Ana Sayfa HABER Cinayeti kameralar gördü ama…

Cinayeti kameralar gördü ama…

HABER-ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN 

Yazıya bir hatırlatma ile başlayayım. 

Türkiye 15 Temmuz 2016’da yaşanan şüpheli askeri hareketliliğe olağanüstü şartlarda gitti.

Öyle ki 2015 Ekiminden başlayarak 2016 Haziran sonuna kadar olan dönemde üst üste büyük terör saldırıları oldu.

Mesela 10 Ekim’de Ankara Tren Garı saldırısı oldu ve 109 vatandaşımız hayatını kaybetti.

Herşeyiyle şüpheli bir saldırıydı ve maalesef doğru dürüst soruşturma-yargılama bile yapılmadı.

23 Aralık’ta Sabiha Gökçen Havalimanı’nda (1 kayıp), 12 Ocak’ta İstanbul Sultanahmet (13 kayıp), 13 Ocak’ta Diyarbakır Çınar (6 kayıp), 17 Şubat Ankara Merasim Sokak (29 kayıp ) 13 Mart Ankara Kızılay (37 kayıp ), 19 Mart İstanbul İstiklal Caddesi (4 kayıp ), 31 Mart Diyarbakır otogar (7 kayıp), Gaziantep Emniyet Müdürlüğü (3 kayıp) Bağlar (3 kayıp), İstanbul Vezneciler (7 kayıp), Mardin Midyat (7 kayıp) ve en önemlisi 28 Haziran 2016’da İstanbul Atatürk Havalimanı saldırısı oldu. 44 kişinin hayatını kaybettiği bu saldırıdan bir hafta sonra, 4 Temmuz’da MİT kaynaklı ‘Gizli’ ve ‘İvedi’ bir istihbarat notu tüm askeri birliklere dağıtıldı. Bu rapora göre IŞİD saldırısı bekleniyordu. ‘Muhtemel hedefler’ listesi de hayli geniş tutulmuştu. 

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Türkiye ‘bir yere hazırlanıyordu’ ve çok geçmeden bunun ne olduğu ortaya çıktı. 

15 Temmuz. 

ODATV BİLE KABUL ETTİ 

Bu köşeyi takip edenler bilir. 

Şu ana kadarki araştırmalarıma göre 15 Temmuz bir darbe girişimi değil, dört dörtlük bir istihbarat operasyonuydu.

Bizzat Erdoğan, Hakan Fidan ve Hulusi Akar üçlüsü tarafından kurgulanıp, TSK içinde ve daha önce emekli olmuş Ergenekoncu kadroların desteğiyle hayata geçirildi.

Bunu söylerken şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Gerçekten de o akşam darbe yaptığını sanarak sokağa çıkan az sayıda asker vardı. 

Boş havuza atladıklarını fark ettiklerinde iş işten geçmiş, tuzağa düşmüşlerdi. 

Ayrıca, Türkiye son 6 ayda büyük terör saldırıları yaşadığı için ‘terör riski’ denilerek askeri sokağa çekmek kolay olacaktı. 

Nitekim öyle de oldu. 

Eğer mahkeme ifadelerine bakarsanız bunu net olarak görebilirsiniz. Birbiriyle ilgisi olmayan rütbe ve konumdaki askerlerin hepsi terör riski nedeniyle göreve koştuklarını anlatıyorlar. 

Bugüne kadar ne Erdoğan rejimi ne de gizli-açık destekçileri bu gerçeği dikkate almamıştı.

Ancak yakın zamanda ilginç bir gelişme oldu ve Odatv ‘birçok askerin emir komuta gereği ya da terör tehdidi var diye sokağa çekildiğini, bu askerlerin, harbiyeli öğrencilerin darbeci diye yargılanamayacağını’ yazdı.

Gerçek niyetleri başka olsa da, 4 yıl sonra bu noktaya gelseler de önemli bir aşamaydı.

Askeri öğrencilerin, alt rütbeli subay astsubayın terör riski nedeniyle sokağa çekildiği gerçeğini göz ardı etmek, gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemekle eşdeğer. 

İNFAZIN GÖRÜNTÜLERİ HERŞEYİ ANLATIYOR 

Bu noktada çok önemli bir gelişme oldu.

669 sayılı KHK ile ihraç edilen Jandarma Yüzbaşı Ümit Berber sosyal medya hesabından bir video paylaştı.

Video, 16 Temmuz sabahı Jandarma nizamiyesinde çekilmiş. Güvenlik kameralarında Yüzbaşı Yasin Özdemir ve erlerin elleri havada ve yarı çıplak vaziyette, teslim olmak için kapıya yürüdükleri gözüküyor.

Ellerinin havada olması, yarı çıplak olmaları net bir şekilde ‘tehlike arz etmediklerinin’ delili. 

Yani onları gören kolluk gücünün kontrollü bir şekilde gözaltı işlemi yapması gerekirdi.

Ancak öyle olmuyor.

En önde dışarı çıkan yüzbaşı Yasin Özdemir hedef gözetilerek vuruluyor. Otopsi raporuna göre boyun ve göğüs bölgesinden 4, karın bölgesinden 2 kurşunla vurulmuş. 

Bir kurşun da sıyırarak geçmiş. 

Yani elleri havada dışarı çıkan Yasin Özdemir infaz edilmiş. Bu işlemin hukuktaki karşılığı cinayettir.

Yasin Özdemir darbeci olsa bile, ki darbeci olduğuna dair en küçük bir işaret yok, infaz edilemez, tutuklanıp adil bir şekilde yargılanması gerekirdi.

Oysa ki yüzbaşı Özdemir’in girişte bahsettiğim terör tehdidi emri nedeniyle birliğine geldiği yönünde ifadeler var. 

Zaten güvenlik kameraları kayıtlarına göre 15 Temmuz akşamı 23.13’de kışlaya geliyor. Bütün gece karargahta kalıyor. Herhangi bir çatışmaya katıldığına dair de veri yok.

Kaldı ki ifadelerde net olarak görüleceği üzere Jandarmayı kuşatan Polis özel harekat ve Jandarma özel harekat timleri kimsenin çıkışına izin vermemişti.

Yüzbaşı Yasin Özdemir’i öldüren mermilerin zırhlı polis aracından geldiğine dair deliller ve hatta polis aracının plakasına kadar dosyada mevcut ama 4 yıldır bir işlem yapılmadı. 

DEĞİŞTİRİLEN OTOPSİ RAPORLARI 

Yazının ilerleyen bölümlerinde başka örneklerde vereceğim. Şu aşamada yüzbaşı Yasin Özdemir’den devam edelim.

Yasin Özdemir’in otopsi raporunda da açıkça görülebileceği gibi vücudunda 6 mermi girişi var.

Ancak Özdemir’e otopsi yapıldıktan 5 ay sonra; 14 Şubat 2017’de Ankara Emniyet Müdürlüğü raporunda yüzbaşı Özdemir’in vücudundan sadece bir mermi çıkarıldığı onun da balistik açıdan teşhis ve tespite uygun olmadığı iddia edildi. 

Yani açıkça cinayetin üstü örtülmüş.

Oysa ki 15 Temmuz akşamı Jandarma Genel Komutanlığı etrafında hem polis hem jandarma keskin nişancılarının olduğu şüpheye gerek bırakmayacak kadar net. 

 

HAYALET KESKİN NİŞANCILAR 

Bilindiği gibi İstanbul Boğaz Köprüsü’nün kulelerinde keskin nişancıların olduğu iddiası uzun süre konuşulmuştu.

Benzeri bir durum Ankara’da söz konusu.

Jandarma Genel Komutanlığı civarına yerleşen keskin nişancılara dair bir araştırma henüz yapılmadı.

