Delik büyükse yama tutmaz!

HABER YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Beklenen oldu ve Özel Kuvvetler mensubu eski Yüzbaşı Nuri Gökhan Bozkır Necip Hablemitoğlu suikastı soruşturması kapsamında ‘örgüt üyeliği’ ve ‘tasarlayarak adam öldürme’ suçlamasıyla tutuklandı.

“Beklenen oldu” diyorum çünkü Bozkır’ın IŞİD’e silah ve patlayıcı satarken suçüstü yapılması sonrası MİT aracılığı ile Ukrayna’ya kaçırılması ile perdeleme yapılmış ve Bozkır’ın adı bir anda Hablemitoğlu cinayetinde geçmeye başlamıştı.

Ukrayna’dan getirildikten sonra uzunca bir süre MİT sorgusundan geçirilen Bozkır, 27 Ocak’ta emniyete teslim edilmişti. İki kez gözaltı uzatılan Bozkır dün itibariyle mahkemeye çıkarıldı ve tutuklandı.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Havuz medyası da ilk günden bu yana – yazılan senaryoya uygun olarak – Hablemitoğlu suikastını Gülen Cemaati’ne yamama çabasında.

Yalnız uzun süredir çalışmalarına rağmen hikayeyi henüz yazamamış gözüküyorlar çünkü “suikast piramidi” diye sundukları senaryoda en önemli ayak kayıp. Tetikçi yok!

Sabah’ın haberine göre “tetikçi yakında belirlenecek”.

Peki Bozkır’ın gerçekten Hablemitoğlu cinayetiyle ilgisi olabilir mi?

Bu konuda elimizde somut veri yok. Ancak Bozkır’ın bağlantıları, özellikle Fikret Emek ve Levent Göktaş gibi Ergenekon sanıkları ile olan yakın ilişkisi göz önüne alındığında şaşırtıcı olmaz.

Kaldı ki Nuri Bozkır, Sauna ve Atabeyler Çetesi’nden tanıdığımız derin devlet yapılanmalarıyla içli dışlı eski bir asker.

Üstelik “ihraç edildi” dendiği halde Suriye kırsalında “mücahit”leri eğitme görevi yapacak kadar da mevcut rejimle yakın çalışan birisi.

Yani Gökhan Nuri Bozkır çok önemli birisi. Bu tartışma götürmez.

Hem derin devletin yakayı ele verdiği ilk operasyonlardan olan Sauna ve Atabeyler Çetesi gibi oluşumlar hem de Suriye’ye yapılan silah ticareti gibi konularda çok kritik bilgilere, şahitliklere sahip.

Nuri Bozkır’ın esaslı soruşturulması, sorgulanması halinde Türkiye tarihinin karanlıkta kalmış bazı dosyalarının aydınlanması mümkün olabilir.

Fakat Erdoğan rejiminin derdi ne derin devlet uzantılarını soruşturmak ne de bu karanlıkta bırakılan dosyaları aydınlatmak. Erdoğan ve müttefiki Ergenekon ekibinin derdi Bozkır’ı Hablemitoğlu cinayetine yamayarak bir taşla kuş sürüsü vurmak.

Bozkır’ı Hablemitoğlu’na yamayarak hem Cemaat’e suç isnat ediyorlar hem de derin devletin kirli işlerinden sıyrılıyorlar.

Hem Erdoğan hem de müttefikleri bu senaryodan memnun.

Oysa ki Nuri Bozkır’ın izini sürerek bir çok dosyayı aydınlatmak mümkün.

Mesela Nuri Bozkır’ın kamuoyunda tanındığı Sauna Çetesi Operasyonu, 17 Aralık operasyonu sonrası savsaklanmıştı. O operasyonda Nuri Bozkır’da olan ve çete lideri Kasım Zengin’e verildiği söylenen 70 civarı CD’nin nerede olduğu sorusu hayati öneme sahip.

Soruşturmada elde edilen verilere göre o CD’lerde önemli isimlere ait mahrem görüntüler vardı.

Malum olduğu üzere cinsel içerikli kasetlerle siyaset dizaynı Türkiye’de hep gündemdeydi. Nitekim ana muhalefet partisinin eski lideri Deniz Baykal da böyle bir kaset kumpası ile istifa etmek zorunda kalmıştı.

Bu noktada Baykal kaseti meselesine tekrar dönmekte fayda var. Çünkü o dosya da hala açık.

Erdoğan rejimi tıpkı Hablemitoğlu ve diğer dosyalarda olduğu gibi Deniz Baykal’a yönelik kumpası da Cemaat’e yamayıp geçti.

Oysa ki geçtiğimiz günlerde yeni ortaya çıkan detaylar resmi söylemin aslında kurgu olduğunu gösterdi.

Konunun tekrar gündeme gelmesi Cevheri Güven’in kişisel Youtube kanalında yaptığı yayınla oldu. Güven mahkeme evraklarına, savcılık soruşturmalarına ve belgelere dayanan videosunda Deniz Baykal’a yönelik kaset şantajı söylemlerini delik deşik etti.

Eğer hala izlememişseniz Cevheri Güven’in videosunu mutlaka izleyin. Zira Süleyman Özışık üzerinden kurulan kumpasın tüm detayları delilleriyle birlikte o yayında var.

Sedat Peker’in ipliğini pazara çıkarması sonrası bir süre ortadan kaybolan hatta “gazeteciliği” bıraktığını açıklayan Süleyman Özışık yeniden piyasaya çıktı ve eski iddialarını tekrar etti.

Ancak Cevheri Güven’in ortaya koyduğu mahkeme ifadeleri karşısında bildik ezberleri tekrar etmek durumunda kaldı.

Bu noktada gözden kaçmaması gereken önemli bir detay var.

Cevheri Güven’den önce Sedat Peker tarafından paçavraya çevrilen Özışık kardeşlere desteğe OdaTV ve Münferit’çilerin koşması şaşırtıcı değil.

Türkiye’de “Aman Cemaat temize çıkarsa” korkusundan kabuslar gören bir kesim var ve onlar Süleyman Özışık gibi yalancılığı tescilli birine bile kurtarıcı gözüyle bakıyorlar.

Dediğim gibi, Deniz Baykal’a yönelik kaset şantajında Süleyman Özışık ve Saray yargısının oynadığı rolü anlamak isteyen Cevheri Güven’in videosuna bakabilir. Özışık’ın bahsettiği ham görüntünün yok olması büyük bir skandal. Bu yönüyle Özışık Baykal’a yönelik kumpasın çözülmemesinin müsebbiplerinden biri sayılabilir.

Bu aşamada sürece ışık tutacağına inandığım kritik bir anekdot aktarayım.

Deniz Baykal’a yönelik kaset kumpası olduğunda Bugün Gazetesi’nin Ankara Temsilcisiydim ve doğal olarak konuyu yakın takip ettim. CHP liderine düzenlenen kumpasın izini sürerken konuyu en yetkili isme, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a sormuş ve şu cevabı almıştım: “Olayın arkasında yabancı istihbarat filan aramayın, Baykal’ın yakın çevresinde dönen bir iş.”

Fidan o gün bu ifadeyi off the record yani yazılmamak kaydıyla söylediği için ben de tırnak içi demeç şeklinde yazamadım ama köşe yazılarımda ve televizyon yorumlarımda failin “uzaklarda” olmadığını söylemiştim.

Nitekim takip eden günlerde bu durumu teyit eden ilginç gelişmeler yaşandı.

En başta olayın mağduru olan Deniz Baykal kumpası organize eden kişinin Saray’da olduğunu söyledi. Kemal Kılıçdaroğlu ise meşhur kasetin internette yayınlanmadan önce bizzat Erdoğan tarafından izlendiğine dair bir görüntüyü izlediğini açıkladı.

Ankara kulislerinde o dönem anlatılanlara göre Erdoğan meşhur görüntü yayınlanmadan yakın gözlüğünü isteyip görüntüleri izledi. O anda Erdoğan’ın yanında olan ekipten biri de bu durumu kaydetti.

İşte Kılıçdaroğlu’nun “izledim” dediği görüntü bu anlara ait.

Sedat Peker de bir dönem Deniz Baykal’ın danışmanlığını yapan sonra Erdoğan’ın Sarayında işe başlayan Korkmaz Karaca’nın “bu işler”deki rolünü detaylarıyla ortaya koydu.

Baykal’a yönelik kumpasın Saray kaynaklı olduğunu destekleyen bir başka gelişme de Sabah Gazetesi’nde yayınlanan haber.

Sabah Gazetesi’nin 12 Mayıs 2010 tarihli nüshasında manşetten, “Oran’daki Gizli Evin Sırları” başlıklı bir haber yer aldı. Haberde yer alan detaylar Erdoğan ailesinin gazetesi sayılan Sabah gazetesinin tüm detaylara hakim olduğunu teyit ediyordu.

Evin nerede olduğu, kimler tarafından kullanıldığı, kapısından odaların şekline kadar her türlü bilgi bu “özel” haberde yer alıyordu. Dahası haber imzasız yayınlanmıştı. Gazeteye servis edildiği çok belli olan haber, Saray’ın Baykal’a yönelik kumpasta nerede durduğunu gösteriyordu.

Takip eden yıllarda enteresan bir şey daha oldu ve Sabah Gazetesi’nin manşetinde yer alan bu ayrıntılı haber kaldırıldı. Bugün artık öyle bir habere ulaşamıyorsunuz.

Özetlemek gerekirse…

Saray ve müttefikleri geçmişlerini temizleme adına Hablemitoğlu ve Deniz Baykal’a yönelik kaset kumpasını Cemaat’e mal etme, yamama çabasında.

Ancak her iki dosya da zoraki yama ile kapatılamayacak kadar büyük. Üstelik gerçek failler hala elini kolunu sallayarak geziyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. 17 mayıs 2006 yılında danıştay saldırısı da tıpkı 18 aralık 2002 necip hablemitoğlu cinayeti gibi laiklik karşıtı bir eylem gibi görülmektedir. Necip hablemitoğlunun deşifre etmeye çalıştığı örgüt ölümünden 4 sene sonra türban aleyhinde karar alan, necip hablemitoğlu ile aynı davayı savunan hakim öldürülmüştür. Baykalın kaset kumpasına daha 4 yıl vardır. Baykal bunun cumhuriyetin değerlerine bir saldırı olarak değerlendirmiştir. Demek ki bu saldırıyı gerçekleştiren laiklik karşıtı odaklar bundan 4 sene önce necip hablemitoğlunu öldürenlerle aynı kişiler olmalı. Deniz baykalın açıklaması ve çölaşanın katilin allahuekber dediğini iddia etmesinin ardından katil tesadüf eseri yakalanır. Yakalanan katil ve bağlantıları ile olay bambaşka bir yere çıkar. Necip hablemitoğlunda üstün olan örgüt bundan 4 sene sonra üstünlüğü kaybeder. Artık üstünlük örgütün elinden çıkmıştır. Bu yüzden başarısız danıştay saldırısından 4 sene sonra stratejiyi tamamen değiştiriyorlar. Ve baykala bir kaset komplosu kuruluyor. Bu komplo ile örgütün saldırı kabiliyetinin azalması aynı döneme denk geliyor. Kaset olayından 4 ay sonra referandum ile zaten çete artık kontrolü tamamen yitiriyor. Bittiğini anlayan çete referandumu beklemeden lideri değiştiriyor. İslamcılarla işbirliği yapma kararı alıyorlar. Yani görünürde yetkilerini islamcılarla paylaşıyorlar. Dikkat edilirse örgütün başarılı gerçekleşen hablemitoğlu cinayeti gündeme taşınırken aynı örgütün bundan 4 sene sonra gerçekleştirdiği benzer özellikteki danıştay saldırısı hiç gündeme gelmemektedir. Yani danıştay saldırısını da diğer saldırılar gibi hangi örgütse aynı örgütün gerçekleştirdiği beklenir ama ilginç şekilde türban aleyhinde karar alan hakimin öldürülmesi hakkında kimse bahsetmemektedir. Bu algıda seçicilik ve tutarsızlık ve olayları bütün olarak değerlendirmemek, aradan seçip çıkarıp bir kısmını gündem yapmak demek değilmidir?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin