YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Eski medeniyetlerde hapishane veya zindanlar mezarlık olarak görülmüştür. O dönemlerde mahkumun infazına kadar tutulduğu yer olarak kullanılan hapishanelerde asgari insani şartlara riayet edilmez, hükümlülere manevi ya da dini yardımlarda bulunulmaz ve hapishaneler genellikle gardiyan ve yöneticilerin keyfi hareketleriyle idare edilirdi.
Avrupa coğrafyasında ceza kanunları öç alma esasına dayanıyordu. 16. yüzyıla kadar suçlunun eylemine cevap verilmesi ve intikam alınması düşüncesi hukuk sistemlerinde egemen olmuştu. Roma’nın ünlü hukukçuları cezalandırmanın amacını “korkutma yoluyla toplumun savunulması” olarak tanımlayarak, cezalandırmada ve cezanın infazında asıl olanın korkutma olduğunu göstermiştir.
Uzun yıllar sonra cezalandırma anlayışının sorunlu olduğu düşüncesiyle ortaya çıkan paradigma değişiklikleriyle birlikte devletler, cezalandırma anlayışını bir kenara bırakarak suçlunun topluma yeniden kazandırılmasını sağlayacak sistemleri benimsemeye başladılar.
Bu dönemlerde suçlular ya da zanlılar insan olarak görülmemiş ve cezalandırma sistemi bu anlayışa göre şekillenmiştir. 2. Dünya Savaşı süreciyle birlikte ise önemli bir aşama olarak tutuklunun insan olduğu anlayışına geçilmiştir.
2022 Türkiye’si ise ne yazık ki 12. yüzyılda kabul edilip hayata geçirilen bazı kuralların bile uygulanmadığı bir yer haline geldi. Mahkemelere suçlu diye çıkartılan ve cezaevlerine konulan bazı kişiler insan olarak kabul edilmedi. Suçun şahsiliği, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkeleri yok sayıldı.
Cezaevleri sadece siyasi suçlular açısından değil neredeyse tüm suçlular açısından evrensel hukuk ilkeleri kapsamında kabul edilen insani şartları sağlamaktan uzak yerler haline geldi. Dünyada bugün gelinen aşamada infazın tümüyle “insanileştirilmesi ve yenilenmesi” amaçlanmaktayken bizim hukuk sistemimizde! iktidar muhalifi görülen kişilerin cezaevlerinde nasıl telef edileceği çalışması yapılır hale geldi.
Yeni cezaevleri inşa etmeyi gurur vesilesi gören bir iktidarın idare ettiği cezaevlerinde sadece açık kaynaklara yansıyan verilere bakıldığında onlarca farklı hak ihlali yaşanmaya devam ediyor. Adli Tıp Kurumu ve mahkeme kıskacı altında cezaevlerinde tutulan kanser hastaları, yaşlılar çaresiz çırpınışlar arasında ölüme gönderiliyor. 2017 yılından itibaren cezaevinde ölüme gönderilen insan sayısı 125 (yüz yirmi beş). Bunlar açık kaynaklara yansıyanlar bir de yansımayanlar düşünüldüğünde sadece ölümlere bakılarak bu dönemde cezaevlerinde yaşanan vahşetin eski çağların vahşetinden geri kalmadığı acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Cezaevlerinde tutulan mahkumların iyi halini teşvik eden, cezaların infazının bireyselleştirilmesini sağlayan, cezaevlerindeki düzen ve disiplini sağlamaya yardımcı olan, kamunun mali açıdan tasarruf etmesini sağlayan ve ıslah olmuş hükümlüyü daha fazla infaz kurumunda tutmayarak kişi hak ve özgürlüklerini korumayı hedefleyen şartlı tahliye ve denetimli serbestlik müessesesi dahi binlerce masum insanın cezaevlerinde telef edilmesi için kullanılıyor. Cezaevleri idare ve gözlem kurulu adıyla faaliyet yürüten kişilerin akla zarar kararlarıyla insanlar cezalandırma içinde ikinci kez cezalandırılıyor.
