CHP’de yeni dönem; sosyal demokrat parti başka bahara!

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN 

CHP’de lider değişikliği oldu ve Kemal Kılıçdaroğlu dönemi kapandı. Özgür Özel, CHP Genel Başkanı oldu. İçerikten bağımsız olarak, bir siyasal partide parti içi prosedürler işletilerek lider değişimi olması olumlu bir gelişmedir. Buna benzer bir olayın mesela AKP’de ya da MHP’de gerçekleşmesi mümkün değil. Elbette bu takdir edilmesi gereken bir durum.

Diğer taraftan, bu biçimsel değerlendirmenin yanında, içeriksel açıdan değerlendirme yapmak da bir zorunluluktur.

Bu lider değişimi CHP’yi nasıl etkileyecek? Partinin istikametinde bir değişim beklenebilir mi? Parti daha sola mı kayacak? CHP ideolojisinde bir değişim beklenmeli mi? Bu değişim partiyi sosyal demokrat bir çizgiye mi yaklaştırır, yoksa milliyetçi bir yönelim mi beklenmeli? CHP’nin rejim içinde oynadığı rolde bir değişiklik meydana gelebilir mi? HDP ve Kurt Siyasi Hareketi ile ilişkiler nasıl etkilenecek? Diğer siyasal partilerle ilişkiler ne yönde gelişir? Yaklaşan yerel seçimlerde ne gibi bir strateji tak  ip edilecek? Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi etkili isimler Özgür Özel’le nasıl bir ilişki dinamiği içerisinde olacak? Bu geçici bir liderlik mi, yoksa kalıcı bir liderlik mi? CHP bu yeni dönemde ana muhalefet olarak toplumu ikna edip iktidara yürüyebilir mi?

CHP alelade bir parti değil. Ana muhalefet ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi. Bu nedenle yukarıdaki soruları yanıtlamak sadece CHP’yi daha iyi anlamak için gerekli değil. Aynı zamanda Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki siyasal gidişatı bakımından da yaşamsal önem taşımaktadır.

Öncelikle saptanması gereken, CHP’deki en büyük kavganın yönelime ilişkin olduğudur. CHP eklektik bir parti. İçerisinde farklı geleneklerden gelen ve farklı hedefleri önceleyen gruplar var. Monolitik, yeknesak bir partiden bahsedemiyoruz. Bunun birçok başka sol partide alışıla gelmiş bir durum olduğu ileri sürülebilir. Ancak CHP’deki gruplar, salt fraksiyonlar olarak anlaşılamaz. Partinin iki farklı motoru var. Bunlardan biri partiyi sosyal demokratlaştırmaya çalışıyor. Diğeri ise fabrika ayarlarına geri döndürmeye çalışıyor. Bu iki dinamik, birbiriyle uyumlu değil. Sosyal demokrat ve ulusalcı gruplar birbirleriyle latent ve bazen de açık bir mücadele halinde. Bu büyük kavganın galibi kim olacak? Merkezi soru budur. Ve en önce bu soru çözülmelidir.

Kılıçdaroğlu – CHP standartlarına göre! – sosyal demokrat bir liderdi. CHP’yi Türkiye’nin 2000’lerdeki sosyolojisine göre yeniden formüle etmeye çalıştı. Rijit laiklik doktrinini yumuşatmayı başardı. Farklı ekollerden gelen partilerle başkanlık sisteminin gereği olarak rasyonel şekilde işbirliği yapma yolunu seçti. İstanbul ve Ankara büyük şehir belediyelerinin kazanılmasını sağlayan yolu açtı. Kurt siyasi hareketiyle işbirliği yaptı. CHP’yi geleceğe bakan bir partiye dönüştürmeye çalıştı.

Ancak sorun şu ki CHP içerisinde birbirinden kopuk iki grup – azınlıkta olan sosyal demokratlar ve sayıca ağırlıklı kesimi oluşturan ulusalcılar – birbirlerine paralel olarak var olmaya devam ettiler. Ulusalcılar Kılıçdaroğlu’nun partiyi sola çekme, geçmişe eleştirel yaklaşma, Atatürkçülük ideolojisini yumuşatma girişimlerinden haz etmediler. Muhafazakâr Kılıçdaroğlu yönelimini zaafiyet olarak algıladılar. Partinin fabrika ayarlarına dönmesini savundular. Yanıtların geçmişte olduğuna, geçmişte izlenen yola geri dönülmesi gerektiğine yönelik tutumlarını yumuşatmadılar. Böylece CHP sürekli iki farklı yöne doğru kürek çeken ve ilerleyemeyen bir görünümde oldu.

Özellikle seçim dönemlerinde bu çift başlılık seçim stratejilerine de olumsuz yansıdı. İki arada bir derede bir imaja neden oldu. Son 2023 başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Kılıçdaroğlu’nu ulusalci çizgiye zorladılar ve taktiklerini milliyetçi kesimlerin desteğini alarak Erdoğan’ı yenme üzerine kurdular. Bu plan tutmadı. Esas ihtiyaç duyulan daha demokratik söylemler üzerine inşa edilecek, tutarlı bir sosyal demokrat program olmalıydı. Hem Kürtlerin taleplerine karşılık gelecek, hem de rejim diskurunu reddedecek ve demokratikleşmenin önünü açacak bir programa ihtiyaç vardı. Kılıçdaroğlu direnemedi, belki de bu taktiğin işe yarayacağını düşündü. Bilemiyorum. Ancak yapılanın yanlış olmadığını söylemek seçim sonucu dikkate alındığında mümkün değil.

CHP, çok uluslu ve çok dinli hantal bir imparatorluğun elde kalan son parçasında bir ulus devlet kurma enstrümanıydı. Kemalizm de bulunduğu şartlara yanıt veren mahalli bir ideolojiydi. Kemalizmden evrensel bir ideoloji üretmek de, onu çağlar ötesi etkisi olacak daimi bir ideolojik şablon olarak kullanmak da imkânsız. CHP bu mirasın altında ezildi. Dönüşemedi, dönüştürülemedi. Her türlü yeniden formülasyon denemesinden sonra ortaya çıkan sonuç, güdük ve yetersiz, eklektik bir parti oldu. Modern, Avrupa tipi bir sosyal demokrat veya demokratik sosyalist bir dönüşüm olması imkânsızdı. Kemalist mirasın evrensel ve çağlar ötesi standart bir şablon olarak kullanılması inatçılığı, evrimi imkânsız kılıyordu.

CHP böylece mevcut yapısal sorunlara çözüm reçeteleri üretecek bir fikirsel esnekliğe asla sahip olmadı. Mesela Türk üstünlükçü etnik Türk tanımının dışına çıkamadılar. Sürekli “ne mutlu Türk’üm diyene” sloganının sivil bir kimlik için yeterli olduğunu öne sürdüler, ama Kürtleri ve diğer etnik grupları tatmin edebilecek, coğrafyaya atıf yapan modern sivil bir üst kimliğe geçişe çok soğuk yaklaştılar. Herkesin Türklük etnisitesi altında asimile olmasını tek çözüm olarak görmeye devam ettiler. Aynı şekilde devletin tüm dinlere mesafeli olması anlamında bir laikliği benimsemek yerine, dini kontrol etmeye çalışan, devletli bir seküler Hanefi-Sunni Türk vatandaşı idealize eden bir parti devletini savundular ve halktan kopuklukta ısrarcı oldular. Kılıçdaroğlu’nun bu tür konuların üstüne gidemeyişinin nedeni, partideki statükocuların gücüydü.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Özgür Özel, Kılıçdaroğlu’nun savunduklarının veya yapmaya çalıştıklarının tam aksini savunan bir kişilik. Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları bile yetersizken, partinin Özgür Özel liderliğindeki ulusalci kanadın etkisine geri dönmesi ve fabrika ayarlarına dönmekten yana olan sol-nasyonalist grubun partiyi tamamıyla ele geçirmesi, sanırım CHP’nin sosyal demokratlaşma macerasına da kalıcı bir darbe indirmiş olacak. Derin devletçi, ulusalci, 1930’ların ve 40’ların idealize edildiği, “karşı devrime dur demek” olarak özetlenebilecek yaklaşım, CHP’ye egemen olacak. Partide kalan son sosyal demokratlar da ilerleyen zamanlarda kısmen HDP’ye, diğer sol partilere veya siyaset dışına yönelecekler.

Ben hep CHP’nin asla sosyal demokratlaşamayacak bir parti olduğunu, Türkiye’nin sıfırdan başlayacak bir sosyal demokrat partiye ihtiyaç olduğunu savundum. Keşke haklı çıkmasaydım. Ama durum ortada. CHP 1930’ların ırk esaslı Türk üstünlükçü ulus kimliği ile devlet tarafından tanımlanan ve kontrol edilen Sunni-Hanefi-Türk İslamını dayatmak olarak anlaşılan garip bir laiklik anlayışı arasına sıkışmış durumda. Bu ideolojik ve tarihsel bagaj üzerine modern bir sosyal demokrat parti kurmak olanaksız.

Özgür Özel ve diğer ağır toplar – Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş başta olmak üzere – arasındaki ilişkiler ne şekilde gelişirse gelişsin, bu zafiyetler devam edecek. Bu koşullar altında işbirliğine ve dönüşüme yönelen bir parti ortaya çıkmayacak. Ulusalci ana akım sayesinde derin devletçi refleksler daha da belirginleşecek. Böyle bir parti’nin Türkiye’nin normalleşmesine katkıda bulunması, hele de bu normalleşmeyi yönetmesi çok olası görünmüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Tunceli Ermenisi Kemal Karabulut, soydaşları C.Kaftancıoğlu gibilerle beraber gitti. Şükürler olsun Türkiyemize fazla zarar veremediler.
    Ya bir de C.Başkanlığını kazansaydı, Kaftancıoğlu’nu bakan, M.E.Çaman’ı, Ş.K.Fincancı’yı bakan yardımcısı veya danışmanı olarak görecektik.
    Yıkım ekibi hazırda bekliyordu, Türkiye’nin mezarını kazacaklardı.

  2. Tunceli Ermenisi gitti, Manısa Yahudisi geldi.
    Kılıçdaroğlu hakkında bir de Alevi yalanını uydurdular. Hristiyan bir Ermeni, nasıl bir Türk Alevisi olabilir. Bunu en başta kendileri çok iyi biliyor.
    Örneğin M.E.Çaman, öz be öz Türk olan Alevileri başkalaştırma amacında. Bu konuda çok sayıda yazıları var. Alman vakıfları, Alman istihbaratı en çok Türk alevileri ile uğraşıyor.
    Amaç aynı, Anadolu Türk birliğini bozmak, Türkiyeyi bölmek, yıkmak.

  3. Bizim Türkiyeli sosyal demokratların dünyada eşi benzeri yoktur. Türkiyede yaşayan diğer bütün kavimlere sempati beslerler, Türkler hariç. Herkes kendini ırkı ile tanımlayabilir ama Türk’üm dersen, sana faşist derler.
    İmzacı akademisyen olurlar, söğüşledikleri Türk devletine “katil” derler. “Hepimiz Ermeniyiz” diye bir yerlerini yırtarlar, ama karşılarına çıkıp “ben de Türküm” dediğinde damga hazırdır; faşist.
    M.E.Çaman, Ş.K.Fincancı, C.Kaftancıoğlu, vb. sözde aydınlar tek amaca hizmet eder. Her durumda Türk devletine zarar verebilmek.
    Bir Fransız ya da Alman sosyal demokrat, ülkesi için federasyon, muhtariyet, anadilde eğitim falan asla düşünmez, aklından bile geçmez. Öyleyse, ya bizimkiler sosyal demokratlığı yanlış biliyor ya da amaçları başka.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin