MEHMET EFE ÇAMAN
Herkes kralın üzerindeki giysiyi çok beğense ve hatta alkışlasa da, kralın üzerinde giysi olmadığını, yani, kralın çıplak olduğunu söylemeye devam etmek enteresan bir duygu. Arada mantık zincirindeki birkaç öğeyi görmezden gelmek ya da hesaba katmayı unutmak, evet, tüm analizi etkiliyor. Seçimlerden bahsediyorum. Tabii daha önceki konuya ilişkin analizlerde ele almaya çalışmış, demokratik seçimlerin hangi koşullarda gerçekleşebileceğini, hangi koşullarda ise bu işin sadece yeni rejimi kamufle eden ve meşrulaştıran bir demokrasicilik oyunu olacağını elimden geldiğince izah etmeye çabalamıştım. Fakat ülke seçim atmosferine girdi. Adaylar belirlendi. Erdoğan ile beraber, Muharrem İnce (CHP), Selahattin Demirtaş (HDP), Meral Akşener (İyi Parti), Temel Karamollaoğlu (Saadet Partisi) ve Doğu Perinçek (Vatan Partisi) cumhurbaşkanı adayı. Elbette Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yüz bin imza ile aday olanlar ve özellikle de Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk durumunu göz önünde bulundurarak, bu adaylar hakkında bir değerlendirme yapacak. En nesnel şekliyle, değer yargılarında bulunmadan, olan durumun özeti budur. Şimdi gelelim işin çözümleme bölümüne.
Kuramsal bir giriş yapmadan hemen belirterek başlayalım, yani “hastalığın” tanısını koyalım önce: İddia ediyorum ki bu seçimler özgür ve adil bir seçim olmayacak. Yani özgür olabilmesi için ülkede hukukun üstünlüğü ve temel özgürlüklerin anayasal ve yasal güvence altında olması gerekli. Bu var mı bugün? Bu sorunun yanıtını herkes biliyor, lütfen bilenler bilmeyenlere izah etsin! İsterseniz bu soyut “hakları” biraz açalım. Perihan Pulat’ın nasıl polisçe darp edildiğini görmeyenler, o videoyu izleyerek ve darp sonrası 75 yaşındaki emekli Sayıştay hâkimi (hani şu ismi anayasada yazılı olan ama cismi pek ortalarda görünmeyen yüksek denetim organı yok mu, hah, işte o) hanımefendinin yüzünün ne hale geldiğini görebileceğiniz fotoğraflara baksın. Ve bu elim örnekte kaç anayasal temel hak ihlal edildi, bir hesap etmeye çalışsın, olmaz mı? Sonra hala ikna olmayanlar, her ay 3,000’in üzerinde insanın kadın-erkek, çoluk-çocuk Meriç’in demir gibi soğuk sularını aşarak, “hür ve adil” seçimlerin yapılacağı Türkiye’den kaçmaya çalıştığıyla ilgili haberlere bir göz atsın. Mesela Esma Uludağ adlı zavallı kadının öyküsünü okusun! Esma Uludağ gibi daha nicelerinin hikayelerini öğrensin, mesela Osmaniye Cezaevinde kalp krizi geçirerek ölen polis amiri Ahmet Tatar’ın, annesinin yanında asker aramasında kışın ayazında çırçıplak soyulan küçük Kürt kızının, rutinleşen işkence esnasında makatına cisim sokulan ve iç organları parçalanarak katledilen öğretmen Eyüp Birinci ve göğüs kafesine ve kafatasına aldığı ağır darbelerle kemikleri kırılarak katledilen öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun dramlarını öğrensin! Eğer bu “temel haklar durumuna ilişkin genel değerlendirme” de yetmediyse, daha önemli verilere geçebiliriz.
Mesela demokratik seçimler ve rekabetçi seçim modelleri üzerine kafa yoranlar varsa, benim tavsiyem 7 Haziran 2015’te 6 milyon, 1 Kasım 2015’te 5 milyon 144 bin oy alan ve Türkiye’nin TBMM’ye giren üçüncü büyük partisi olan HDP’nin onlarca milletvekilinin neden hapishanede olduklarını kendilerine sormalarıdır. Mesela daha da enteresanı, cumhurbaşkanı adayı (bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 4 milyon oy almış olan!) Selahattin Demirtaş’ın hapisten nasıl da görkemli bir “adalet” içinde diğer adaylarla kıyasıya “rekabet” edebileceğidir – ki dünya demokrasi tarihine geçeceğinden ve ileride ders kitaplarında okutulacağından emin olduğum bir hukuk ve siyaset bilimi vakasıdır! Hani seçimler “özgür” ve “adil” olacak ya! Hah, işte tam ondan bahsediyorum ben de!
Fakat bence bunun gibi “devede kulak” (!) birtakım ufak meseleler, demokratik seçimlere halel getirmemiş ve getirmeyecek olabilir hala! Bu nedenle, bir sonraki aşamaya, mesela adayların seçim çalışmalarının halka duyurulması meselesine gelelim, olur mu? Çünkü sizi sıkmak istemiyorum. Çeşitlilikte bereket vardır. Ve bizim memlekette bu demokratik seçimler meselesi oldu mu, örnek üstüne örnek – adeta büyük bir bolluk olur, olmaz mı? Yani şimdi işin kolayına kaçıp da, seçim günü oy sayım işlerini hangi “bağımsız” ajans(lar) verecek gibi bir soru sorarak “vatan haini” ve “Fetöcü” diye kan görmeden kendinden geçen Kont Drakula ekibine malzeme vermek istemem. Öyle ya, Anadolu Ajansı ne güne duruyor? Türkiye’ye fazla bile onun tarafsızlığı! Ama mesela bundan birkaç hafta önce zaten ehlileştirilmiş ve evcilleştirilmiş Doğan Medya grubunun da haber ajansı Saray’a bağlanmış olması – öyle dediniz değil mi az önce? Hayır, sanki kulaklarıma öyle gibi geldi! Daha mı geriye gidelim dediniz? Ne yani, şimdi illa bana Cihan Haber Ajansı’na “hukuki müdahalede bulunan” ve operasyon yapan devletimizi mi yazdıracaksınız burada? Hiç girmeyelim bu konuya. Yani seçimler olurken, paşa paşa herkes evinde TV’den Anadolu Ajansı’nın vereceği datalar çerçevesinde yayınını yapar! Birkaç sandıkta nümayiş falan oldu mu, devletimizin yetkili ağızları işin sorumlusunun “FETÖ” olduğu haberini geçer, ve evelallah “olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar”. Aynı Rusya, Azerbaycan, İran, Özbekistan falan hesabı yani, bu coğrafyanın gerçeklerini kabul edemeyen mankurtlara bakmayın siz! Onlar toplumun huzurunu bozmak, “algı operasyonu” yapmak istemektedirler mutlaka. Bizim AA’ya güvenimiz tam, değil mi? Kusura bakmayın ama değil işte! Hiciv de etsek, analizi ironi yaparak sulandırsak da, gerçekler ortada. Dahası, paragrafın başında açtığım konu ciddi bir sorun olarak sırıtmakta: adaylar nasıl kendilerini, programlarını, vaatlerini halka anlatacak? Aralarında telepatik olan mı var? Yoksa kulaktan kulağa oynayıp zafer elde ederek bir tür 21. yüzyıl mucizesi mi gerçekleşecek memlekette? Anlayamıyorum.
Yani toparlayalım: Anayasal haklar, hak götüre! Seçim güvenliği – oy sayımı dâhil – evlere şenlik. Medyaya erişim mafiş. E geriye ne kaldı? Bu şartlarda giriliyor seçimlere. Bu memlekette yazı yazdı diye terörist ilan edilen ve ağırlaştırılmış müebbet hapis yiyen onlarca yazar var! Ahmet Altan nerede? Mehmet Altan nerede? Nazlı Ilıcak nerede? Mümtazer Türköne nerede? AB ve ABD’den birçok aklı başında siyasetçi, uzman, akademisyen ve gazeteci, bu şartlarda seçim yapmanın çok zor olacağını söylüyor. Diplomatik dil böyle olunca siz onu “bu iş boşa kürek çekme” diye okuyun. Yani dünya gerçekleri biliyor. Almanya’dan görüştüğüm bir milletvekili, “bu şartlarda demokratik ve adil bir seçim olmayacağını” ve “her şeyi kontrol eden Erdoğan’ın öyle ya da böyle seçimlerin galibi olarak kendisini ilan edeceğini” bana bizzat söyledi. Yani uluslararası toplumda oluşan genel kanaat bu yönde. Benim bu konudaki fikrimi bilenlerin de bu tezime karşı yegâne argümanları, “ne yapalım yani, pes mi edelim” türünden bir yaklaşım. Evet, çok acizce bir tutum bu, biliyorum. Sınava çalışmayan ve konuyu bilmeyen öğrencinin testte toto oynayarak geçer not almayı hayal etmesi gibi, son derece akıl dışı.
