HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen ceza, Yargıtay tarafından onandı ve hakkındaki hüküm kesinleşmiş oldu. CHP’nin buna nasıl tepki vereceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak, CHP bugün kazanmaya çalıştığı savaşı 14 Temmuz 2014’te kaybetmişti.
Sosyal demokrat yapıdaki insanlar, iktidarın Gülen Cemaati’ne karşı 2013 yılında aleni hale getirdiği savaşın mahiyetini anlamak istemediler. Sosyal demokratlara haksızlık etmeyeyim. Bunu iktidar ve cemaatten pek çok isim de anlamakta zorlanmıştı.
Kimin nasıl yanlış anladığını irdelemeye gerek yok. Oysa ortada kurulmak istenen bir diktatöryal yapı, buna karşı aksak da olsa kurulu bulunan demokratik sistemin verdiği bir tepki vardı.
17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları, her tür demokratik sistemde olağan bir işleyişti. Yönetimi elinde tutanlar kişisel menfaat ilişkisine girerse, bunu tespit edip ortaya çıkarmak ve yapanlar hakkında işlem başlatmak kolluk ve yargının göreviydi.
O dönem CHP’nin öncülük ettiği muhalefet partileri, ortaya konulan suç bulguları olan rüşvet ve yolsuzluk verilerini alıp kabul etti ve bunları iktidara karşı savaş malzemesi olarak kullandı. Bunu ortaya çıkaran polisleriyse iktidarın korkutmasıyla suçlu saydı.
Hatırlarsanız, 24 Haziran 2019’da yenilenen İstanbul seçimlerinde YSK’nın verdiği çarpık karar vardı. Aynı zarf içindeki dört pusuladan üçünü geçerli, birini geçersiz saymıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatası elinden alınan Ekrem İmamoğlu, katıldığı her programda bu tutarsızlığı dile getirdi:
YSK’nın İstanbul seçimlerinde kurduğu mantığı, muhalefet 8 yıldan bu yana sürdürüyor. Başta CHP olmak üzere muhalefet, 17-25 Aralık operasyonlarında bulguları doğru kabul ederken, görevini yapan polislere suçlu muamelesi yapmaya başladığı gün Tayyip Erdoğan’ın tuzağına düşmüş oldu.
O tarihten itibaren ülke her gün daha fazla çıkmaza girdi. Bütün değer ve kazanımlar bir bir yok edildi.
Muhalefet, masum insanlar hiç yoktan üretilen suçlarla cezaevinde çürütülürken onlara karşı gözlerini ve kulaklarını kapattı. Dahası, bırakın mahkum edilmeyi, beraat edip aklanmış insanların bile hukuklarını savunmadı/savunamadı.
İnsanlar, cemaatle bir şekilde yolu kesişti diye mahkemelerde yargılanırken, muhalefet “Bir suçu yoksa beraat eder” deyip kafalarını çevirdiler. O insanlardan beraat edenlere bile sahip çıkmaktan korktular. “Korktular” tabiri en hafifi. Belki insan yerine bile koymak istemediniz bile denilse bu durumu anlatmakta yanlış olmaz.
CHP, şimdi aynı mahkemelerin verdiği terör suçlamasından mahkum olan il başkanı Kaftancıoğlu’nu savunurken nasıl inandırıcı olacak? Suçu yoksa beraat eder demek gerekmez mi?
Dahası, Gezi Davasında verilen mahkumiyet kararlarıyla hızlanan süreç, Kaftancıoğlu ile son bulmayacak görünüyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun görevden alınması ve Kılıçdaroğlu’na uzanan bir süreç kimseyi şaşırtmayacak.
SAVAŞI KAYBEDEN MUHALEFETİN KAZANDIĞI MUHAREBELER OLDU
Halk dilinde aynı gibi algılansa da askeri diyalekte “savaş” ve “muharebe” farklı kavramlardır. Savaş, iki devletin maddi manevi bütün güçleriyle farklı alanlarda karşı karşıya gelip mücadele vermesi olarak tanımlanırken, muharebe bu savaş içinde yalnızca bir bölgede askerlerin verdiği silahlı mücadeleyi anlatmakta kullanılır.
Kendi tarihimizden bir örnek vermem yerinde olur sanıyorum. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın bütün gücüyle verdiği bir mücadeleydi. Osmanlı bu savaşı kaybetti. Ama bu savaş içinde kazandığı muharebeler de var. Kûtü’l-Amare ve Çanakkale muharebeleri bunlara örnek.
İktidar karşısında savaşı kaybederken, muhalefetin İstanbul, Ankara, Adana, Antalya gibi büyük şehirlerde aldığı sonuçlarla elde ettikleri birer muharebeden başka bir şey değil.
KAFTANCIOĞLU’NUN VERDİĞİ MÜCADELE UNUTULMAZ
CHP’nin İstanbul’da kazandığı seçim zaferi, bütün muhalefetin verdiği ortak bir mücadeleyle elde edildi. CHP’nin bunu sadece partisine, hele de bir kişiye mal etmesi büyük hata olur. Ama bu mücadele içinde İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun İYİ Parti İl Başkanı Buğra Kavuncu ile omuz omuza yürüttüğü mücadele asla unutulmamalı.
Kaftancıoğlu’nun iktidar nezdindeki suçu çok büyük: Türkiye hanedanlığını kurmalarının temel taşı olan İstanbul’da AK Parti’ye karşı seçimi kazanmak. Dolayısıyla her türlü cezayı 31 Mart 2019 akşamında hak etti. 24 Haziran’da yenilenen İstanbul seçimlerinde elde edilen sonuçla da cezası Beştepe nezdinde kesinleşmiş oldu.
Dün Yargıtay 3. Dairesinin verdiği karar, 24 Haziran’da kesilen cezanın hukuki kılıfdan başka bir şey değil. Kaftancıoğlu’na 2002-2017 arasında yazdığı twitlerinden dolayı açılan 3 ayrı davadan 4 yıl 11 ay 20 gün verilen cezayı onanmasıyla farklı bir tablo ortaya çıktı.
Bu kararla Kaftancıoğlu’nun hapse girmesini engelleyecek bir ceza verilmiş oldu. Bu ceza siyasi yasak getirdi ama yasalardaki boşluklardan yararlanıp fiili olarak il başkanlığını yürütebilecek. Fakat resmi tarafta görünmeyecek. CHP’ye getirdiği tek yükse İstanbul’a emanetçi bir il başkanı ataması olacak.
CHP BUNU FIRSATA ÇEVİREBİLECEK Mİ?
CHP, yıllar öncesinde kaybettiği savaşı, bugün başlatacağı mücadeleyle tarihi tersine döndürebilir mi? Bu sonunun cevabı kesin olarak EVET. Peki CHP bu süreci doğru yürütüp istediği sonuca ulaşabilir mi? Bu sorunun cevabı koskoca bir soru işareti.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine Ankara’dan İstanbul’a başlattığı “Adalet Yürüyüşü” (15 Haziran 2017 – 9 Temmuz 2017) önemli bir başlangıç oldu.
Aslında Kaftancıoğlu’na verilen ceza, aklı başında yandaşların paniğe kapılmaları ve korkmaları için yeterince bulgular taşıyor. Yargının verdiği karar, yarın bu devran değiştiğinde, emsal niteliği taşıyacak.
Dijitale yazdığınız bir yazıyı sildiğinizde yok olduğunu sanan, bir tek kendini kandırır. Sırtını iktidara dayayıp her türlü çirkinliği kusanlar, bu kararla yazdıklarından artık kurtuluş olmadığını görmüş oldular.
ERDOĞAN, KENDİNİ KORUMANIN ALT YAPISINI HAZIRLIYOR
Erdoğan, oluşturduğu korku ortamıyla yargı mensuplarını “FETÖ” yaftasıyla tehdit edip sonuca ulaşmaya gidiyor. Aynı Erdoğan bir şey daha yapıyor. Muhtemel yarınların da altyapısını hazırlıyor.
Erdoğan’ın önceki gün İdari Yargı Günü ve Danıştay’ın 154. kuruluş yıl dönümünde yaptığı konuşma tam da bu anlamı taşıyordu. “Hiçbirinizin hukukla bağdaşmayacak bir yaklaşımla karşıma gelmesini istemem” derken bir taraftan kendinin her şeye hakim olduğu havasını pompalıyor. Bunun yanında, yarın devran döndüğünde, “Ben yargı mensuplarına hukuktan ayrılmayın mesajını her ortamda verdim” diyerek kendini kurtarmanın alt yapısını hazırlama çabasında.
İktidar tarafında bu su yüzüne henüz çıkmamış korkuyu bütün açıklığıyla ortaya koymak ve rüzgârı tersine çevirmek muhalefetin ve özellikle de CHP’nin elinde.
Karl Marks, 150 yıl önce işçi sınıfının sömürülmesinin önüne geçmek için, “Proleteryanın zincirlerden başka kaybedecek bir şeyi yok. Kazanacakları bir dünya var” demişti.
Muhalefet ve CHP’nin genel başkanlık ve milletvekili koltuklarının bir anlamı olmadığını yakın geçmişte yaşananlar gösterdi. Muhalefet, kaybedecekleri bir şey olmadığını bilip uzgörülü olmayı elden bırakmadan cesurca ve kararlılıkla yürümesi halinde ülke kazanacak, kendileri kazanacak.