YORUM | Av. FİKRET DURAN
Edirne F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ın, bilinç kaybı yaşamasına rağmen 1 hafta boyunca hastaneye sevk edilmediği ortaya çıktı. Avukatının yaşananları sosyal medyaya taşımasından sonra ulusal ve uluslararası basının konudan haberi oldu. Ardından Demirtaş apar topar hastaneye sevk edildi. Şüphesiz, cezaevinde tedavi olamayan, hastaneye sevki yapılmayan tek kişi Demirtaş değil. Ünlü iseniz, biraz daha şanslısınız demektir. Tedavi imkanı verilmeyen, hastaneye sevk edilmeyen, ilaçları verilmeyen onlarca hasta tutuklu, maalesef ancak ölümlerinden sonra haber konusu olabildi.
Halihazırda cezaevlerinde olup yeterli şekilde tedavi olamayan binlerce tutuklu ve mahkum bulunduğu biliniyor. Cezaevi yetkililerinin, özellikle siyasi iktidarın “terör örgütü” çuvalına atarak tutukladığı kişilerin hastalığına karşı “ihmal” sicili epey kabarık. Sadece cezaevi yetkilileri değil, bu kişilere karşı emniyet görevlileri ve yargı mensupları da aynı tutumu sergiliyor. Bu olumsuz tutum, hastalıkların ilerlemesine sebep olduğu gibi kimi zaman da ölümle neticeleniyor.
Onlardan bir tanesi 28 Nisan 2018 günü vefat eden İngilizce Öğretmeni Halime Gülsu. Gülsu, 2003 Yılından bu yana, yani 15 yıldır ölümcül Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) hastası idi. 20 Şubat 2018 tarihinde “terör örgütü üyeliği” suçlaması ile gözaltına alındı. Polisler, gözaltı esnasında ilaçlarını almasına izin vermediler. İlaçları almasına izin verilmemesinin gerekçesi “zamanları olmadığından acele edilmesi gerektiği”.
Gülsu, 2 haftaya yakın bir süre emniyette gözaltında tutuldu. 28 Şubat Tarihinde emniyette verdiği ifadede “hastalığının ölümcül olduğunu, hastalığın nüksetmesi nedeniyle öğretmenlik mesleğini dahi bırakmak zorunda kaldığını, ilaçlara bağımlı yaşadığını,” belirterek raporlarını sundu. İlerleyen günlerde, her nasılsa bu raporların emniyette kaybolduğu ortaya çıktı. Hastalığının ciddiyetini 3 Mart günü savcıya ve aynı gün Mersin Sulh 4. Sulh Ceza Hakimine de anlattı. Buna rağmen hakkında tutuklama kararı verilerek Tarsus Cezaevine konuldu. Tutuklandığı tarihten itibaren “acil” kodu ile dilekçe üstüne dilekçe vererek revire çıkarılmayı talep etti. Uzun bir süre revire götürülmediği gibi, dilekçelerine cevap dahi alamadı. Haliyle bu süre boyunca ilaçlarını alamadı. Nihayet gözaltı ile başlayıp tutuklanma ile devam eden sürecin 25. gününde Tarsus Devlet Hastanesi’ne sevki gerçekleştirildi. Hastalığını doktorlara anlatmasına rağmen, SLE tahlilleri yerine, rutin muayene ve tahlilleri yapılarak cezaevine geri götürüldü. Vefat ettiği güne kadar cezaevi yönetimine hastalığının ciddiyetini anlatan çok sayıda dilekçe yazmaya devam etti. Cevap alamayınca, bu sefer ölümünden 4 gün önce CİMER, BİMER, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, Tarsus Cumhuriyet savcılığı, Tarsus Cezaevi Savcılığı olmak üzere bir çok yere yeniden dilekçeler yazdı. İlaçlarını alamaması nedeniyle bedeni, gün geçtikçe hastalık karşısında zayıf düştü. 10 kişilik koğuşta 22 kişinin içinde tutuluyordu. Koğuşta 2 tane de bebek vardı. 15 yıldır düzenli ilaçlarını alarak bu hastalıkla mücadele edebilen Halime Gülsu, tutuklanmasından sadece 2 ay sonra öldü.
Ölümünden sonra, yazdığı dilekçelerin işleme dahi konulmadığı öğrenildi. Örneğin, en son yazdığı dilekçelerin tarihi 24 Nisan olmasına rağmen dilekçeler, ölümünden 10 gün sonra yani 8 Mayıs tarihinde kayda geçirildi. Tarsus Cumhuriyet Savcılığı’na yazılan dilekçenin akıbeti daha vahim. Savcılığa yazılan dilekçe 109 gün sonra, 11 Ağustos 2018 Tarihinde havale edilebildi. Yani ölümünden 4 ay sonra. Bu durum, insan sağlığına verilen değerin önemli göstergesi.
Tutuklanmasından itibaren Halime Gülsu’nun ölümüne kadar yaşananlara bakılınca, ölümün ihmal değil, cinayet olduğunu söyleyebiliriz. İlacı evden almasına izin vermeyen polisler, hastalığın ciddiyetine rağmen gözaltı süresini uzatan ve tutuklamaya sevk eden savcı, tutuklama yapan Mersin 4. Sulh Ceza Hakimi, ısrarlı dilekçelere rağmen hastaneye sevk etmeyen cezaevi yönetimi, umursamaz davranan gardiyanlar ve ihmali bulunan doktorlar bu cinayetin müşterek failleri.
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, sorumlular hakkında sözde bir soruşturma başlattı. Kusur ve ihmallere tanık olan 22 kişinin ifadesine başvuruldu. Fakat, ifade alanlar olayı aydınlatmanın değil, söylenenlerden bazı bölümleri tutanağa geçirmemenin mücadelesini verdiler. Neticede savcılık sorumlular hakkında takipsizlik kararı vererek dosyayı kapattı. Karar, 7 ay sonra aileye ancak tebliğ edildi. Aile pes etmeyip, itiraz sürecini başlattı.
Son 3 yıl içinde gözaltında ve tutuklulukta buna benzer onlarca ölüm gerçekleşti.
Gökhan Açıkkollu, 13 gün boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında iken uğradığı işkence sonucu 5 Ağustos 2016 tarihinde öldü.
Yargıtay Üyesi Mustafa Erdoğan bilinci kapanana kadar tahliye edilmediğinden tedavi olamadı ve 22 Ağustos 2017 tarihinde öldü.
Tek kişilik hücrede tutuklu bulunan hakim Teoman Gökçe 2 Nisan 2018 tarihinde kalp krizi geçirerek öldü. Ölümünden bir süre önce Gökçe’nin feryatlarını duymasına rağmen umursamayan gardiyanlar, uzun zaman geçtikten sonra koğuşa girdiklerinde Teoman Gökçe’nin cansız bedeni ile karşılaştılar.
Ordu’da tutuklu bulunan Kur’an hafızı Nesrin Gençosman, cezaevinde zatürre mikrobu kapmasına rağmen tedavisi yapılmadığı için 12 Temmuz 2018 tarihinde öldü.
2016 Yılı Ağustos ayında tutuklanan KHK’lı öğretmen Kemal Bilici’ye, kapalı alana bağlı depresyon teşhisi konuldu, bir süre sonra da öldü.
Emniyet Müdürü Zeki Güven, 1 Temmuz 2018 Tarihinde tutuklu bulunduğu koğuşunda şüpheli şekilde öldü.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kusuru bulunan kişilerin adları ve şehirler farklı olsa da, adım adım ölüme götüren süreçleri birbirine benziyor. Ölümcül hastalık olmasına rağmen tahliye edilmeme, talep edilmesine rağmen hastaneye sevk edilmeme, dilekçelerin işleme konulmaması, ilaç verilmeme, tek kişilik koğuşta tecrit edilme veya kalabalık ve hijyenik olmayan cezaevi koşullarında tutulma. Kimi zaman ihmal, kimi zaman da kasten ihmal söz konusu. Ama istisnasız tüm ölümlerde, yukarıdan gelen ‘merhamet etmeyin’ emri söz konusu.
Yaşanan tüm ölümlerden sonra Halime Gülsu ölümünde olduğu gibi deliller karartılıp, soruşturma dosyalarının üzeri el birliği ile kapatıldı. Belli ki, savcılara da yukarıdan ‘merhamet etmeyin’ denilmişti. Dosyaları kapatanlar da cinayetlerin ortağı oldu. Fakat yukardan gelen emir, kusuru bulunanların sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Hukukun işletilmediği sözde soruşturmalarda aklanmış olmak cezai sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. Devran dönüp hukuk ülkeye geri döndüğü zaman cezaevinde gerçekleşen ölümlerin dosyaları yeniden açılacak, kuşkusuz. Sorumluların hak ettiği cezayı çekmesi ölenler geri getirmeyecek fakat, geride bıraktıkları ailelerin vicdanına bir nebze su serpilmiş olacak.