Haydi, bir senaryo kuralım ve diyelim ki, her şeye karşın bir mucize oldu ve gerçekten de ağır engellemelere karşın, hak ihlallerine rağmen, medyanın durumu ve YSK faktörü falan bir şekilde beklenen rolü oynamasın ve seçimleri Erdoğan dışında bir aday önde götürsün. O gece ne olur? Erdoğan, “elbette, sorun yok, adil seçim oldu, gereğini yerine getireceğim” der mi? Yoksa yeni bir darbe girişiminden, “FETÖ’den”, finans lobisinden, dış mihraklardan veya onun ve çevresinin bu konudaki çok geniş fantezisine başvurarak seçimleri iptal mi eder? Hangisi?
Haydi, bir başka senaryo kuralım: Derin devlet üzerine inşa edelim bu kez. Benim kanımca Akşener derin devletin ikinci adayı. Hani çölde kar yağarsa deyip çantaya atılan kaban misali. Oldu ki ekonomik krizdir veya başka bir öngörülemeyecek faktördür, bir şekilde Erdoğan düşüşe geçti. Akşener, bayrağı kaldığı yerden alacak adaydır. Zaten en “FETÖ” karşıtı olma yarışında Erdoğan’ın ardından o gelmiyor mu? Ya Muharrem İnce konusunda ne demeli? Ulusalcılar yeknesak “FETÖ” söylemini benimsemiş durumda değil mi? Erdoğan’dan ve İslamcılardan ayrıldıkları tek nokta, “AKP ‘FETÖ’nün siyasi kanadıdır, bir onlardan daha anti cemaatiz” söylemi. Yani bakın, hasbelkader bir kaza oldu ve seçimi diyelim ki ikinci turda bir başka aday kazandı. Zannediyor musunuz ki Türkiye normalleşecek? Yeni gelen kendisini aklamak ve ispat etmek için daha yoğun bir takibat politikasına girişecek. Hani bunlar sözde bloklaştılar ya. Aslında ortada tek bir blok var: anti-demokrasi bloğu. Çünkü rejimin söylemini hepsi benimsemiş durumda. Kendi mahallesinden haksızlığa uğrayan varsa onların hakkını hukukunu savunuyorlar. Ama topyekûn “bu memleketin anayasası gitmiş kardeşim” diyen var mı? “Bu ülkenin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmuyor kardeşim!” diye ortaya çıkanı var da biz mi görmedik? MHP sağ nasyonalist, CHP solumsu nasyonalist, Meral Hanım “ne iş olsa yaparım” diye derin yapıya göz kırpan, Devlet Bahçeli’nin daha efektifi olma heveslisi konumda. Zaten 1990’larda yaptıkları, şimdilerde yapabileceklerinin güvencesi, öyle değil mi! Yeter ki eline güç geçsin. Temel Reis zaten Sivas’tan bugüne 180 derece döndü ve Machiavelli’den bugüne “güç, sen nelere kadirsin!” diyenlere güzel bir siyasi kişilik örneği sundu. Ve tam bir Türkiye klasiği oluşturdu!
Geriye Selahattin Demirtaş kalıyor. Tüm Kürtler ona oy verecek. Sistemin adamı olmayan, rejime karşı duran tek aday o. Onun da adaylığına engel olabilir YSK – anti parantez belirtelim yine. Ama oldu ki engel olmadılar. Demirtaş’a Kürt olmayan sol oylardan da epey bir giden olur kanısındayım. Da, oyları kim sayacak. Başladığımız yere döndük mü? Ya da adamcağız hapisten nasıl bir kampanya yürütecek? Yine başladığımız nokta! Yani iş bir kördüğüm. Türkiye’ye – ola ki – demokrasiyi birisi getirecekse, bu şüphesiz Demirtaş olacak. Ama buna derin yapı da satıhtaki siyaset müsveddesi zevat da izin vermez! Ve işte yazalım ve adını koyalım; bu ortak (ve onursuz) kırmızı çizgi, Türkiye’nin fay hattı olmaya devam eder! Bu seçime Demirtaş’ın katılması (veya katılamaması) bu gerçeği daha da belirginleştirir ve derinleştirir sadece.
2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri! Baştaki reis kimin nesi, daha net görmemizi sağlayacak olması bakımından önemlidir. Demirtaş’ın dramı ve Kürtlerin parya olma durumlarının bir kez daha ortaya çıkması bakımından (dünya kamuoyu nezdinde tabii, yoksa Türkiye’de normal vatandaşın böyle bir derdi olmaz!) önemlidir ve seçimler buna vesile olur mu? Olur! Dünyada seçime yaklaştıkça daha bir Türkiye ve korkunç insan hakları durumu gündeme girer mi? Evet girer! Rejim üzerinde baskılar artar mı? Artar. Ekonomi daha da fazla yalpalar ve sonunda kamyon devrilir mi? Seçimlerden sonra olacak en güçlü projeksiyonum bu yönde. Ve bu konuda – istisnai olarak – birçok kişi de aynı doğrultuda yorum yapıyor. Yani söz ile uslanmayanın hakkından iktisat mı gelir? Belli olmaz. Çünkü bu rejim, açken tok olduğuna bile ikna edebilir insanları elindeki vasıtalarla. Anlayana havuç, anlamayana sopa!
Evet, adaylar ve seçim. Medya ve seçim. Anayasa ve seçim. Geçim ve seçim! Bu hareketli seçim öncesi gündemi, seçim sonunda başka hareketli gündemler kovalar. Günler ayları, aylar yılları takip eder. Yeni dramlara uyanır, yeni acılara ortak oluruz. Baştaki isimlerden çok, yaşadığımız koşullara ne zaman daha fazla ilgi göstereceğiz? Önemli olan size eziyeti kimin yaptığı, onun yapmaya devam edip etmeyeceği veya daha ne kadar edeceği olmadığı gibi, o eziyet edemeyecek duruma gelirse, onun yerine eziyet etmeye kimin geleceği meselesi değil! Yani demokrasi bu değil! Eğer bu sanıyorsanız, üzgünüm birinin size gerçeği söylemesi lazım, sizi kandırmışlar! Haydi, şu gerçekle yüzleşin artık: kral hala çıplak!
Ya siz demek istiyorsunuz. Bu afra tafranız kime! Sanki hakikatler bir tek size ayan, bizler de koyun misali her önümüze gelen gündeme inanan Pollyannayız.
Ne işkencecileri kadrosuna alan Akşener, ne ulusalcı Muharrem, ne o ne bu ne de sizin çok umut bağladığınız ama bana komplo kuran hakimler savcılar Fetö den içeride şimdi diyen Demirtaş bizim umudumuz.
Çözüm namına sunduğunuz hiçbir şey yok. Sanki bizler yapmakta olduğumuz işimizi gücümüzü bırakmışız da bu sefer bir şeyler değişecek diye bekleşen naif kimseleriz. Malumu ilan edip karamsarlık uyarmak kolaydır. Tek bir duamız var masumlar ve mazlumlar bir an önce bu cehenmemden kurtulsunlar ve dünyanın dört tarafına gidebilsinler. Bu hangi şartta olacak biz artık ona bakmıyoruz. İş Rabbim ile onlar arasında biz işimize bakıyoruz.
Erdoğan’ın koltuğu bırakmak istemeyeceğini ve ülkedeki ortamı da biliyoruz. Ama karşıda en azından şerefli bir mağlubiyet yaşayacak bir muhalefet var; korkak olmayan, çözüm üreten ve geniş bir yelpazeye hitap eden…. En azından deriz ki adamlar ellerinden geleni yaptı ama olmadı. Şimdiye kadar akpartiyi eleştirip “ama alternatifi yok, halk ne yapsın” derlerdi. Şimdi o bahane de kalktı.
Mehmet Bey,
Ayarlar yine alt üst oldu. Evet, haklısınız, demokrasi o değil. Kafalarda demokrasi yoksa zorla da gelmiyor bu meret. Gelse de kıymeti bilinmez, ikinci el pazarinda paçavra olur.
İş kafalarda, özümsemekle, hukukta, adalette. Yani ödev biraz zor gibi. Talebeler de çok tembel…
Malzeme bu, ne çıkacak bu kumaştan bilemiyorum. Seferden sorumluyuz ya, hadi doğru kabul edip bu önermeyi iyimser olalım.
Ayarlarımız bozulsun ki belki doğru ayara yol bulalım.
Aynı tarzda devam lütfen. Var olun.
Ahmet Altan, A. Turan Alkan’dan bizi mahrum ettiler. Bülent Keneş Bey ve sizi onların yerine okuyoruz.
Bilal bey, siz niye alındınız ki? Yazar; tarihe not düşmüş, durum tespitini yapmış, analizini ortaya koymuş ve duyarsız yığınlar ile aymaz siyasileri eleştirmiş. Muhtemelen baharı bekleyen bir mağdursunuz, yani yazarın muhatabı siz değilsiniz. Bu sitede yazısı yayınlanmış olabilir ama eleştirdiği genel olarak ülkemiz, cemaat değil.
Fazla incelemeye gerek yok. Herkes hafiye degil her seyi derinlemesine inceleyip hazm ve hatmetsin. Bazen iyi taraflarini goz onune almak ve kusurlarini fazla irdelememek lazim. Bu kural sizin icin de gecerli. Daha iyisini goremedigimiz icin oylar Erdogan ve AKP’ye demek en dogrusu. Memlekete hayirli olsun diyelim.