YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için sosyal demokrat deniyor. Bu yazı, CHP’nin neden sosyal demokrat olmadığını ve neden sosyal demokrat olarak kabul edilemeyeceğini ortaya koyma amacıyla yazıldı. CHP’nin sosyal demokrat bir partiden farkını ortaya koymak için, sosyal demokrat bir parti nedir, bu soruyu yanıtlamak lazım. Bunun için ya uzunca sosyal demokrasi kuramlarından bahsetmek gerekli, ki yer darlığı ve gazete yazısı seviyesini korumak gibi nedenlerle bunu yapmak imkansız, ya da CHP’yi bir başka sosyal demokrat parti ile karşılaştırmak yöntemine başvurmalı. Tabi seçilecek örneğin tipik bir sosyal demokrat parti olduğu genel kabul görmeli. Ben Alman sosyal demokrat partisi SPD’nin genel geçer kabul gören bir standart sosyal demokrat parti olması nedeniyle iyi bir örnek olacağını düşünüyorum. Bu nedenle CHP’yi değerlendirirken SPD örneğinden hareket edeceğim.
1875’te kurulan SPD’nin kökleri Alman işçi sendikalarına dayanıyor. Sosyal demokratlar açık toplum ve demokratik temel hak ve özgürlükleri sindiren bir sol hareket geleneğinden geliyor. Bu, kolay elde edilmiş bir konsensüse dayanmıyor elbette. Yıllarca Marksizm bağlamında tartışmaların yaşandığı partide, Ortodoks Marksistler demokrasiyi kategorik olarak reddederken, revizyonistler demokratik seçimlerle iktidara gelmeyi ve demokratik hakları kabullenmeleri bakımından Avrupa sol düşüncesine önemli katkı sundular. Özellikle Marksistlerin temel insan hak ve özgürlüklerini kabullenmede yaşadıkları zorluk, devrimci Marksistlerle demokrat Marksistlerin ayrışmasına neden oldu. Sosyalist hareketlerin neredeyse tüm ülkelerde yasadışı ilan edilmesi, Marksist devrimci grupların tezlerini haklı çıkarıyormuş gibi görünse de, sosyal demokrat olarak nitelenen reformcu revizyonistlerin mülkiyet hakkı da dâhil tüm bireysel hakları kabullenmesi, sol demokratik hareketlerin hızla yayılmasına olanak verdi. Böylelikle çalışanların haklarının savunulması hedefi, temel hak ve özgürlüklerden taviz vermeden yapılabilir tezi güçlendi.
SPD 1900’lerin başından itibaren giderek Alman siyasetinde ağırlık kazandı. Alman komünistlerinin yollarını bu mülayim solcularla ayırmasıyla, reformist Marksizm giderek liberal demokrasiye daha fazla aşina oldu ve sınıf mücadelesi, yerini uzlaşmacı hak ve özgürlükler mücadelesine bıraktı. Varlıklı olmayan kitlelerin refahtan daha fazla pay almaları ve zenginleşmeleri hedefi, iktidarı bir devrimle, savaşarak alıp proletarya diktatörlüğü kurma hedefine baskın geldi. NAZİ’lerin iktidara el koymalarının ardından SPD yasaklansa da, asla demokratik meşru mücadele hedeflerinden taviz vermedi. Demokratik “oyun kurallarını” ve insan hak ve özgürlüklerini daima savundu. Hitler’e karşı koydu, savaşım verdi. Diasporadan mücadelesine devam ederek, savaş sonrası Almanya’sı için deniz feneri oldu. Ayrıca sağ siyasetin “solla iletişim kurabilmesi” için irade ortaya koydu. Kutuplaştırıcı değil, kamu yararını gözetici ve uzlaştırıcı bir siyasi dinamik olmayı seçti. Bu nedenle de savaş sonrası Almanya’sının en birleştirici, en kapsayıcı politik platformlarından biri olmayı başardı. İdeolojik diskur yerine pragmatik, özgürleştirici, ilerici bir siyasi hareket oldu, bu özellikleriyle de geniş halk kesimlerinin (özellikle de çalışan sınıfların) taleplerini ve beklentilerini Alman politik sistemine “tercüme etmeyi” başardı. İşçilerin sesi oldu, ama beyaz yakalıları düşman figürü olarak algılayan bir Marksist diskurla arasına bilinçli bir mesafe koydu. Bu bilinçli tutum hala devam ediyor. Eski doğu Alman komünistlerinin devamı olan Sol Parti ile arasındaki ideolojik farklılık, bugün bile bu ince çizgiye dayanıyor büyük ölçüde.