Oysa ki orada keskin nişancıların olduğu delilleriyle sabit. Kaldı ki JÖH timinin komutanı Yarbay İrfan Tüten’de keskin nişancıların önceden yerleştirildiğini ifadesinde söylüyor.

Zaten iddianamenin 91.  sayfasında 3 adet keskin nişancının civardaki yüksek binalara yerleştirildiği, 652. Sayfada ise polis ile askerler arasında çıkan çatışmalarda darbecilerden öldürülenlerin olduğu anlatılıyor.

Ayrıca dönemin Polis Özel Harekat müdürü Eraslan Er, 30 Kasım 2016’da TBMM Meclis Darbe Komisyonu üyelerine şöyle demiş “Jandarmadaki generalin bize söylediği Türkiye’deki darbe buradan yönetiliyor. Biz de ya Allah Bismillah dedik, artık tepecilerimizle, keskin nişancılarımızla ufak ufak avlamaya başladık hainleri”.

Çok sayıda müşteki de mahkeme ifadelerinde keskin nişancıları anlatıyor.

Müşteki Muttalip Akpınar’ın ifadeleri 7 Şubat 2019 tarihli çözüm tutanağına şöyle yansımış: “Ben tam sırtımı caminin perde betonu var, perde betonun arkasına sırtımı dayadım. Ben göğsümde beş tane kırmızı noktanın olduğunu gördüm. Tişörtüm de siyahtı. Bizi vuracaklar dedim” 

Bu esnada mahkeme başkanı Abdullah Köksal ‘nereden geliyor kırmızı ışıklar?’ diye soruyor.

Akpınar anlatmaya devam ediyor; “Nereden geldiğini görmedim, sırtım Jandarma Genel Komutanlığına dönüktü, yüzüm aşağı dönüktü. Ben koşmaya başladım, ama ateş etmedi. Lazerin göğsümden geçtiğini gördüm” 

Bir başka örnek.

17.Ağır Ceza Mahkemesi, müşteki Hülya Özsoy eşinin şehit oluşunu anlatıyor…  Özcan Özsoy’un Jandarma’nın önünde başından yaralandığını, 4 ay tedavi gördükten sonra hayatını kaybettiğini aktarıyor.

Hakim helikopter atışı ile mi şehit olduğunu sorunca Hülya Özsoy “hayır keskin nişancı vurdu?’ diye cevap veriyor. 

Hakimin aynı minvaldeki sorularına ‘çatıdan keskin nişancı atışıyla şehit oldu’ cevabını veriyor. Ancak sonradan ilginç bir gelişme yaşanıyor ve Özcan Özsoy Jandarma davasındaki maktüller arasından çıkartılıyor. 

 

İNFAZLAR VE TSK ENVANTERİNDE OLMAYAN MERMİLER 

Gerçekten de 15 Temmuz yargılamalarını yapan mahkemeler tam da Doğu Perinçek’in ‘yargı siyasetin köpeğidir’ tanımlamasın uygun hareket ediyor. 

Sanıkların taleplerine cevap verilmiyor, mahkeme başkanları alenen ihsas-ı rey yapıyor.

Yargılamalar evlere şenlik. 

Aynı kişiye ait iki farklı otopsi raporu bile var. Daha önce dosyada olan veriler sonraki duruşmalarda ‘buharlaşmış’.

Mesela; 15 Temmuz’un sembol olaylarından Emniyet Terörle Mücadele Daire Başkanı Turgut Aslan’ın yaralanması, koruması Hasan Gülhan’ın şehit edilmesinde kullanıldığı iddia edilen 11CO1248 seri numaralı MP-5 tabanca ortadan kaybolmuş. 

Artık silahın kaydı yok. 

Delil mahiyeti taşıyan önemli bir silahın kaydı siliniyor ve mahkeme sanıkların talebine rağmen silahın akıbetini araştırmıyor.

Bir başka tuhaflık şöyle; olay yerinden 5.56 mm çapında 377 kovan toplanmış. Bu kovanların da 44 ayrı silahtan atıldığı kriminal raporla sabit. Ancak 26 rütbeli sanık var ve bu sanıkların dışında 18 silahın daha sahibinin olması gerekiyor. 

Ancak mahkeme bu 18 silahı araştırmıyor. Böyle olunca da kimin kimi vurduğu tespit dahi edilemiyor.

Şimdi gelelim çok önemli, can alıcı bir detaya; 

Mahkeme dosyasında yer alan otopsi raporlarına göre Mustafa Avcu, Yakup Başıbüyük ve Ömer Takdemir’in vücudundan zırh delici çelik mermi çekirdeği çıkarılıyor. 

Aynı zamanda darbecilerin kullandığı zırhlı personel taşıyıcının üzerinde de zırh delici çelik mermi çekirdeği çıkarılıyor.

Bu çok önemli bir detay.

Çünkü 9 mm zırh delici mermi TSK envanterinde yok. Sanıklardan teğmen Necip Erkul “Bu mermiyi Sarsılmaz, Yavuz 16, Kılıç 2000, Zigzaver, Zigana T, Baretta 16, MP-5 ve suikast silahı Uzi tabancaları atabilir. Ancak 9 mm çelik çekirdeğin NATO kapsamındaki askeri personel tarafından kullanılması yasaktır ve birliklerde yoktur. O zaman nereden geldi bu 9 mm çelik çekirdekli mermi ve bu cinayetleri kim işledi?”

Bir başka soru işareti ise şu; Şehitler Ümit Çoban, Medet Ekizceli ve Rüstem Resul Perçin’in vücudundan çıkan mermilerin faillerini bulmak için yapılan çalışmanın raporuna göre (ANK-BLS-19-09077) bu mermiler sanıkların silahlarından çıkmamış. 

Tüm silahlar toplanmış ve balistik incelemesi yapılmış. Ancak maktüllerden çıkan mermiler bu silahlara ait değil.

O zaman bu insanları kim şehit etti? Neden araştırılmıyor?

Son derece makul bir soru ve büyük bir şüphe. Ancak mahkeme bu konudaki şüpheleri halen giderilebilmiş değil.

Düşünsenize, şehitlerden çıkan kurşunların bir kısmı TSK envanterinde olmayan silah ve mühimmata ait çıkıyor. Peki bu kişileri kim şehit etti ? Birileri o gece daha çok kişinin hayatını kaybetmesi için ‘sahaya mı indi’?

OTOPSİ VE BALİSTİK RAPORU 3 KEZ DEĞİŞMİŞ 

Sivil şehitlerden Ömer Can Açıkgöz’ün dosyasına bakalım.

2 Ağustos 2016 tarihli otopsi raporuna göre ateşli silah yaralaması ile hayatını kaybediyor. Otopsi raporuna göre vücuda 2 adet ateşli silah mermi girişi var. 

Mermilerden birisi vücuttan çıkmış, cesetten çıkarılan 1 adet deforme mermi çekirdeği savcıya teslim edilmiş. Yani elde bir mermi çekirdeği de var.

Ancak Ankara Polis Kriminal Laboratuvarı’nın 14 Şubat 2017 tarihli raporuna göre bu bir mermi değil ‘metal parçası’ ve ‘kesin tanı için yeterli değil’ denmiş.

Aynı olaya dair üçüncü rapor olan 11 Şubat 2019 tarihli balistik raporunda ise mermi ya da metal parçası değil, ‘nüve’ olduğu, teşhis niteliği olmadığı belirtilmiş.

Basit bir teknik detay gibi gelebilir ancak unutmamak lazım ki mermi çekirdeği o merminin hangi silahtan çıktığının delilidir. Otopside ‘mermi çekirdeği’ olan delil, daha sonra ‘metal parçası’na en sonunda da ‘nüve’ye dönüşüyor.

Ceset aynı ceset, delil ayın delil iken bu değişiklikler nasıl oluyor ?

