YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Türkiye Cumhuriyeti anayasasının değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinin ilki “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” cümlesidir. Ancak bugünün dünyasında demokratik olmayan bir cumhuriyetin değeri yok. Mesela, dünyanın en totaliter, baskıcı rejimlerinden birisi olan Çin de cumhuriyet. Mesela, Kaddafi’nin Libya’sı da bir cumhuriyetti. Mesela, Esed’li Suriye bir Arap Cumhuriyeti, tıpkı bizim Türk Cumhuriyeti olmamız gibi.
Diktatörlerce yönetilen, otoriter rejimlerin çoğu kendisini “Cumhuriyet” olarak tanımlıyor. Güya halka dayalı, cumhurdan güç alan rejim olarak takdim ediyorlar kendilerini. Ama bu rejimlerin çoğu gerçekte halk düşmanı. Kendi halklarını süründüren, işkenceden geçiren hatta öldüren rejimler.
Demokrasinin gelişim serüveninde cumhuriyet geride kalmış bir durak. Kralların, sultanların mutlak güce sahip olduğu monarşilerden sonra insanlık monarkların mutlak yetkilerini sınırlandıracak meşruti yönetimler icat etti. İngiltere’de 1215’te yapılan kralın mutlak yetkisini yasalarla, parlamento ile sınırlama işi bizde 1876 yılında denendi, başarılamadı, 1908’de tekrar denendi. Cumhuriyet yaklaşımı ise Fransız İhtilalinden sonra egemenliğin halkta olduğu anlayışına dayanan, monarşileri reddeden, güç ve iradeyi (güya) halka veren bir yaklaşım olarak doğdu. Cumhuriyet, demokratik yönetim anlayışının dönüşümünde önemli bir istasyondu. Ama pek çok ülke bu istasyonda takılıp kaldı. Adında halk, cumhur filan geçtiği için bu form otoriter lidere çok kullanışlı geliyor. Halkın adını öne çıkarıyor ama kendi gücünüzü, liderliğinizi veya keyfi rejiminizi kullanıyorsunuz. Maalesef Tek Parti dönemi boyunca Türkiye Cumhuriyeti tam da böyle yönetildi.
Artık dünyada “cumhuriyetiz!” demek bir şey ifade etmiyor. Hatta Türkiye Cumhuriyeti dahil adında ‘cumhuriyet’ olan pek çok ülkenin insanları akın akın İngiltere, Hollanda, Belçika gibi monarşilere sığınıyor. Çünkü bu ülkelerde sembolik monarklar yanında, kâğıt üzerinde değil, gerçek anlamda demokrasi var. Hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, sosyal devlet, refah devleti, adalet, fırsat eşitliği var, emeğin değeri var, insan onuru var. O nedenle anayasamızın ‘değiştirilemez’ ilkeleri arasında sayılan cumhuriyet, demokrasiyle taçlandırılmadıktan sonra tek başına bir anlam ifade etmiyor.
Anayasamızda “Cumhuriyetin nitelikleri” bölümünde Türkiye Cumhuriyeti: “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olarak tanımlanmaktadır. Biraz hukuk, yasa, adalet bilenlerin 21 yıldır ülkeyi yöneten AKP’ye, Erdoğan rejimine hep söylediği bir şey var. `Kimse sizden merhamet dilenmiyor, af istemiyor, lütuf beklemiyor. Eksik, gedik de olsa Anayasa ve yasalarda olan kurallara uyun, onları uygulayın yeter`.
Gelin hep beraber inceleyelim, irdeleyelim. Anayasanın: “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez!” esasları arasında yer alan 2’nci maddesi ne halde?
“Toplumun huzuru” kalmadı, aksine iktidar toplumu huzursuz ederek ve güvensiz hissettirerek kendisini güvenceye aldı.
“Milli dayanışma” yok edildi, milleti oluşturan toplumsal unsurlar lime lime ayrıştırıldı ve birbirine hiç olmadığı kadar düşman edildi. Ülkenin toplumsal birliğini ve bütünlüğünü sağlaması gereken Cumhurbaşkanı bizzat kendisi toplumu bölüyor, etiketliyor, milletin bir kesimini meydanlarda yuhalatıyor.
“Adalet”in ne durumda olduğunu konuşmaya bile gerek yok. Yargı “siyasetin köpeği” haline getirildi. Savcılar, mahkemeler iktidar için muhalifleri cezalandırmaya, korkutmaya, biat etmeye yarayan sopaya dönüştürüldü. İhtişamlı adalet saraylarımız, yığınla yargıcımız var. Mahkemelerin hepsinde “adalet mülkün temelidir” yazıyor ama artık mevcut adalet işleyişi mülkün, yani devletin ve toplumsal barışın temellerini dinamitleyen siyasi araç.