Hiç şüphesiz cezaevleri, söylem ile eylem arasındaki tutarsızlığın net bir şekilde görüldüğü yerlerden birisi. Adalet Bakanı Bozdağ’ın söylemlerine göre cezaevlerinde herhangi bir hak ihlali yaşanmamakta, cezaevleri neredeyse herkesin yaşamayı isteyeceği mekanlar haline gelmiş. Cezaevleriyle ilgili söylem bu olmasına rağmen, eylem cezaevlerinde yaşanan yüzlerce hak ihlali gerçeğidir. Söylem ve eylem farkını görmek için https://tr.solidaritywithothers.com/prison-violations linkinde yer alan verilere bakılabilir.
Ceza hukukunun önemli isimlerinden Faruk Erem Hoca, “Suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar” diyerek, ceza yargılamasının ve infaz sisteminin uygulanışında hassas olunması gerçeğini anlatmak istemişti. Şu an cezaevlerinde suçlu olmayan, suçlu gösterilmeye çalışılan binlerce insan tutulmaktadır. Bu insanlara bakıldığında ise karşımıza eşler, anneler, babalar, çocuklar, kardeşler çıkmakta. Suçsuz insanlarla birlikte cezalandırılmak istenen binlerce masum insan. Erem hoca bugün yaşasaydı engizisyon mahkemeleri zihniyetiyle, cadı avı anlayışıyla, intikam duygularıyla şekillendirilen ceza yargılama ve ceza infaz sistemi hakkında elbette özel bir şey söylerdi ama Erem Hoca’nın şu sözü hiç şüphesiz günümüzde yaşanan hukuksuzlukları anlatmaya yetecektir. “Bir ülkede bir tek masum kişi cezalandırılmış ise o ülkede herkes suçludur.” Bu söz üzerine bir şey söylemeye gerek yok ama sadece şunun ifade edilmesi gerekiyor ki hocanın bu sözü söylediği tarihlerde de masum insanlar cezalandırılabiliyordu ama bugün bireysel masumiyet değil on binlerce masum insanın cezalandırıldığı bir hukuksuzlukla karşı karşıyayız.
Hukuksuzlukların ve haksızlığın yaşandığı yerlerin başında gelen cezaevleri de ıslah etmek için değil, telef etmek için faaliyet gösteren kurumlar olmuştur.
Aslında cezaevlerinde hukuksuzluk yaşanmıyor. Çünkü zaten hukuk yok ki uygulansın. Darbe sonrası kurulan yeni rejim hukuku kaldırdı. Yani siz hukuku uygulamıyorsunuz diyemezsiniz. O yüzden bizim hala cezaevi dediğimiz şey aslında darbe sonrası anlamını değiştirdi. Türkiyede herşeyin anlamı değiştirildi, yeniden yorumlandı. Eylem o yüzden tutarsız değildir. Tutarsızlık bizim hala cezaevlerini insanların hukuk karşısında cezalarını çektikleri yer olarak görmemizidir. Çünkü hala gerçeği kabullenmiyoruz.
Hala eski rejimin yani kemalist rejimin devam ettiğini sanıyoruz. AİHM Başkanın Türkiyeye gelmesi de bu aldatmacanın bir parçası olduğunu göremiyoruz. O adam bilerek gelmiştir. Sadece yeni rejimle poz vermiş ve herşeyin normal olduğu izlenimini oluşturmaya çalışmıştır. Muhalefetin sadece zamlardan, tank paletten, tuikten konuşmaşı, ötv yi indireceğini söylemesi, çiftçinin mazot parasından bahsetmesi de yine gerçeği algılamada insanlara öldürücü darbeyi indirgemektedir.
Ergenekon, ulusalcı, milliyetçi kesimin sadece yunan ve pkk tehditinden bahsetmesi de sanki hukuk sorununun olmadığı algısını oluşturmaktadır. Bunun üstüne insanların hukuk, adalet, kuran hukuku, kuran adaleti, peygamber hukuku gibi kavramlara yabancı olması da olup biteni yorumlamakta insanların güçlük çekmesine neden olmuştur. Sonuç olarak bambaşka bir dünyaya gözlerimizi açtık. Bu dünya Alis Harikalar Diyarı gibi herşeyin anlamını değiştirdiği, hayvanların konuştuğu bir dünya. Bu dünyada insanları cezaevlerine suçlarını çeksinler diye sokmuyorlar. Devletin ortadan kaldırıldığı bir dünyaya gözlerimizi açtık.
Türkler çok değişik bir deneyim yaşamaktadır. Siyonistlerin devletsizlik duygusu Türklere tecrübe edilmektedir. Yani sizin devletiniz yok algısı yerleştirilmektedir anadoludaki Türklere. Devletsizsiniz düşüncesi AİHM Başkanı, ulusalcılar, kemalistler, maocular, apocular, milliyetçiler tarafından desteklenerek inandırılmaya çalışılmaktadır. Yani olmayan devleti Türklerin devlet olarak kabullenmesi sağlanmaktadır. Bu sayede Türkler olmayan devlete itiraz etmeyecekler. Yani devletsizliği devlet olarak kabul edecekler.
Aslında Türklerin hiç devleti olmadı. Ama gerçek devlet hüviyetine bürünmeye çalıştığında, yani devletsizliği devlet olarak kabul etmeyen insanlar iş başı yapmaya başladığında gerçek devlet ortaya çıkıverdi. Şeytanlar bu durumdan çok rahatsız oldu. Hani bir insanın içinden cin çıkar ya onun gibi bağıra bağıra bedenden çıkmak üzereydi. Bu ona çok acı verdi. Bunu kabullenemedi. Bütün şeytanlar, AİHM Başkanı da toplandılar ve devleti geri almak için güçlerini birleştirdiler. Yenikapıda el ele tutuşarak romantik bir devlete doğru yol, kapı açıldığını gösterdiler. İnsanlar romantik bir devlete doğru yürüdüklerine inandırıldılar. Bu romantik devletin düşmanları artık irtica değildi. Artık laiklik elden gitmiyordu.
Güçler ayrılığı sonlandırılarak gerçek devletin omurgasına en büyük darbeyi indirdiler. Artık devlet sarsılmıştı. Devlet, cemaat olarak insanlara gösterilmişti. Evet vallahi de billahi devlet insanlara cemaat olarak gösterildi. Devleti korumaya çalışanlar cemaati korumaya çalışıyormuş gibi gösterildi. Devlet bu sayede kolaylıkla yok edilirken insanlara devletin kurtarılmış olduğu düşündürüldü. Bu devlet yani devletsizlik insanların yeni romantik devletleri olmuştu. Bu romantik devleti yıkmak isteyen düşmanlar da yeni cezalandırma sistemine maruz kalacaktı. Çünkü hukuk devletini yok edenler, kanunları, anayasayı, hukuku cemaat adı altında yok ederken artık yeni romantik devletlerinde bu hukuk kavramı olsun, cezaevi kavramı olsun anlamını yitirmişti.
Bu romantik devletin maskesini kaldırdığınızda karşınıza korkunç boynuzlu bir yaratık çıkmaktadır. Her taraf kan içindedir. Elleri, ağızları, üstü başı kan içindedir. Romantik devlet bu kanlı ortamı gizlemektedir. O yüzden cezaevlerini yok edip toplama kampı yapmak yerine cezaevlerini maske olarak kullanmaktadırlar. Gerçekte Türkiyede cezaevi diye birşey yok. Gerçekte mahkeme diye birşey yok. Türkiyede gerçekte hukuk, anayasa diye birşey yok. Ama maskeler sayesinde kanlı ortam görünmüyor. İşte romantik el ele devletinin arka planında bu vahşet vardır.
Şimdi insanlara sizin devletiniz yok ben istediğimi burada yiyorum derseniz, boynuzlular ve diğer hayvanımsı görüntüdeki yaratıklar bu hataya düşmez. İşlerini kolaylaştırmak için devlet, cezaevi, hukuk gibi kavramları kullanmaya devam ederler. Cezaevlerinde kanlı partiler verirken insanları pkk, yunanistan, mavi vatan, petrol ile oyalarlar. Ama ben normal bir insan olsaydım bu tablo karşısında kendi adıma dehşete kapılırdım. Fakat insanların rahatlığını görünce dehşet tablolarına o kadar da yabancı olmadıkları anlaşılıyor. Yani perde kalksa boynuzlu boynuzsuz kanlı hayvanlarla, kasap gibi bir ortamda karşı karşıya gelecek. Ama o incecik perde onun huzurlu yaşamasına yetiyor. Bence insanların iç dünyalarını açabilsek aslında benzer kanlı sahnelerin orada da olduğunu göreceğiz.
İnsanlar isyan ederken aslında farkında olmadan boynuzlulara yönelmektedir. O yüzden Allaha isyan etmiş insanlar, harama haram diyemeyen insanların iç dünyalarında devletin yaşadığı çaresizliğin aynısı yaşanmaktadır. İçlerdeki devlet, hukuk yıkıldığında dışarıdaki devletin ayakta kalma şansı olamaz. Zaten bu isyan ahlakı yüzünden devleti çok kolay teslim ettik. Adamlar isterlerse ordumuzu tamamen telef edebilirlerdi. İsterlerse ittihatçılar gibi bizi parçalanmaya, yok olmaya sürüklemek için savaşa sokabilirler. İsyan ahlakına sahip insanlara düşman gösterilir, kamuoyu oluşturulur ve saldırtılır.
Bunlar aklı başında olmadığı için mesela Suriyede yaptıkları büyük hatadan ders çıkarmazlar. Bunlar ittihatçı ataları da böyleydi. Aklı başında insanların bu kadar kolay terörist olabildiği bir yerde suçluyu dışarıda aramak doğru değil. Sorun insanların içindedir. Asıl yıkım insanlar içinde gerçekleşmiş. Kendi içindeki yıkımı kavrayamayan insanlar, haram ile helali ayırt etme tenezzülünde bulunmayan müslümanların devlete, dine sahip çıkması beklenemez. İnsanlar kendi dünyalarına yönelmedikçe, kendileri ile yüzleşmedikçe, sürekli dışarıda terörist arama kolaycılığına kaçtıkça devletsizliğin ne olduğunu kavrayamayacak.
Devletsizlik ile Devleti ayırt edemeyecek. Tıpkı haram ile helali ayırt edemediği gibi. Tıpkı cezaevi ile ölüm kamplarını ayırt edemediği gibi. Ben olsam bu şartlardan çok korkardım. Çünkü kendimi bir belirsizliğe, kaosa teslim etmiş gibi hissederim. Tabi ki de hayvan suretindeki şeytanlar görece bir düzen kuracaklar. Ama kurdukları düzenin ne kadar bozuk olduğunu insanlar sorgulamasın diye Türkleri Avrupadan uzaklaştırdılar. Bu sayede evrensel Batı değerlerinden koparttılar. Türkleri Humeyniye yaklaştırdılar. Dikkat edilirse artık kimse İran oluyoruz demiyor. Hep aynı şeyleri söylüyorum ama bence bunlar çok önemli ayrıntılar.
İran oluyoruz kaygısı ile insanların bir kısmını diğer insanların üzerine sürenler şimdi ittifak yapıyorlar diye Türkler son surat Humeyniye, Suriyeye yaklaşırken tek laf etmiyorlar. Neymiş çiftçinin mazot parasıymış, ötv miş, emeklilikte yaşa takılanlarmış. Bunları küçümsemiyorum ama burada hile var. Bir şeyi söyleyip diğer 9 şeyi gizliyorsun. Gizlemelerin nedeni bu devletsiz düzeni kendilerin kurmasıdır. Devletin gerçek bir karaktere bürünmesini hazmedemeyenler çünkü kendileri devletsizliğe alışıklar ve karaktersiz olduklarından, devletin bir karakteri olduğundan, devletsizlik karaktersizliklerine uymaktadır.
Devlet gerçek karaktere bürünmeye başlayınca savundukları bütün değerleri terk ederek, yani arkasına saklandıkları atatürk, laiklik, batılılaşma gibi değerleri terk ederek yani cepheyi terk ederek islamcılarla anlaşmaya gittiler. Asıl amaçları birlikte devleti yıkmaktı. Çünkü karaktersizler, hukuksuzlar, hırsızlar iç güdüsel olarak devletten, düzenden hoşlanmazlar. Birbirlerini buldular. O yüzden seçim gecesi kayboldular, adam kazandı dediler. Şaklabanlık yaparak muhalefet yapmaya çalışıyorlar. Bu sayede devleti birlikte yıktılar. Hani herşeyin adı bu harikalar diyarında değişti ya, devleti yıkmanın adı cemaatten kurtuluyoruz oldu.
Yani devleti yok ediyorsun ama kimse fark etmiyor çünkü sahne devlet düşmanı cemaat ile mücadele şeklinde geçmektedir. Bu sahnede kenardaki eski laikler yesinler birbirlerini ile bağırmaktadır. Yani laikler de sahnenin içindedir ama yan oyuncu olarak oynamaktadır. Bir kişi çıkıp da iyi ama devlet yok, nerede? diye sormadı. Çok basit bir soruydu. İnsanlar devletlerinin yok edildiğini fark etmiyor. Çünkü insanlar da isyan kültürü olduğu için insanlara düşman tanımlaması yapıyorsun ve o insanlar o düşmana saldırıyor. Çünkü şeytanlar insanlara en öldürücü darbeyi içlerindeki adalet duygusunu alarak vurmuştur.
Aslında insanda iç mekanizmaları ve çevre ile ilişkilerde devlet gibi bir sistem geliştirir. Ama insanlara bu fırsat verilmemiş. Senin yerine ben düşünürüm denmiş. Sen düşünme denmiş. Kuran düşünmezmisiniz diye bas bas bağırırken bunların sahipleri düşünmeyin demiş insanlara. İnsanlar düşünmekten vazgeçirilmiş. Bu düşünmeme hastalığın yani geri kalmışlığın suçu islama yüklenerek hem islam karalanmış oldu hem de insanların düşünmesine engel olundu. Eğer bir insan düşünmeyi terk ediyorsa o artık tam bir insan olamaz. Başkalarına bağımlı olur. Yani insanların düşünmesi de düşmanlık olarak algılanmakta.
Aslında devletsiz şeytanlar insanın yaratılış özelliklerini hedef almaktalar. Fakat insanları birbirine kırdırırken ya ırklarını, ya renklerini kavga nedeni olarak gösterirler. Kendileri ise insanın en can alıcı noktasını hedef alır. İnsanlardan hiç şunu duyduk mu? Düşünce olmazsa olmazdır, düşünmemiz lazım, düşünce önündeki yasaklar kalksın. Hayır. Düşünce olursa pkk yayılır diye öğrettiler. Yani şeytan insanlar önce insanların düşüncesini hedef alıyor. Ama bu şeytanlar Abdulhamite karşı hürriyeti savunuyordu. Sonra Batıcılığı savundular. Batılı şapka, batılı bıyık, batı kıyafetleri falan. Şimdi ise Humeyniye yanaşıyorlar ya ne hürriyeti savunuyorlar ne batıyı. Şimdi Batı düşmanlığını savunuyorlar. Düşünemeyen insanlara yeni düşman tanımlaması yapıldı. Artık düşman Batı. Batıya karşı müslüman, maocu, ulusalcı, milliyetçi bir olacak. Yani yeni kimliği düşünme üzerinden değil, Batıya düşmanlık üzerinden oluşturacaklar. Önceki kemalist kimliği irticaya karşı oluşturmuşlardı. Burada eski kemalistlerin yeni irancıların rolü belki muhalefeti kontrol edip gerçek muhalefetin gelişmesini önlemektir. O yüzden tayyiple bilerek atışırlar.
Vitrinlerinde görece bir düzen olacak bu pisliklerin ama arkaya girdiğinde kendileri gibi pislik kokacak. Çünkü bunlar kaçak et kesiyorlar. O yüzden devletten hoşlanmıyorlar. Rahat rahat doğramak, yemek için. Pis yüzlerini göstermemek için yalancıktan güçlendirilmiş parlamenter diye bir sistem kuracaklar. Eğer insanların içinde pislik olmasaydı bu şeytanların bu kadar ortalıkta dolaşmasına izin vermezlerdi. Şeytanlar güçlerini insanların içindeki devletleri ele geçirmesine güvenmektedir. İnsanlar tempo halinde kasapta yada ara sokakta katledilen bir insanı seyrederken oh olsun temposu tutuyor. Amacım insanlara düşman yaptırmak değil. Ama kötülüğün büyüklüğünü anlamlandırmak için insanların iç dünyalarının topluca buna izin verdiğini söylemem gerekiyor. İnsanlar içlerindeki devleti yitirince belki dünyadaki bütün insanlar katledilse modern kıyafeti altında oh olsun diyecek. Yani bir insanın içindeki yıkıcılık o kadar büyük olabilir ki eğer Allah ona bu gücü verse demek dünyayı yıkacak. Bu beni çok şaşırtıyor gerçekten.