Eğer o çekirdeği ‘kaybeder’, raporları değiştirirseniz gerçekten o kişiyi öldüren kişi ya da kişileri de yargıdan kaçırmış olabilirsiniz. Sanıkların buna dikkat çeken tüm talepleri mahkeme tarafından geri çevrildi.

Şüpheli işlem Açıkgöz ile sınırlı değil.

 

ŞEHİTLERİN VÜCUTLARINDAKİ MERMİLER NASIL KAYBOLDU?

Bir de cesetlerden ‘kaybolan’ mermiler var.

Yani vücuda giren ve çıkmayan mermiler bir süre sonra ‘kayboluyor’.

Şehitlerden Erkan Er’in otopsi raporuna göre vücudunda 4 mermi giriş, 3 mermi çıkış yarası var. Doğal olarak cesette bir mermi çekirdeğinin olması gerekirdi.

Ancak o mermi çekirdeği delil klasörlerinde yok. 

O mermi çekirdeği merminin hangi silahtan çıktığının tespiti için önemli ama ortada yok. Otopsi raporuna göre çıkarılıp delil klasörüne konmuş.

Jandarma önünde hayatını kaybeden teğmen Abdulkadir Karadağ’ın otopsi raporuna göre 3 giriş ve 1 çıkış yarası var.

1 mermi çekirdeği savcıya verilmiş ama ikinci mermi kayıp. Aynı durum yüzbaşı İlyas Pekdemir’in otopsisinde de görülüyor. 3 mermi girişi, 1 çıkışı gözüküyor ancak savcıya teslim edilen 1 mermi çekirdeği var.

Söz konusu kişilerin kimler tarafından vurulduğunun tespiti için hayati öneme sahip ama mahkeme bunları araştırmadığı gibi, delil mahiyeti olan mermi çekirdekleri otopsi ile adli tıp arasında buharlaşmış.

Şehitlerden Ümit Çoban’ın yüzü jandarmaya bakarken ensesinden vurulmuş, Medet Ekizceli’nin vücudundan çıkan mermi TSK’ya ait değil, Rüstem Resul Perçin’den çıkan mermi de sanıkların silahından çıkmamış.

15 Temmuz akşamı çok sayıda şüpheli işlem olduğu için “acaba birileri delilleri yok ederek gerçek katilleri saklamaya mı çalışıyor” sorusu ortada duruyor.

Sivil şehitlerden Battal İlgün’ün dosyasına bakalım.

35 yaşındaki Battal İlgün, abisi Erkan İlgün’ün anlatımlarına göre Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önündeki çimlerde sabah namazını kılarken vuruldu. İlgün’ün otopsi raporuna göre öldürücü mermi sol omuz üst kısmından girip göğüs sağ meme bölgesinden çıkmış.

Yani soldan gelen bir atışla vurulmuş. Bu ayrıntı çok önemli.

Mahkeme dosyasında ayrıntılı kroki var. Kıbleye dönen birisinin jandarma genel komutanlığı istikametinden sol omzundan vurulması mümkün değil. 

Merminin giriş açısına göre Atatürk Orman Çiftliği içinden ateş edilmesi gerekiyor. Üstelik İlgün’ün vücudundan çıkan mermi çekirdeği jandarma personelinin kullandığı silahlara ait değil.

İlgün gibi çok sayıda şüpheli ölüm var mahkeme dosyalarında. Gerçi mahkemeler bu argümanların hiç birini dikkate almıyor. Oysa ortada temel bir şüphe var; eğer bu kişi askerlerce vurulmamışsa kim vurdu?

Mahkeme evrakları hayli ilginç detaylarla dolu.

Mesela Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile Jandarma Genel Komutanlığı arasındaki bölgede mobese kamerası yokmuş. Malum olduğu üzere bu bölge Türkiye’nin en iyi korunan yeri.

Her yerde kamera olduğunu bilmek için uzman olmaya gerek yok.

Ancak söz konusu MOBESE kayıtları mahkemeye getirilmedi. Sanıkların ısrarlı talepleri sonrasında Ankara Emniyeti’nden gelen yazıda (6.celse) bölgeye mobese kameralarının 24 Ekim 2016 tarihinden sonra yerleştirildiği söyleniyor. Yani Ankara Emniyeti’ne göre 15 Temmuz’da bölgede MOBESE kamerası yokmuş.

Fakat ilginçlik burada bitmiyor.

Sanıkların ısrarlı talepleri sonrasında 14 Ekim 2019 tarihli bir cevabi yazı geliyor. Daha önceki açıklamaların aksine emniyet ‘ellerindeki görüntülerin arşivde olduğunu, istenmesi halinde verebileceklerini’ söylüyor. Oysa aynı emniyet daha önceki yazışmalarda o bölgeye ait MOBESE kaydı olmadığını açıklamıştı.

Aradan geçen 3,5 yılda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni çevreleyen kamera kayıtlarının hala mahkemeye ulaştırılmadığı bir yargılama var ve mahkeme karar aşamasına geldi.

KORUMA ZIRHI BU YÜZDEN ÇIKARILDI

Görüldüğü gibi 15 Temmuz akşamı yaşananlar Erdoğan rejiminin dayattığı ‘resmi söyleme’ zıt. 

Ortada gerçek bir darbe olmadığı gibi, daha önceden hazırlıkları yapılan bir imha planı uygulamaya konmuş.

‘Görev’ diye birliklerine çağrılan hiçbir şeyden habersiz askerler keskin nişancılara, gariban harp okulu öğrencileri İŞİD sempatizanlarına yem edilmiş.

15 Temmuz öncesi kum dolu kamyonları bile düşünen iktidar, 15 Temmuz sonrası ‘yasal düzenlemeleri’ de unutmadı.

696 sayılı KHK ile özel bir düzenleme yaptı ve katillere koruma- dokunulmazlık getirdi.

24 Aralık 2017 tarihli kararnameyle ‘darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket edenlere, resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın cezai sorumsuzluk’ getirildi.

Kameraların önünde teslim olmuş askeri infaz edenler, silahsız harp okulu öğrencilerinin boğazını kesenler bu yasayla koruma altına alınmış oldu. 

Sizce uğruna özel KHK çıkardıkları katiller, kameraların kör ve sağır olduğu kuytu köşelerde başka hangi cinayetleri işlediler?

Hiç düşündünüz mü?

1 YORUM

  1. Muhammed Salih
    Selahattin Demirtaş duruşmaların birinde hakime, tahliye kararımı veremezsiniz, çünkü verirseniz yerime içeriye siz girersiniz. Sonra yargı siyasetin köpeğidir diyen zevat, Türkiye'nin en itibarlı ve özgür insanı olduğu bir yerde, mermilerin biri cesetde kalmış, mobese kayıtları gibi deliller beş para etmez. Ama en küçük deliller tarihe not edilmeli... Tamam Fakat elleri havada yarı çıplak yüzbaşının vurularak öldürülmesi, işte bu gibi deliller vicdanlarda öyle büyük yaralar çıkarıyor ki, bunlar tam anlatılsa oluşacak tepkiye hiçbir iktidar dayanamaz. Bu kadar büyük alçaklığı neyin uğruna yaptılar? Bu nasıl bir körlük ki, hiçbir siyasi parti ve lideri bu durumları görmüyor ve dillendirmiyorlar?... Türkiye'de bu konularda soru soracak bir tek yürekli insan dahi bırakmadılar... Bugün bilseler Ahmet ALTAN dışarıya çıkanda bu konularda soru sormayacak, inanın hemen çıkaracaklar... Binlerce vicdanlı insan sırf bu yüzden zindanda tutuluyor... Bugün 15 Temmuzun üstü açılmasın diye insanlar bir şekilde imha ediliyor....