HABER-YORUM | OĞUZ AYAR
Yaşlı bir babanın eline, tabelasında ‘Adalet’ yazan bir kurumun görevlisi tarafından bir çuval tutuşturuldu dün. Babanın beyaz çuvala delicesine sarılıp kaldırımın bir köşesinde gözyaşı dökmesi candan bir parçası olduğunu gösteriyordu. O çuvalın içerisinde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 2 Aralık 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında ölen Hakan Arslan’ın kemikleri vardı. Bir babaya evladının kemiklerinin paçavra gibi verilmesi de ülkenin yeni bir ayıbı olarak kayıtlara geçti. Gün boyu sosyal medyada dolaşımda olan fotoğrafa birkaç cılız ses dışından ciddi bir tepki olmadı.
Türkiye 2014’te de benzer bir kareyle karşılaşmıştı. O tarihlerde az da olsa hukuk ve adalet vardı. İnsanlar özgürce tepkilerini hem sosyal medyadan hem de yazılı ve görsel medyadan gösterebiliyordu. Ağır geçen bir kış ayıydı. Van’ın Gürpınar İlçesi’ne bağlı Yalınca Köyü’nün Çeli Mezrası’nda, soğuk ve kar yolları kapatmıştı. 3 yaşındaki minik Muharrem’in yüksek ateşi düşmemişti. Aile telefonla sağlık yardımı istedi, ne yazık ki yardım bir türlü ulaşamadı. Muharrem Taş imkansızlıktan yaşamını yitirdi. Muharrem’e “Devlet” elini uzatamadığı için hayatını kaybetmişti. Babası sırtında 16 kilometre boyunca oğlunun cansız bedenini taşıdı, duyanların yüreği yandı. Muharrem’in çuval içerisindeki cansız bedeni, günlerce konuşuldu ülkede. Yetkililer özür dilemek zorunda kaldı.
Peki şimdi? 20’li yaşlarda hayata gözlerini yuman Hakan Arslan’ın cansız bedeni babasının avuçları arasındaydı. Babası onu hissediyordu ama sesini duyuramıyordu. Sadece Hakan’ına değil, vicdansız yüreklerde lal kesildi dün Diyarbakır sokaklarında. Masum gözlerle çevreden yardım bekleyen yaşlı adamın elinden tutan kimseler yoktu. Ya bu çuval içerisindeki çocuklar, gençler Türk olsaydı? İzmir’de, Ankara’da, İstanbul’da, Bursa’da ya da Sakarya’da babaların eline cansız bedenler bu kadar pervasızca verilebilir miydi?
Muharrem de Hakan da Kürt’tü. Kürt coğrafyasında dünyaya gelmişlerdi. Van’da ya da Diyarbakır’da dünyaya gelmek kimsenin tercihi değildi. Nasıl ki Nişantaşı’nda, Teşvikiye’de ve Şişli’de çocuk olarak dünyaya gelenlerin tercihi olmadığı gibi. Yaşadıkları trajediden onlar kesinlikle mesul değillerdi.
O zaman biz niçin Kürt bir vatandaşımızın kutsal cesedine bile saygı duyulmuyor? Bu kin ve nefret tohumlarını bir an önce temizlemek zorunda. Bir Kürt gencinin naaşını bir çuvala doldurarak, sözüm ona Kürtlerden intikam aldığını düşünen bir “adalet dağıtıcısı” kesinlikle o bölgede adalet dağıtmamalı. Neden olduğu tablodan dolayı sorumlular, mutlaka önce aileden sonra da kamuoyundan özür dilemeli.
Umarız Diyarbakır’daki fotoğraf son olur…