NECİP F. BAHADIR | YORUM
DEM heyeti MHP ile ‘faydalı’, AKP ile ‘dostane’ görüşme yaptı. AKP ve MHP tarafının değerlendirmesi bu… MHP’li Semih Yalçın’ın ‘faydalı’ derken neyi kastettiğini de anlatsaydı keşke… Aynı şekilde AKP’li Abdullah Güler ‘samimi ve dostane’ görüşmenin ne anlama geldiğini açıklasaydı… Kulislere yansıyan iddialar 2 saatlik sohbetin hiç de ‘dostane’ geçmediği, ortamın zaman zaman gerildiği yönünde… DEM’nin 5 maddelik talep listesi sosyal medyada elden ele dolaşıyor.
Çok geçmeden DEM cephesi patladı, Eş Başkan Tuncer Bakırkan ‘Pandora’nın kutusunu açtı’. Ve gerçekler ortalığa saçıldı. Bakırhan, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u bile haşladı. Kameraların önünde verdi veriştirdi; “Ayıptır…” dedi, “Her gün bir AK Partili yetkiliye cevap vermek durumunda kalıyoruz!”
Söyledikleri bir gün önceki heyetler arası görüşmelerinin ne denli ‘dostane (!) ’ geçtiğinin de ipuçlarını içeriyor. Bakırhan hızını alamadı; “Adalet Bakanı bu sürecin neresindedir? Tecrit yokmuş. Biz inandık mı buna? 4 yıldır sayın Öcalan avukatlarıyla ailesiyle mi görüştü?”
Evet, Yılmaz Tunç bir cevabın var mı? Öcalan 4 yıl boyunca aile veya avukatıyla görüştü mü? Görüşmediyse bunun adı ‘tecrit’ değil de nedir? Bu, “Türkiye’de gazetecilik faaliyetinden tutuklanan kimse yok!” demeye benzemez. Yılmaz Tunç bir de (muhtemelen) oruçludur… İnsan merak etmiyor değil… Oruçlu bir ağızdan bu kadar büyük bir yalan nasıl çıktı, çıkabildi acaba? Yalan söylemenin ‘oruca’ halel getirmediğini mi düşünüyor? Hocalar keşke, “Sakız çiğnemek orucu bozar mı?” gibi saçma sapan sorular yerine, “Yalan söylemek, kişi hakkına tecavüz’ orucu bozar mı?” gibi gerçek meselelerle meşgul olsaydı. Tunç’a hatırlatırım, eğer kalbi ‘mühürlü’ değilse, “Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz.”
Muhalif gazeteciler sahipsiz, yetim ve öksüz… Savunanı yok. Mehmet Baransu’nun iddianamesine baktığında bütün suçlamaların ‘gazetecilik faaliyeti’ olduğunu görür. Hakeza Hidayet Karaca için de farklı değil. İsmail Saymaz ve başka gazeteciler sırasının bekliyor. Hapishaneler gazetecilerle dolu, tek eylemleri de ‘haber ve yazıdan’ ibaret. Bunun dışında ne iddia var, ne de bir delil. Bakırhan’ın dediği gibi ‘ayıptır’ sözü hafif kalır, yetmez, ‘günahtır, zulümdür…’. Hadi ‘Allah’tan korkmadığını’ anladık, yahu ‘kuldan da mı utanmıyorsun?’ göz göre göre yalan söylerken… İpliğin pazara çıktı işte…
Aklımızla alay etmeyin bari!
Neyse esas mevzuya dönersek… Bakırhan’ın söylediklerinin, Öcalan sürecinde önemli bir ‘dönüm noktası’ olduğunu kayda geçirelim. Muhtemelen benzer çıkışları AKP heyetiyle görüşürken de dile getirdi ve muhataplarının doğrudan yüzüne söyledi. ‘Kayyım konusunda’ Öcalan’ın ‘öfkeli’ olduğunu biliyoruz, süreci ‘sabote ediyor’ dediğini de… Sabote eden kim? AKP’den başkası değil. ‘Samimi ve dostane’ sohbetmiş… Geçiniz efendim, aklımızla bari alay etmeyin.
Tuncer Bakırhan, “Yasalarımızda umut hakkı yok!” diyerek ‘kapıyı kapatan’ Bakan Tunç’a adeta ders verdi. ‘Umut hakkını’ ilk dile getiren ve kamuoyuna mal eden Bahçeli’den başkası değil. Yılmaz Tunç, o zaman karşı çıksaydı ya yüreği yetiyorsa! Tuncer Bakırhan, “Umut hakkı da vardır, umut hakkı bir haktır. Umut hakkı, evrensel hukukun karar verdiği, AİHM’in karar verdiği uluslararası, evrensel bir haktır. Bu süreç yürüyecekse, çözüm olacak umut da olmalı, umut hakkı da olmalıdır. İnsanlar sonsuza kadar cezaevinde mi kalacaklar?”
Bahçeli’nin ‘yeşil ışık’ yaktığı ‘umut hakkına’ Bakan Tunç, “Hayır!” dedi. DEM de ‘olmazsa olmazlar’ arasında saydı. Ne olacak şimdi? Bu düğüm nasıl çözülecek? Erdoğan’ın sahne almasıyla mı? O da tribünden sahaya inmedi. Hala uzaktan izlemekle meşgul… DEM’in randevusunu ‘bayram sonrasına’ bıraktı. İktidar kanadının sözde hem acelesi var, hem de ‘ağırdan alıyor.’ Anlamak zor. Erdoğan’ın, DEM’li Sırrı Süreyya Önder’e, “Bazı hazırlıklarımız var!” dediğini biliyoruz.
O hazırlıklar ne ola ki? Belli ki Bakan Tunç’un ‘haberi yok’. Adalet Bakan’ından ‘habersiz’ ne tür hazırlık olabilir? Sistem gibi, Erdoğan tarzı yönetim de bir ‘ucube’… Ne kural var, ne kaide… Tamamen şahsi ve kişisel… Türkiye’den söz ederken ‘şahsımın devleti’ demişti. Haksız mı şimdi? AKP bir ‘hokus pokus’ peşinde… Kamuoyu ve halkın gözünden kaçırmak istediği şeyler var. Bu iletişim çağında bu mümkün mü? DEM çıkar konuşur.
Ve işte Tuncer Bakırhan konuştu. AKP’ye daha doğrusu Erdoğan’a seslendi; “Hadi buyrun, çevrilen pedalı devam ettirerek bu ülkeyi barışa, özgürlüğe, huzura kavuşturalım diyoruz. Sayın Öcalan’ın çağrısı üzerine 24 saat bile geçmeden PKK kendini feshetme kararı aldı. Fesih kongresi yapılması ve sürecin en kritik eşiğinin aşılması için güvenli bir ortam lazım. Bu güvenli ortamı sağlayın. Sayın Öcalan’ın kendi partisini kuracağı kongreyi yöneteceği, katılacağı mekanizmayı bir zahmet oluşturun. Bu da pedalı çevirmenin en önemli aşamalarından birisidir…”
Öcalan kongreye nasıl katılacak?
Erdoğan ‘pedalı’ çevirecek mi yoksa süreç olduğu yere çakılacak mı? Ne demek ‘pedalı çevirmek’? Kongre için ‘güvenli ortamın’ sağlanması… Operasyonların durdurulması talebi bu. Öcalan’ın ‘kongreye katılacağı ve yöneteceği mekanizmanın’ oluşturulması… Nasıl olacak bu?
Adalet Bakanı Tunç, “Mevzuatımızda bir hükümlünün videoyla kamuoyuna seslenmesi söz konusu değil!” dedi. Peki mektupla seslenmek var mı? Bildiri veya açıklama yayınlamak var mı? Anayasa’nın, kanunun hükmü yok ki, yönetmeliğin, mevzuatın olsun… Nice olmazlar ‘sayenizde’ oldu. Bütün işaret ve açıklamalar Öcalan’ın ‘sahne almayacağı’ bir kongrenin mümkün olmadığı yönünde… İmralı’daki Öcalan Kandil’deki kongreye nasıl katılacak? Pedal dönecekse bunlar gerekli… Dönmeyecekse ‘geçmiş olsun…’ ‘Barış…’ başka bahara…
Bakırhan’ın açıklamalarında bir cümle daha var ki inanamadım, tekrar tekrar okudum acaba ‘yanlış mı anladım’ diye… Yok. “Öcalan’ın kendi partisini kuracağı…” Bir sürç-i lisan olamaz. Hani adam İmralı’dan çıkmak istemiyordu. Bakırhan parti kuracağından söz ediyor. Ve AKP iktidarından ‘şartları hazırlaması, iklimi oluşturması’ talebinde bulunuyor. Bu cümleyi AKP’lerin yüzüne de söyledi mi acaba? Söylediyse AKP ne cevap verdi? Süreç ‘ete kemiğe’ bürünecekse belli ki bunları duymaya alışacağız.
Öcalan açılımını başlatan Bahçeli, Öcalan’ın parti kurma işine ne der? Kavacık muhtarını telefonla aradı. Bir telefonda haber kanallarına açsa da Türkiye ‘sesini’ duysa, düşüncelerini öğrense… Keşke kısa video çekse de ‘yüzünü’ de görebilse… Bahçeli, “Öcalan Meclis’e gelsin, konuşsun!” derken zihninin arka planında bu parti meselesi de mi vardı? MHP lideri, Öcalan’ı Meclis’te görmek istediğine göre bu da ancak ‘siyasi parti’ ile mümkün. O zaman soralım; Bahçeli bu parti işinin neresinde? Ya da sürecin hangi ve kaçıncı adımı bu?