çetesini ortaya çıkardı, canlı yayında suçüstü yaptı, demokrasinin var olmaya devam etmesi için kendi hayatlarını riske attılar ama ülke olarak onları alıp hapse tıktınız. Yedi yıldır da muhalif diye geçinen, bugün hukuk, demokrasi vs. diye feryat eden hiç kimse o polisleri ağzına almadı.
AKP Genel Başkanı demokrasinin bütün dalını, budağını birer birer ortadan kaldırırken oturup izleyen, açıktan ya da sessizce destek veren bugünün demokrasi taraftarları; kusura bakmayın ama köprüden önceki son çıkışı çoktan kaçırdınız.
Enfes bir yazı…
Gidip kendime bir kahve yapıp, bir daha okuyayım.
Acaba kahvenin yanında güllü lokum ve bir büyük bardak soğuk su da alsam mı?