Çeşit çeşittir sabır

YORUM | M. NEDİM HAZAR

(Ramazan Yazıları 4)

“…Namaz bir nurdur, 

sadaka bir burhandır, 

sabır bir ışıktır…” 

Hz. Muhammed (SAV)

Sabır içe ve dışa dönük olarak iki ana fasıla ayrılsa da, pek çok çeşidi ve formu vardır. 

Şüphesiz bunlardan en önemlisi içe dönük olanlardır. 

Kur’an-ı Kerim mümin insanı tarif ederken, yaratıcısının emir ve yasaklarına uyan kişi, olarak betimler. 

Bu, korkudan ziyade saygıyla ilgili bir durumdur. 

Merhum Seyyid Kutup Fi Zilali’l Kur’an’ında bu durumu: 

“Sabır, insanın hiçbir varlığı işe karıştırmadan tüm davranış ve hareketlerinde sadece yüce Allah’a yönelmesi, ibadetlerin zorluk ve meşakkatlerine göğüs gererek onlara karşı, direnmeyi gerektirir.” der. 

İnsanlığın öyküsü bir nevi bu direnişin öyküsüdür. 

Kalbi, dünyevi olan tüm faaliyetlerden uzak tutup, rahmani olana yöneliş, nefsani olan tutkulardan kaçış ve geçici cazibelerden arınmak demektir. 

Dolayısıyla insandan beklenen ilk sabır türü budur: Sırat-ı müstakimde sabır. 

Bu sebeple her Allah’a yönelişte Fatiha suresi okunur. 

Meryem 65 gayet açıkça bu hakikati haykırır: 

“O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. O halde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmekte sabırlı ol. Hiç sen Allah’ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?”

Taha 132: “Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et.” Ayetinde Cenab-ı Hak doğrudan habibine seslenir. 

Burada şöyle bir simetrik durumdan bahsetmek mümkündür. 

Hayırlı ve güzel işlere sabredemeyenler, günaha daha meyyalleşirler. 

Yani, sevap ağır geldiği kadar, günah hafifleşir. 

Bakara suresinin meşhur ayetinin (45) ikinci kısmını hatırlayalım: 

“Şüphesiz o (sabır ve namaz) Allah’ı saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir!”

Pek çok âlim, sabrın en büyük hasarı bu alanda almaya başladığında hemfikirdirler. 

Hemen tüm büyük insanlar insanın fıtraten ibadet ve hayırlı işler yapmasının nefsine ağır geldiğinden bahsetmiştir. 

Şair “Nefs isimli o zalim” derken bu noktaya parmak basar. 

Ebû Bekr Muhammed bin Zekeriyyâ er-Râzî, Es-Sîretü’l-felsefiyye’yesinde sevabın mertebelerini yazarken, farzdan nafileye uzanan skalanın bu sebeple oluştuğunu söyler ve şöyle der: “kişi zekât gibi mali bir ibadette cimrilik gösterir, hac gibi mali ve bedeni bir ibadette ise zaman ve malını harcamayı istemez.”

İbadette sabrın üç evresi vardır: 

Öncesi… İbadetin yapılması ve samimi olarak yapılması. 

Esnası… İbadet esnasında sabrederek rükünlerine, adab-ı erkanına uymak. Bu işin teknik yönüdür, bir de manevi yönü vardır ihlasla yapmak. 

Sonrası… İbadeti sıfırlayabilecek aksi şeylerden uzak durmaya çalışmak, ibadeti çöp etmemeye çabalamak. 

Bütün peygamberlerin hikâyesine bakıldığında bir tür sabır hikayesi olduğunu da görmek mümkündür. 

Kur’an’da ismi geçsin, geçmesin her peygamber sabır ile sınanmıştır. 

Bazıların ki elbette çok büyüktür; İbrahim, Eyyub, Yunus, Yusuf gibi…

Günah ibadetin simetrisidir. 

Sevap işlerken gösterilen sabrın, günah işlemezken de gösterilmesi gerekir. Aksi durumda ruh laçkalaşır, kalp yalama olur. Ve bir süre sonra maalesef ayar tutmaz!

Belki bir önceki sabırdan çok daha büyük ve güçlü bir sahra ihtiyacı vardır inananın. İbadette sabır, günaha girmemekteki sabırdan nispeten daha kolay olabilir. 

Ancak aralarında bir korelasyon olduğunu daha önce belirtmiştim. 

Günaha girmemekte sabır konusunda utanç çok önemlidir. Utanma hissini rafine hale getirmek bu alanda kişiyi güçlendirir. 

Utanç fayda vermiyorsa, korku devreye alınır. 

O da pas geçilirse, geçmişler olsun o zavallıya!

Sabır konusunu bu yazıda bitirmek istiyordum ama galiba bir yazılık hacme daha ihtiyacım olacak. 

Bu sebeple, bence bu çağın en önemli sabır çeşidi olan “bela ve musibetlere karşı sabır” ile yazıyı hitama erdirelim. 

Evren yaratıldığı andan itibaren imtihan başlamıştır. 

İmtihan ise, hayatın tekdüze gitmemesi anlamına gelir. 

Herkes bir şekilde sınanacaktır, bundan kaçış yok. 

Ödül var ise, sınav da vardır. 

Yok öyle sınanmadan ödüle ulaşmak!

Ve insan kalibrasyonuna göre imtihan edilmiştir. 

İlle de peygamberler. 

Dolayısıyla sıklıkla söylenen, “Ben acaba ne yaptım da bu felaketleri hak ettim” bahanesi çok geçerli değildir. 

Öyle ya, hadi bizler neyse de, peygamberler ne gibi büyük yanlışlar yaptılar da çok büyük bela ve musibetlerle imtihan oldular?

Mesela sıklıkla “Aleyküm enfüseküm” konusuyla karıştırılır. 

Öyle değildir. 

Başta Peygamberler olmak üzere Allah, bütün insanları hayatları süresince birçok imtihanla karşı karşıya bırakır. 

Bu bir testtir. 

İnsanları inançları, ona olan bağlılıkları sabır ve metanetlerini, ahlâk ve faziletleri yönünden güçlü olup olmadıklarını ortaya koymak için çeşitli belâ ve musibetlerle deneyip sınanırlar.

Hadis, en çok ve en şiddetli belaya düçar olanların peygamberler olduğunu söyler. Ardından onlara en çok benzeyenler gelir. (İbn-i Mace-Fitne bahsi)

Hz. Mevlana, “halı ne kadar sert dövülüyorsa, sahibinin gözünde o kadar kıymetlidir” buyurur. 

Altının saflığı, ateşle anlaşılır. 

Lokman suresinde, hazret oğluna şu vasiyette bulunur: 

“Ey oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman 17)

Bir yazı daha izin istiyorum, sabır bahsini kapatacağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Cok guzel bir yazi, elinize saglik, sadece imtihan konusunda biraz farkli dusunuyorum. Soyle ki;
    imtihanin (zorluklarin) asil amacinin test etmek degil de, kisinin olgunlasmasini saglamak oldugunu dusunuyorum.
    “Altının saflığı, ateşle anlaşılır.” yerine “Gercek altin ates ile ortaya cikar” sozu bana daha dogru geliyor.
    Egitimde sinav yapmanin bir amaci bilen ile bilmeyeni ayirt etmek olsa da, bence daha onemli bir hedefi ogrenmeye tesvik etmedir.
    O yuzden biz bu dunyaya imtihana geldik sozu bence eksik. Biz bu dunyaya tekamul etmeye geldik. Tekamul etmek icin de imtihanlara, zorluklara… ihtiyac var.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin