Cihad ve anlam kayması

Yorum | Ahmet Kurucan

Önemli not: Bu yazıyı Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, üç eski başbakan ve Fransa Yahudi ve Hristiyan kuruluşlarının liderlerinin de yer aldığı yaklaşık 300 imzalı “Yahudilerin, Hıristiyanların ve kafirlerin öldürülmesi ve cezalandırılması” ayetlerinin kaldırılması için çağrıda bulundukları bildiri sebebiyle kaleme aldım.

Cihad erken dönem İslam tarihinden bu yana tarifi, mahiyeti ve kapsamı adına üzerinde ittifak sağlanamayan kavramların başında gelir. İşin aslına bakarsanız sadece cihad için geçerli değil bu anlaşamama. Başka kavramlar için de söz konusudur. Son tahlilde beşer düşüncesinin devreye girdiği bir yerde çok tabiidir bu sonuç. Fakat gel-gör ki söz konusu kavram cihad olunca tavan yapmıştır bu durum. Neden?

Sondan başlayacak olursak en önemli nedenlerinden birisinin Batı dünyası sömürgeciliğinden kurtulmak için verilen bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerini olduğunu düşünürüm. Yıllar-asırlar süren Batı hegemonyasından kendilerini, toplumlarını, milletlerini ve devletlerini kurtarmak için mücadelede başı çekenler, kitleleri motive etmek, harekete getirmek için dinin motive edici gücünü kullanmışlar ve verdikleri mücadeleyi “cihad” olarak nitelendirmişlerdir. Haksız da değillerdir. Gerek Kur’an ayetleri gerek Hz. Peygamber söylem ve eylemlerine baktığımızda bu kullanımı temellendirecek deliller vardır. Fakat yıllar süren askeri mücadelenin verildiği alandaki bu kullanım, cihad’ın anlam aralığını o parantez içine sıkıştırmış ve başka alanlardaki mana, muhteva ve kullanımları arka planda kalmıştır. Buna bir de 1979 Afganistan’ın Rusya tarafından işgali sonrası başlayıp 11 Eylül 2001 hadiseleri ile zirve yapan ve mantar gibi her yerde patlayan terörist grupların kullanımlarını da ilave edecek olursanız iş iyice içinden çıkılmaz hale gelmiş ve cihad anlam kaymasına maruz kalan kavramların başını çekmiştir.

Sondan başladığımızda böyle, pekâlâ ilkten başlasak ne olacak? O zaman da İslam’ın kurucu metinlerine ve Hz. Peygamber’de (sas) tecessüm eden kurucu iradeye gitmemiz gerekecek. Okuduğunuz yazıda askeri alan içinde paranteze alınan cihad açısından bunu yapmaya çalışacağım. Fakat buna geçmeden önce zihinlerimizi tazeleme babında ilmi geleneğimizde bulunan üç ayrı cihad tasnifini hatırlatmak isterim. Zira bu tasniflerin yazının sonuna doğru ele alacağımız ayet ve hadislerin oturmuş olduğu zemini göstermesi açısından bilinmesi oldukça büyük önem arz etmektedir. Yalnız hemen ilave edeyim kurucu metinler üzerinden derinleşen çalışmalar, an itibariyle yaşadığımız siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik arpa plan şartlarının sürekli değişim ve gelişime mazhar olması nedeniyle farklı düşüncelere kapı açmakta ve söz konusu tasnifler ilavelerle tarih sahnesinde kendine yer bulmaktadır.

Cihad hakkında hemen herkesin bildiği en eski ve en sade tasnif, büyük ve küçük tasnifidir. Küçük cihad, cana can, kana kan göğüs göğüse savaş meydanlarında düşmanla yapılan askeri mücadele; büyük cihad ise insanın en büyük düşmanı olarak nitelendirilen nefsi ile verdiği kavganın adıdır. Hadisçilerin yaptığı tahliller neticesi sened itibariyle sıhhati söz götürür bir rivayete dayandırılan bu tasnif, hakikat ve gerçekle (truth and reality)  örtüşmesine bağlı olarak tarih boyunca en çok kabul gören tasniflerin başına gelir.

İlmî, sosyal, nefis ve askerî alanında diyerek 4 ayrı alanda yapılan cihad tasnifi ikinci sırada kendine yer bulan bir başka tasniftir. Kafa çatlatıp, yoğun emekler ve gayretler sarf edip düşünce üretme ilmî; fakirlere yardımdan tutun, iyiliği emretme kötülükten sakındırma gibi topluma yararlı işler yapma sosyal; dinin koymuş olduğu kırmızı çizgileri aşan istek ve arzularına gem vurma eksenindeki mücadele nefis ve nihayet diplomatik münasebetlerle karşılıklı barış içinde yaşamanın sağlanamaması durumunda son çare olarak başvurulan düşmanla yaka paça olma da askerî alanda cihadı ifade etmektedir.

Büyük Hanefi alımı Kasani’ye ait olan kalp, dil, el ve kılıçla yapılan cihad tasnifi de kitaplarımızda çok karşılaştığımız bir başka tasniftir. İnsanın şeytan ve  nefisle mücadelesi kalp; insanları iyiliğe teşvik ve kötülükten sakındırma dil; mevcut kötülükleri önleme el,  ve düşmanlarla savaşma kılıç ile yapılan cihad olarak ele alınır. Hemen ilave edelim kötülükleri önleme devletin yetki alanına girer, güvenlik güçleri ve hukuk aracılığı ile bunu yerine getirir. Aksi halde ihkak-ı hak devreye girier. İhkak-ı hak  şahısların kendi haklarını kendilerinin sağlamaya çalışması demektir. Bu ise toplumda düzenin değil kaosun sebebi olur.

Bu iki kısa hatırlatmadan sonra gelelim askeri alandaki cihadın Hz. Peygamber (sas) hayatının tabii seyri içinde ayetlerde nasıl yer aldığına. Aslında şimdi okuduğunuz bu cümle çoklarımızın bildiği ama üzerinde durmadığı ve düşünmediği büyük bir hakikati ve gerçekliği ihtiva ediyor. Nedir o? Kur’an’da 610-632 yılları arasında peygamberlik görevini ifa eden Hz. Peygamber’in pratik hayatından kesitler var. Yaşanılan hadiseler üzerine Allah’ın İlahi iradesini yansıtması, hadiselere tabir caizse “özne” olarak müdahale etmesidir bunun manası. Ne var ki bunda diyebilirsiniz? Hiçbir şey yok. Doğru ve yerinde bir tespit. Olması gereken de bu zaten. Başka ilahi kitaplarda da bunu görebilirsiniz. İlahi irade ile o iradenin tecelli etmiş olduğu tarih sahnesinde yaşayan insanlarla diyalektik bir ilişki vardır bütün İlahi kitaplarda. Hadiseler bu diyalektik ilişkinin merkezini oluşturur. Bakın bu gözle Kur’an ayetlerine, Bedir, Uhud, Hendek savaşı ile alakalı nice anlatımlar, savaş esirlerine yapılacak muameleler, Hudeybiye anlaşması, Mekke fethi, Tebük ve Mute seferleri, köle ve cariye hukuku, savaşlarda namazın nasıl kılınacağı vb. onlarca-yüzlerce mesele yerini alıyor. Havle binti Sa’lebe kocası Evs b. Samit ile tartışıyor ve gelip tartışmasını Hz. Peygamber’e şikayet ediyor ve  Allah indirdiği ayet ile aralarındaki sorunu çözüyor. İlahi irade ile o toplumda yaşayan insanlar arasındaki diyalektik ilişkiyi açmak için verdim bu örneği. Başka örneklerde var. Kur’an hem de isim vererek Zeyd b. Harise’nin karısı Zeynep’i boşaması ve Efendimiz ile nikahının kıyılmasına yer veriyor sayfaları arasında. Ebe Lehep ismen, karısı Ümmü Cemil de “onun karısı” denilerek Hz. Peygamber’e düşmanca tavırlarından dolayı akibetlerini nazara veren ayetler de var. Sözün özü şu; insandan, yaşanan gerçekliklerden, en genel manada toplumsal hayattan bağımsız bir Kur’an tasavvur etmeniz mümkün değil.

Pekala problem ne?