“İnsan haklarına saygı” konusunda sınıfta kaldık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre insan hakkı ihlallerinde Türkiye ilk sıraya yerleşti. Kendi anayasa ve yasalarına uymaksızın yaşlılardan bebeklere kadar eziyet eden bir yönetim var.
“Atatürk milliyetçiliği” anayasamızdaki en absürt maddelerden birisi. Kemalist Mümtaz Soysal bile, 100 soruda anayasa isimli kitabında “Bir kişi adına nasıl bir milliyetçilik olabilir” diye bu durumu sorgulamıştı.
Gelelim sürekli tekrar edilen ama içi boşaltılmış, topluma değeri ve önemi anlatılmamış, eğitim sisteminde Mustafa Kemal’in şahsına verilen önemin onda biri bile yer bulamayan “demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti” olma meselesine. Türkiye’nin demokratik bir devlet olmadığı, demokrasinin kırıntısının artık mikroskopla görülebildiği herkese ayan. Sandık var diye demokrasinin olduğuna inanmamızı bekliyorlar. Her türlü dümen dubaranın çevrildiği sandığın ve YSK sonuçlarının doğruluğuna ikna olmamızı istiyorlar. Demokrasi sandık koymak olsaydı bütün diktatörlükler demokrasi olurdu. Türkmenistan’dan İran’a, Kuzey Kore’ye kadar her yerde sandık var.
Anayasanın değiştirilemez esaslarından bir diğeri de laiklik. Bence de gerçek anlamda laiklik önemli ama dün Kemalist rejime payanda olan, bugün Erdoğan’ın tepe tepe kullandığı “Diyanet”in laiklikle nasıl bağdaştığını kimse sorgulamıyor. Türkiye’de laiklik devletin din ve inançlara müdahale etmemesi, nötr olması, eşit mesafede durması olarak anlaşılmıyor. Aksine devleti yönetenler Diyanet’i, camileri ve devletten maaş alan imamları dilediği şekilde kullanabiliyor. Camilerde siyasi propaganda yapan AKP ile, dini bir figürmüş gibi dualarda Mustafa Kemal’in anılması için zorlayan laiklik anlayışı farklı değildir. Diyanet Tek parti döneminde kuruldu ve Kemalistlerin Asr-ı Saadeti sayılan o dönemde de benzer misyonu eda ediyordu.
Keza ‘Sosyal devlet’i de AKP bütünüyle bitirdi. Gelir dağılımında dünyanın en dengesiz ülkelerinden birisi Türkiye. Sosyal adalet diye bir şey kalmadı, alt gelir grubu açlık-sefalet içinde iken, üst gelir grubu servetine servet katıyor. İşsizlik zirvede. Asgari ücret ise açlık sınırının bile altında kalıyor. AKP rejimi kendi siyasi görüşünden olmayan emeklilerin maaşlarını bile kesti. Anayasal bir hak olan çalışma hakkını idari karar olan KHK’larla yok edip milyonları yokluğa, yoksulluğa mahkûm etti, aç bıraktı.
Hukuk devleti de değiştirilemez esaslardan birisi. Halbuki Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu kim söyleyebilir? Şu anda Türkiye kanun devleti bile değil. Ne kadar demokratik ve hukuka uygun olduğu tartışılabilecek yasaları bile dikkate almayan keyfi bir yönetim var ülkede. “Anayasa mahkemesinin kararını tanımıyorum! Saygı da duymuyorum!” diyen bir siyasetçinin yönettiği, AİHM kararlarını uygulamayan rejime “hukuk devleti” denebilir mi?
Gördüğümüz üzere Anayasada “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” denilen esasların hepsi değişmiş, hepsinin içi boşaltılmış.
Şimdilik değişmeyen veya değişmediği sanılan ülkenin dili, bayrağı ve başkenti var. Bir de tanımı belirsiz Atatürk milliyetçiliği ve demokrasiden nasipsiz Cumhuriyet kaldı elimizde.
…
Cumhuriyetin kaldığına inanmıyorum. Hukuk, Diyanet ve bazı muhalif gazelerin şeklen ayakta bırakılması, bu kurumlara doğru açılan kanallardır. İstanbul kanalı bu kanalların somut şekle bürünmüş halidir. Hukuka açılan tünel ile keyifle Hukuku yönetiyorlar. Ama dışarıdan bakınca tıpkı İstanbul kanalı gibi somut Hukuk sistemi ve binaları görünmektedir. Diyanet somut olarak var ama bir tünelde Diyanete açılmış ve keyfi yönetim yapılmaktadır. Adı irtica Devleti, Işid Devleti, hırsızlar Devleti olarak anılabilir.
Sorun şurada; bu Devlet ve Cumhuriyet yıkılınca kimsenin ama kimsenin sesi çıkmadı. Devletin duvarlarına balyozlar indirilirken aptal bir kısım insan oh olsun diyordu. Müslümanlar Devletin yıkılmasından keyif alıyordu. İşte bu keyif yüzünden yıkıma kimse dur demedi. Seçimde bütün gücü Tayyipe veriyorlardı.
Tayyip ise Devlet kurumlarını yok etmeyip, Ordu hariç, paralel kanallar vasıtasıyla bu kurumları yönetiyordu. Yani şeklen Devlet vardı. Ama aslında Devlet yok şu anda. Sadece varmış gibi bir algı var.
Yani Hukuku yok etmek yerine, biat etmeyen ve satın alınamayan bazı savcı ve hakimleri terörist yalanıyla hukuk kılığında atarak, kurumlar ve personeli ayakta tuttu. Yani hukuku hukuk kılığında katletti. Ama kimse anlamadı. Temizleniyoruz kötü adamlardan diyerek insancıkları kandırdı. İnsanlar korkak olduklarından inanmış gibi oynadılar.
Bu sayede hukuk rehin alındı. Hukukun olmadığı yerde Devlet ve Cumhuriyet olmaz. O yüzden şimdiki rejimin adı Işid Türkiye İslam Rejimidir. Bu rejim Diyaneti, tarikat ve cemaatleri kontrol ediyor. Köprüdeki askerleri katleden kimdi? Diyanetin görevlendirdiği Türk tipi milis güçlerdi. Yani Devlet asker ve polisi yerine Işid milislerini görevlendirmişti.
Bu bir organizasyonu gösteriyor net olarak. Yeni bir Devlet yada Vilayet organizasyonu var. Aynı kişiler Suriyede başaramadılar hatta Kürt Devletin kurulmasına vesile oldular ama Somalide, Nijeryada bu teröristler İslam Cumhuriyeti adına savaş halindeler. Kendi Cumhuriyetlerini yada halifeliği getirmek için Türkiye Cumhuriyetini tanımıyorlar. Türkiyeyi baş eyalet olarak görüyorlar.
Suriye cephesinde ABD, İngiltere, Fransa, Rusyaya karşı yenildiler. Kürt Devleti kurulduktan sonra bölgeden çekildiler. Nereye? Tayyipin müslümanları imparatorluk kuracakken Suriyede kaybettiler. Mısırda da kaybettiler. Artık dört parmak yapmıyorlar. Olan Rabiaya oldu, kullanıldı bitti gitti.
İslamcılar artık küçülünce artık sadece milliyetçi söylemlerde bulunuyorlar. Hatta Tayyip eliyle ülkücü işareti bile yaptı. Rabia işaretinden ülkücü işaretine geçti. Yani küçüldü.
Sarayı Büyük Devlet için planlamıştı ama küçük bir Devlete o koca saray hiç yakışmadı. İşte Tayyip tipi Sarayda böyle orantısızdır. Boyuna göre büyük kıyafet giymek gibi. Yada göbeğinin büyük olması gibi.
Şimdi bu küçük Devleti bile yönetemiyorlar. Çünkü yazılı metinlere bağlı değiller. Bu sefer keyfilik baş gösteriyor. Bir problemi önlemek yerine çıkan problemlere palyatif tedavi uyguluyorlar.
Teröristten adam olmaz. Adamlar resmen Devleti ve Cumhuriyeti yıktılar. Hemde yapıyoruz diye yıktılar. Tıpkı Klçdrğlunun herşeyi kontrol ettik deyip seçimde yıkılıp gitmesi gibi. Çünkü hepsi anarşist.
Batıda bu anarşinin adı konuluyor. Faşizm, komünizm, Marksizm gibi fikirler genlere işleniyor ve gene işlenen ideoloji ister yarım yamalak ve farkında olmadan olsun, Türkün davranışını tuhaflaştırmaktadır. Kimi Kürtleri doğal seleksiyona uğratacağım diyor, öteki müslümanları ışidleştirecek tuzağa çekiyor falan.
Ve bunların adı bizde konmuyor. Halbuki Batıda bunlar didik didik edildi. Tekrar ortaya çıkmasın diye tedbirler alındı. Bizde ise insanlar kendini tanıtırken soykırım suçunu görmezden gelirken biri ben müslümanım diyor, diğeri ben Aleviyim diyor. Sanki sorun müslümanlık ve Alevilikmiş gibi. Sorun bunlar değil, sorun kişilikler ve adını koymadıkları ideolojileridir.