Bazı akademisyenlerin düşüncelerine göre sosyal demokrat parti ekonomi politikaları bakımından sağa kayarken, sosyal meselelerde ve özgürlükler konusunda solda yer almaya devam etti. Bu bağlamda Almanya’da sosyal demokratlar başka ülkelerdeki “yoldaşlarına” paralel olarak sosyal piyasa ekonomisi hedefine yöneldiler. Piyasa ekonomisinde neo-liberal politikalara karşı çıktılar, devletin ekonomiyi yönlendirmesi ve bu sayede sosyal devletin/refah devletinin inşa edilmesi hedefini gerçekleştirmeye çabaladılar. Sosyal demokrat hareketin gayretleriyle, 1900’lerin başından itibaren Avrupa’nın birçok ileri sanayi toplumunda emeklilik, sınırlandırılmış çalışma saatleri, hafta sonu tatili, annelik izni, ücretli izin, sağlık güvencesi, çocuk işçilerin çalışmasına engel olunması, kadın-erkek eşitliği gibi temel konularda önemli ilerlemeler katedildi.
Almanya’da SPD milliyetçiliği reddeder
Bunlardan çok daha önemli bir kuramsal/ideolojik farklılık, kimlik politikaları ilişkindir. Sosyal demokrasi, sınıf savaşına karşı olsa da, sınıfsal kimliğin önemini bir kenara koymadı. Almanya’da SPD milliyetçiliği reddeder, milli bilinci “vatanseverlik” ile bir potada eritir. Milliyetçilik işin aslında sağ kanat tarafından da, özellikle Hristiyan Demokratlarca da ana kimlik üretici olarak kullanılmaz. Bu esasında birçok Avrupa demokrasisinde böyledir. Ama özellikle sosyal demokratlar Marksiyan kökenden geldiklerinden dolayı, milliyetçiliği faşizme döşenen yolda önemli bir enstrüman olarak algılar. Almanların sadece Hitler dönemi sonrası uğradıkları kimlik dönüşümüyle alakalı olmayan, bilakis sosyal demokrat hareketin en başından beri ana hatlarıyla kimlik politikalarının temelini oluşturan bu ideolojik duruş, Avrupa’daki tüm sosyal demokratik veya demokratik sosyalist hareketler için de aynıdır.
CHP’nin, sosyal demokrat değil, demokrat bir parti olarak bile nitelenmesi zor
CHP ise tüm bu saydığım özelliklerin tümüyle dışından bir parti özelliği taşıyor. Açıkçası CHP’nin sadece sosyal demokrat bir parti olarak değil, mevcut durumuyla demokrat bir parti olarak bile nitelenmesi olanaklı değildir. CHP Türk nasyonalizmi (ulusalcılık) üzerine inşa edilen bir ideografik (tek ülke bazlı) milli devlet kurma girişiminin partilileşmiş halidir. Ve bu karakterini değiştirmedi, değiştirecekmiş gibi de görünmüyor. CHP demokrasinin özellikle azınlık hakları ve temel bireysel haklarla ciddi yapısal kronik sorunları olan bir politik harekettir. İçinde sol düşünceden üyeler olması, bu durumu etkilemiyor. Kaldı ki CHP tabanında Almanya’daki gibi reformcularla klasik Marksistlerin ayrımı hiç olmadı. Zaten diğer bir başka sorun, CHP’nin Marksizm ile ideolojik bir ilişkisi ya da tartışmasının olmamış olması. Marksizm ile diyaloğu veya tartışması olmayan bir sol parti olamaz. Dahası, CHP asla sınıf mücadelesi bağlamında politika üretemedi. İlerici (Fransız Devrimi’nin bazı ilkelerini savunan) eğilimleri olsa da, bu ilkeler daha çok jakoben tepeden inmeci devrimci bir tutum içinde oldu. Bu haliyle CHP daha çok eski komünist ülkelerdeki toplum mühendisliğine soyunan partileri andırmakta. Tek fakla: o partilerin sağlam bir ideolojik programları mevcutken, CHP temel hedef olarak sadece kendi kafasındaki milli devleti (ulus devlet) oluşturmak gibi bir meta hedef güttü. Bu çerçevede, İttihatçı geleneğin sopalı-devletlû tutumunu bırakmak şöyle dursun, o geçmişi ön plana bir aidiyet unsuru olarak gururla çıkardı. Uzlaştırmacı değil, dayatmacı oldu. Sosyal adalet değil, devlete sadakat talep etti. İktidara geldiği dönemlerde de (koalisyon ortağı olsa bile) demokratikleştirmeci bir güç değil, kurulmuş olan Kemalist devletin korunmasına yönelik bir misyona göre tutum aldı. Kürtler konusunda MHP ile ve diğer sağ partilerle çok yakın bir pozisyonu oldu. Kürtlerin ayrı bir ulus oldukları gerçeğini reddetti, bunu gayet faşizan ideolojik okumalarla haklı çıkarmaya çabaladı.
Daima askeri darbelerden yana oldu, daima 27 Mayıs’ı devrim olarak gördü
CHP Avrupa ve genelde Batı’da yerleşmiş insan hakları ve temel özgürlükler konusunda hep mesafeli oldu. Daha yakın döneme kadar (1999-2009 arası on yılda gerçekleşen AB reformları sürecinde örneğin) yapılan tüm demokratikleşme hamlelerine “verilen tavizler” olarak baktı. İçinden çıkan İsmail Cem gibi isimleri ekarte etti, partinin ana hatlarının ulusalcılarca (sol nasyonalist derin devletçi güçler) formüle edilmesine özen gösterdi. Daima askeri darbelerden yana oldu, daima 27 Mayıs’ı devrim olarak gördü. Vesayet rejimiyle doğal bir koalisyon içinde yer aldı. Ekonomide serbest piyasaya hep şüpheyle baktı. Bunun yanında, mesela sosyal devlet ve refah toplumu inşası doğrultusunda herhangi bir somut sol program ortaya koyamadı. Başörtüsü tartışmaları özelinde laiklik konusunu ön plana çıkartırken, konuya asla birey ve bireysel hürriyetler açısından bakamadı. En son ezanın Türkçe okutulması gerektiği tartışması, bu tutuma tümüyle uygun, tipik bir CHP davranışıdır. Mevcut faşizan rejime “çakma muhalefet” yaparak onu meşrulaştırma rolüne tümüyle uyan bu çıkış, CHP’nin sosyal demokrat kimliğini sorgulama odaklı bu yazının konusuna çok uymakta, bu yazının savlarını adeta tek başına doğrulamaktadır.
CHP esasında derin yapıyla ortak, onunla benzer algılara sahip, ideolojik olarak nasyonalizm-sekülerizm aralığına sıkışmış, kendisini bir türlü geçmişten kopartamayan ve “çağcıllaşamayan” bir hareket durumundadır. CHP jargonunda açık toplum, şeffaf devlet, sivil siyaset, sosyal piyasa ekonomisi, hukuk devleti, azınlık hakları, cinsiyetler arası eşitlik, parti içi demokrasi, örgütlü toplum, ekonomik eşitlik, sınıfsal farklılıkların azaltılması gibi konularda söylemler çok etkisiz ve yetersiz yer bulmaktadır. Bunun yerine devletçilik, yabancı düşmanlığı, Kürt karşıtlığı, kapalı toplum ve güçlü devlet, irredentist politikalar (Kıbrıs ve Ege gibi konularda!) çok daha dominant konu başlıklarıdır. Bu konularda CHP ile ideolojik üvey kardeşi MHP uyum içindedir. Dahası, derin yapı bu benzerliklerden dolayı CHP üzerinde çok etkilidir. Feyzioğlu gibi, Balbay gibi, Sözcü ekibi gibi, İlhan Selçuk geleneğinden gelen yeni (eski!) Cumhuriyet ekibi gibi ağır toplar, CHP’nin sosyal demokratik bir harekete dönüşmemesinin sadece ideolojik değil, personel politikaları bakımından da bir tercih olduğunu ortaya koymaktadır. CHP asla bir sol, daha da önemlisi demokrat bir siyasi gelenek ve hareket değildir.
Mehmet Beyin Bu yazisi bir basyapit, basucu eseri olmus cok istifade ettim, salt bir elestiri yazisi degil gercegi ortaya koyma yazisi olmus . Ozellikle Alman sosyal demokrasi hareketinin mantiksal gerekceleri gayet insani, almanlara karsi saygimi arttirdi darisi milletimizin basina. Bu degerli yazi icin Mehmet beye tesekkurlerimi ve saygilarimi sunuyorum. Bundan sonraki yazilarinda bilgilendirici detaylari dort gozle bekliyorum