Problem söz konusu ayetlerin Kur’an’da yer alması değil bizim Müslümanlar olarak bu ayetlere bakış açımız, yaklaşım keyfiyetimiz. En genel manasıyla Kur’an tasavvurumuz. Ayetlere verdiğimiz mana ve hayata taşıma şeklimiz. Kur’an tasavvurumuz şu; Kur’an tarih üstüdür, evrenseldir, ayetlerde yerini alan emir ve yasaklar kıyamete kadar bütün zaman mekân ve insanlar için geçerlidir. Herkes böyle mi düşünüyor? Hayır. Kur’an, hadis, kelam ve fıkha ait usul kitaplarımız bunun en büyük delili. Nice tartışmalar var usulcüler arasında.

Ama  “Kelamın i’mali ihmalinden evladır” veya “Sebebi nüzulün hususiyeti hükmün umumiyetine mani değildir” deyip bütüncüllük ve makasıddan uzak her bir ayeti ve hatta ayetin her bir harfini fonksiyonel kılmaya çalışan zihniyetten söz ediyorum şu anda. Fransa’daki bildirinin çıkış noktası da bu zaten. O zihniyet ve ona bağlı hareket eden Müslümanlara yönelik orada söylenenler.

Gerçek şu ki bu yaklaşımın üretmiş olduğu bilgilere inanmak ve söylem bazında dile getirmek çok kolay. Hatta en son dinin müntesibi olması açısından insana müthiş bir ferahlık hissi de veriyor. Ama özele inip haydi şu ayeti parçası yaklaşım, her ayeti hayata taşıma inancımız gereği uygulayalım dediğimizde müthiş açmazlarla karşı karşıya kalıyoruz. Mesela; “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Niye öldürmüyoruz Kur’an’ın bu emrine rağmen müşrikleri? Tarih boyunca neden Müslümanlar müşriklere karşı topyekün bir savaş açmamışlar o zaman? Soruları uzatabilir ve Efendimize kadar götürebiliriz. Diyebiliriz ki inanmayanları öldürmek Kur’an’da yer alan bir emir olduğuna göre, onları öldürmeme Müslümanı günahkâr yapmaz mı? Efendimizin başkanlığı yaptığı Medine şehir site devletinde müşrikler yaşadığına göre Efendimiz de haşa ve kella günahkâr mıydı diyeceğiz şimdi? Mumtehine suresinde yerini alan “Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” ayetine nasıl mana verecek ve uygulayacağız o zaman? Mensuhtur mu diyeceğiz? Nitekim bu ve benzeri sorular ilk dönemlerden itibaren o zihin yapısına sahip kişilerin zihinlerini çok meşgul etmiş ve bağlamlarından kopuk, zahiri yaklaşımlarla verilen manaların Müslümanları bir açmaza sürüklediğini fark ederek bir çok teoriler geliştirmişlerdir. Nesih teorisi bunlardan sadece biridir. Çıkış noktası da bağlamından kopuk olarak değerlendirdiğinizde Kur’an’da yer alan ayetler arasındaki çelişkileri yok etmektir. Mesela “seyf” yani “kılıç” ayeti olarak bilenen Tevbe 5. ayeti ile barışı emreden yüzlerce ayetin hükmünün ortadan kaldırıldığını ilan etmek gibi. İŞID böyle düşünüyor ve böyle inanıyor işte.

Bu elbette bir izah tarzı ve belli ayetler için insanı tatmin edici sonuca da ulaştırabilir; zihin konforu, gönül rahatlığı sağlayabilir. Ama önemine binaen tekrar ediyorum, bağlamlarından kopuk olarak ele alıp zahiri mana verdiğiniz ayetlerdeki çelişkileri sadece nesh teorisi ile izah edemezsiniz. Nitekim bunun da farkına varan ayni ulema takyid, tahsis, ta’lik, tercih hatta makasıd vb. kavramlarla çıkış yolu aramıştır. Halbuki bunlar Allah’ın 610-632 yılları arasındaki tarihe ilk elden müdahalesi olarak ele alınsa, bağlamları katiyen nazardan dur edilmese, gâî yorum veya makasıd dediğimiz çizgiye daha fazla ağırlık verilse ve yorumlar bu eksen üzerinde yapılsa İlahi mesaj nüzul gayesine daha çok hizmet eder diye düşünüyorum. Nitekim zahiri zihniyetin karşısında yerini alan ulema da bunu yapmıştır tarih boyunca. Yukarıda ifade ettiğim gibi usul kitapları bu tartışmalarla doludur. Ama ne yazık ki özellikle “Halk İslamı” dediğimiz kesimde ağırlık kazanan görüş birincisidir.

Sözün tam da burasında sunu ilave etmek isterim: yazmaya çalıştığım bu düşüncelerin tarihsellik ve tarihselcilik olarak nitelendirilen yaklaşım keyfiyeti ile alakası yoktur. Kesiştiği yerler olabilir ki bu gayet doğaldır. Ama benim vurgulamaya çalıştığım husus Kur’an’ın nüzul döneminde cereyan eden hadiselere müdahalesini gösteren ayetlerin hangi sebeple indiği, ne anlama geldiği ve nasıl uygulandığını anlamanın önemini göstermeye yönelik ilk zihni çabaya yönelik değerlendirmelerdir. Kaldı ki bu Kur’an’ı anlamanın ilk adımıdır.

Burada hiç kimseye haksızlık etmemek için çok önemli bir şeyi hatırlamak icap eder; İslam’ın fetih hareketleri ile yabancı kültürlerle karşılaştığı ana kadar, bir başka ifadeyle sosyal, siyasal, ekonomik, ahlaki vb. hayat şartlarının nüzul dönemi coğrafyası kültürü ile benzeştiği zaman ve mekanlarda gerek bizatihi Kur’an ayetleri gerek Efendimizin kavli fiili ve takriri beyanları, davranışları ve kabulleri yeni yorumlara ihtiyaç duyulmayacak ölçüde yeterli olmuştur. Değişim ve dönüşümün günümüzün aksine yıllar hatta asırlar aldığı o dönemlerde yaşanılan hayatta karşılaşılan sorunlara ayetler ve hadisler zahiri manaları ile ele alınsa dahi büyük oranda birebir çözüm üretmiştir. Bunun yeterli olmadığı yerlerde de ulema devreye girmiş ve kabullendikleri metodolojiler eşliğinde çözüm arayışı içine girmişlerdir. Ehl-i re’y ve ehl-i hadis ayrımının altında yatan da yaşanan bu gerçekliktir. Ashab-ı re’y de dediğimiz genelde Hanefiler, Malikiler, Maturidiler, Mütezililerden oluşan ehl-i re’y, makasıdu’s-şeria ve maslahatu’n nas dediğimiz çizgide naslara yaklaşmış ve aklı daha işlevsel kılmış, ehl-i hadis grubunda yer alanlar ise zahiri yaklaşımlara ağırlık vermişlerdir ki yukarıda ifade ettiğimiz gibi nasslar yaşanılan gündelik hayatta sorunlara hazır cevap teşkil etmektedir; ilave arayışlara içine girme beyhudedir.

Giriş sayılabilecek ama mevzunun net bir şekilde anlaşılması için zaruri gördüğümüz bu kısa izahlardan sonra hayatın tabii akışı içinde cihat ile alakalı nazil olan Kur’an ayetlerine bakalım.

*Devam edeceğim inşallah.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Ahmet Bey,
    Esas ve usül bağlamından ele alınması cok isabetli olmuş. Günümüzden çokça örnek ile süslenmesi daha anlaşılır kılabilir.
    Bu tür makaleleri diğer Islami araştırma yapan kurumlara da, hangi dinden olduklarına bakılmaksızın, kendi dillerinde göndermeli.

    Elinize sağlık.
    Selametle

  2. Bilgiyi bir silah gibi kullananlara karşı çok iyi anlaşılır ve halkın avam kısmı dediğimiz sıradan insanların bile rahatlıkla anlayacağı sadelikte izahlar için sayın hocama çok teşekkür ediyorum.

    Diyalektiften uzak,bilimsel terimlere bıkmadan yapılan analizlerde anlamayan okuyucularımız varsa naçizane tavsiyem ;anlayana kadar tekrar be tekrar okumalarıdır.İlk okumada anlamadığımız bölüm veya yeri ikinci okumada daha farklı anlayabiliriz.Zaten İslam dini de araştırarak öğrenilirse gerçek maksadına erilir diye düşünenlerdenim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin