YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Serisi 49)
Hatırlarsanız gayrimüslimler cennete gidecek mi gitmeyecek mi tartışmasında gidecek ve gitmeyecek diyen iki grubun görüşlerini ve delillerini sunmuştum önceki yazılarımda. Gölge yazar olarak özetlediğim o görüşlerden sonra sıra bu delillerin değerlendirilmesine gelmişti ama araya Ramazan bayramı ve bayram yazıları girince seriye ara vermek zorunda kalmıştım. Şimdi kaldığım yerden devam ediyorum. Önceden olduğu gibi maddeler halinde her iki tarafa ait delillerin toptan değerlendirmesini yapmaya ve her seferinde ulaşmış olduğum sonucu bu değerlendirme içinde ifade etmeye gayret edeceğim.
Yalnız okuyacağınız bu ilk yazı iki grubun görüşlerini hangi açıdan değerlendireceğimi görmeniz için Kur’an’a bakış açım adına görüşlerimi özetleyeceğim. Sebebi açık, her iki tarafın görüşlerini açıklarken gördüğümüz üzere Kur’an ayetleri görüşlerin temellendirilmesinde ana unsur olarak kullanılıyor. Kaldı ki İslami gelenek özellikle ahiret hayatı gibi insanoğlu için kelimenin tam anlamıyla ‘gayb’ olan bir meselede sonuca ulaşma ve bir hüküm vermeyi mümkün kılıyor. Buna sahih olması kaydıyla Hz. Peygamber’in hadislerini de ilave etmek lazım ki delilleri sıralarken o delillere de işaret ettik. Bu bağlamda söz konusu ayetler üzerinden bir değerlendirme yaparken durduğum yerin ve bakış açımın bilinmesi zaruri bir ihtiyaçtır.
Baştan belirteyim, uzun bir yolculuk olacak. Şimdiden 4-5 yazıda biter diye bir söz veremem.
Bir; İslami ilimlere İlahiyat fakültesi seviyesinde müktesebatı olan herkesin bildiği gibi hayatın çeşitli alanlarında karşımıza çıkan ve gerek izah gerek hüküm gerektiren hemen her meselede Kur’an ayetlerine ve Hz. Peygamber (sas) hadislerine müracaat edilmiştir. Kelam, fıkıh, tasavvuf, felsefe, iktisat vs. bütün ilmi disiplinler bunu yapmıştır. Özellikle fıkıh alanında hükmü bilinmeyen bir mesele için kitap, sünnet, icma, kıyas vs. sıralaması içinde bir metodoloji de belirlenmiş ve Kur’an ‘el-kitap” denilerek ilk sırada yer almıştır.
Erken dönemlerde yerli yerine oturan bu metotta, kitap, sünnet, icma ve kıyas’a “edille-i asliyye-yi şer’iyye” adı bile verilmiştir. Kitap ve sünnetin asli deliller olması anlaşılabilir ama icma ve kıyasın aynı kategoride zikredilmesi aradan geçen 14 asır içinde hala tartışmalıdır. İcma’nın bir sonuç, kıyasın ise hüküm üretme metodu olduğunu savunan görüşler de vardır. Hatta icma meselesi icmanın lüzumu ve imkânı başlıkları altında daha derin müzakerelere konu edilmiştir hukuk tarihimizde. Bu görüş sahipleri icma ve kıyası “edille-i asliyye-yi şer’iyye” içinde değil istihsan, maslahat, makasıd, istishab, örf ve âdet, önceki şeriatler gibi “edille-i asliyye-yi fer’iyye” grubu içine alınmasının daha uygun olduğunu savunmuşlardır. Yeri geldiği için istidradi olarak arzettiğim bu hususu bir kenara bırakarak konumuza dönelim.
Müslümanın Allah ile olan aşkın ve içkin ilişkisi adına bir yol haritası çizen ve “iman” dediğimiz olgunun sınırlarını belli ederek bu istikamette bir hayat felsefesi, bir dünya görüşü belirleyen kelam ilmi de aynı şeyi yapmıştır. Yani kelam alimleri de iman ile alakalı her meselede Kur’an’a müracaat etmiştir. Dolayısıyla söz konusu görüş sahiplerinin Kur’an ayetleri ile görüşlerini temellendirmeye çalışması çok tabiidir.
Şimdi Kur’an’ın kaynak değeri ve görüşlere delil olarak ileri sürülmesine ben de katılıyorum. Herhangi bir itirazım yok ve olamaz. Kendini Müslüman olarak tanımlayan hiç kimsenin de itirazı olmaması lazım. Aksi takdirde o kişinin imanı haklı olarak başkaları tarafından sorgulanır. Kur’an Allah’ın kelamıdır. Kıyamete kadar gelecek bütün insanlara rahmet olarak indirilmiştir. İlk muhatabı da hiç şüphesiz Hz. Muhammed (sas), onun çağdaşı olan sahabe ve onların şahsında bütün Müslümanlardır. O, evrensel değerlere, tarih-üstü mesajlara, ilkelere, prensiplere sahiptir. İslam son din, Hz. Muhammed son peygamber, Kur’an da son kitaptır. Allah insanlığın yararına olacak olan muradını ve maksadını Kur’an ayetleri, Hz. Peygamber beyan ve uygulamaları vesilesiyle insanlığa sunmuştur. Hz. Peygamberin vefatıyla vahyin kesilmesi elbette Kur’an’ı, Allah’ın muradını bulma ve anlama konusunda birinci müracaat kaynağı haline getirmiştir.
Bütün bunlarla beraber bizi konumuzdan uzaklaştıracağı için girmeyeceğimiz el-kitap ve Kur’an kavramlarının anlam çerçevesi, kaynak değeri açısından Kur’an ve sünnetin önceliği hakkındaki mülahaza farklılıklarını bir kenara bırakarak direkt ifade edecek olursak, Kur’an tarihsel bir zeminde nazil olmuştur. Tarihsel kelimesinin dolu bagajından hareketle ifade ettiği kavramsal manaya itirazı olanlara tarihsel kelimesini tarihi olarak okumalarını tavsiye ederim. Yani Kur’an tarihi bir zeminde nazil olmuştur. Burada tarihi ya da tarihsel kelimesi Kur’an’ın mitoloji, hikaye, kurgu, masal olmadığını ifade eder. Daha açık ve net bir ifadeyle Kur’an’ın varlık sahnesine çıktığı bu zemin, Hz. Peygamberin peygamberlik vazifesini ifa ettiği 610-632 yılları arası Hicaz yarımadası ve özellikle de Mekke-Medine’dir. Gökten bir defada bir kitap olarak değil aksine 23 yıllık bir süreçte yaşanan hadiselere bağlı olarak parça parça indirilmiştir. Diyalektik bir ilişki vardır Kur’an ile nazil olduğu toplum arasında. Yeri gelmiş Kur’an o toplumun idrak ve algı dünyası içinde konuşmuştur. Yeri gelmiş var olan örf ve adetleri bazen olduğu gibi kabullenmiş ve ona göre yasamada bulunmuş, bazen normu kabullenip uygulama şeklinde değişikliklere gitmiş, bazen bütün bütün reddetmiş ve yerine yeni bir şey inşa etmiştir. Diyalektik ilişki zaten bu demektir. Dolayısıyla nüzul toplumu hadiseleri ayetlere yön vermiş ve o ayetler o toplumu etkilemiştir, değiştirmiştir, dönüştürmüştür. Bu dönüştürme sürecinde Kur’an bir taraftan tedriciliği esas almış diğer taraftan insanlığa sunduğu imani, ahlaki, vicdani mesajlarını o toplumda karşılığı olan hadiseler üzerinden vermiştir. Sözü daha fazla uzatmadan konunun özüne gelelim, Allah’ın maksat ve gayesi ekseninde Kur’an’ı doğru anlayabilmek için ona bütüncül bir nazarla bakmak gerekir. Bu bir.
İki; tek bir ayet ya da ayet kümesi özelinde yorum yapılacak olursa, ayetin/ayetlerin lafzı, manası, hükmü, maksadı ve mesajı bir bütün olarak ele alınmak zorundadır. Üç; iç bağlam dediğimiz ayetin siyak ve sibakı, önceki ve sonraki ayetlerle münasebeti ya da Kur’an’ın genel yapısından hareketle nüzul zamanı, ayette geçen kelimelerin nüzul toplumunda ve başka ayetlerde ne tür anlam haritasına sahip olduğuna mutlaka bakılmalıdır. Dört; eğer biliniyorsa o ayetle alakalı sebebi nüzul, ayete anlam kazandıran en temel unsurdur. O unsuru göz ardı edilerek ayete mana vermek tek kelimeyle imkansızdır. Beş; sebebi nüzul bilinmiyorsa muhteva ile sosyal arka plan birlikte gündeme alınmak zorundadır ki buna dış bağlam diyoruz. Zira ayetin o topluma verdiği bir mesajı vardır. Somut bir soruna çözümdür o ayet veya ayetler kümesi. Onu anlamak ve keşfetmek nüzul toplumunu bütün yönleriyle bilmekle olur. Ve son olarak Kur’an’ın maksat ve gaye bağlamında tarih-üstü mesajlar taşıdığını nazara alınarak akıl vesilesiyle onlar ortaya çıkartılmalı ve değişen arka plan şartlarına bağlı olarak hükümler o mesaj istikametinde verilmelidir. Nitekim tarih boyunca fıkıh alimlerinin yaptığı budur ve usulu fıkıh bize bu imkânı vermiştir. Kıyas-ı içtihadi, istihsan, maslahat ve makasıd adını verdiğimiz metodlarla yapılan budur. Bunun somut örneklerini yine bu sayfalarda yıllar önce yayınlanan Maslahat yazı serisinde kaleme almıştım. Arzu edenler o yazıları tekrar okuyabilir.
Altı madde halinde sıraladığımız bu hususu özü şudur; Kur’an her şeyden önce belli bir tarihte belli bir sosyolojik zeminde, belli hadiselere bağlı olarak muhataplarına somut olarak emir-yasak ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Şimdi ayetleri bundan bağımsız olarak ele alır ve sadece lafzın taşımış olduğu manayı merkeze koyarak hüküm vermeye kalkarsak konuşan Kur’an olmaz, Allah olmaz, konuşan biz oluruz. Hem de Kur’an’ı konuşturarak. Bu bağlamda “Kur’an böyle diyor, Allah böyle diyor” demek haşa ve kella Allah’ı kendi namımıza konuşturmak anlamını taşır. Böyle bir niyetimiz olmasa bile maalesef sonuç budur. Çünkü ayetin muhataplarına verdiği emir, yasak, tavsiyelerden uzak yorumlar yapıyoruzdur. Halbuki yapmamız gereken yukarıda altı madde halinde sıraladığımız usule uygun bir biçimde bütün cehd ve gayretimizi sarf ederek onu doğru konuşturmak, doğru yorumlamak, Allah’ın maksadına uygun bir şekilde te’vilde bulunabilmektir. Daha açık ifade edeyim, tarihi bağlamından kopuk, sebebi nüzulünden bağımsız, lafız, mana-hüküm, maksadı ve mesajı bir bütün halinde gözetmeyen yorumlar şahsi yorumlardır.
Bu zaviyeden bakınca; gayrimüslimler cennete gidecek diyenler de gitmeyecek diyenler de görüşlerini temellendirmek için kullandıkları ayetlere genellikle lafzi yaklaşım sergilemişlerdir. Genellikle dedim…
Devam edeceğim…
Sevgili Ahmet hocam sizin bu cennet tartışmalarını okuyunca, Kapısına Türklerin dayandığı Bizanslı din adamlarının melekler dişi mi erkek mi tartışması rivayet edilir ya o aklıma geldi.
Bence gündemimizi asıl meşgul etmesi gereken konu, müslüman topraklarında sürekli devam eden bu zulümler silselesi neden hiç bitmiyor ve en son bize nasıl ulaştı?
Bana sorarsanız ceketin düğmesini nerede ilk defa yanlış iliklediğimize bakmak lazım. Yani Hz. Osman ra efendimizin dönemine…
Liyakat esasına dayanmayan ehliyetsiz kişilerin cahiliyeye ait akraba ve soyluluk esasına göre yapılan son 6 yıllık dönemdeki bu atamalar ile başlıyor adalet sapması. Kendisinin şehadetine sebep olan da kendisinin bu icraatları değil mi? Sonra Muaviye ve Yezid ile ete kemiğe bürünüp günümüze kadar geliyor. Yanlış mı söyledim? Asıl başımıza gelen fecaat o zaman başlamış ve bu durumu tarih boyunca hiç kimse hakkıyla tartışmamış. Tartışanlar hep ifrat ve tefrite girmiş. Ya tamamen iyi ya da tamamen kötü kısır çekişmelere mesele kurban edilmiş… Oysa Efendimiz sav kızı Fatıma annemiz için bile eğer hırsızlık yapsa elini keserim dediğine göre, bir kişinin dini yönü ile değerlendirilmesi ayrı somut olayda açıkça hukuku ihlali ayrı sonuç doğurmalı. Şimdi soruyorum: Hz. Osman efendimizin Kuran’ın açıkça emrettiği ehliyet emrine aykırı yaptığı somut atamaların hukuki hesabı bugüne kadar ehli sünnet dünyasında sorulmuş mudur? Çok merak ediyorum gerçekten bana somut bir örnek verebilir misiniz? Ben bugüne kadar Hz. Osman efendimizin bu türlü icraatları hakkında mülayim bir kişiliği olduğundan gerektiği gibi devleti öncekiler gibi yönetemedi ifadesine benzer eleştiriden daha ağır bir eleştiri duymadım. Lütfen cevap verir misiniz gerçekten çok merak ediyorum?
Sevgili Ahmet hocam.
Geleceğe projeksiyon tutmak istiyor isek şayet, en önemli iş geçmişimizle yüzleşip muhasebe yapmaktır. Zira geçmiş geleceğin en önemli referansı ise, geçmişteki hatalar düzeltilmeden geleceğe doğru bir projeksiyon tutamazsınız. Tarih tekerrür eder.
Örneğin Almanya üst üste mağlubiyetler yaşadığı halde neden bugün dünyanın en ileri ülkeleri arasında? Neden hukukun anavatanı? Bence en önemli sebebi geçmişiyle yüzleşerek hatalarını tekerrür ettiremedikleri için. Hitler bir gibi bir diktatörlüğü anayasalarında deklere ederek suç saydıkları için. Bizim tarihimizde sayısız diktatörlükten böyle bir örnek var mı? İşte temel sorun burada! Sizce haksız mıyım sevgili hocam? Cevabi bir yazı yazmanızı umut ediyorum. Saygılarımla..
Ahmet bey, ara ara yazdığınız yazılara yapılan yorumları okudugunuzdan bahsedersiniz ama bu son yazılarınıza yapılan yorumları okumadınız mı, yoksa bilerek görmezden mi geliyorsunuz gerçekten merak ediyorum.
En son yazacağımı en başta yazayım, sonra da delillendireyim.
Beş tane doğrunun arkasına ilk bakışta göze batmayacak bir tane yanlışı, batılı, karıştırmaktaki amaç nedir? Cevap almak için soruyorum. Bunun nedeni şahsi bir kafa karışıklığı mı, yoksa hak ile batılı karıştırmakta başka bir amaç mi var? Zihinsel, ruhsal bir maraz mi hasıl oldu yoksa bu çarpıtmalar bile isteye ve şuurlu bir şekilde mi yapılıyor? Amaç kafası karışmış insanları ağa düşürüp dinden mi saptırmak yoksa? Gerçekten cevap arayarak soruyorum. Bu yazılan yazıların, doğruların arasına ustalıkla karıştırılan yanlışların amacı ne? Sonunda insanların batinilik benzeri farklı dinlerin esintileri ile karıştırılmış uydurma bir dine inanıp kendilerini müslüman zannetmeleri mi amaçlanıyor yoksa?
Şimdi kendi yazdiklarinizdan alintilayarak delillendireyim.
“Ve son olarak Kur’an’ın maksat ve gaye bağlamında tarih-üstü mesajlar taşıdığını nazara alınarak akıl vesilesiyle onlar ortaya çıkartılmalı ve değişen arka plan şartlarına bağlı olarak hükümler o mesaj istikametinde verilmelidir. Nitekim tarih boyunca fıkıh alimlerinin yaptığı budur ve usulu fıkıh bize bu imkânı vermiştir. Kıyas-ı içtihadi, istihsan, maslahat ve makasıd adını verdiğimiz metodlarla yapılan budur. Bunun somut örneklerini yine bu sayfalarda yıllar önce yayınlanan Maslahat yazı serisinde kaleme almıştım. Arzu edenler o yazıları tekrar okuyabilir.”
Buradaki akıl vesilesiyle ifadesinin altını kalın bir çizgi ile çizelim önce. Size bu izni kim veriyor, elinizde bunu yapabileceğinize dair somut bir delil var mı? Kur’an’da o devrin toplumunun sosyal yapısıyla ilgili olduğunu iddia ettiğiniz bir ayeti değişen toplum yapısı ile Rasulullah’ın (sav), Sahabe veya Tabiin’in(ra) nasıl anladığına bakmadan günümüz şartları ile kendi aklimizla anlayabileceğimize dair ruhsat var mıdır?
Yoksa akıl iddia ettiğinizin aksine ilk beş maddede saydığınız çerçevede Kur’an ve Sünnet’te var olan hükümlere hiç dokunmadan tamamen günümüz şartlarında ilk defa ortaya çıkan konularda kıyas yapmak için mi kullanılır?
Somut örnek. Hırsızın elinin kesilmesi, kısasa kısas meselesi, Kur’an ve Sünnet ile sabit şer’i hükümlerdir. Şimdi siz bu hükümler o devrin toplumu ile alakalıdır, bununla ilgili Bakara suresi 178, 179 ve Maide suresi 45 gibi ayetleri veya tüm sahih kaynaklarda farklı senetlerle mutevatir derecede somut olmasina rağmen “Kızım Fâtıma(ra) hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim” hadisi gibi hadisleri sadece o devrin toplumuna göre nazil olmuştur, bu devirde uygulanamaz, akıl ile bu hükümler yerine başka hükümler getirmek gerekir mi demek istiyorsunuz?
Lütfen bu soruya eğip bükmeden cevap verin ki amacınız belli olsun.
Zira şunun bilinmesi icap eder ki, eğer insan nass ile sabit olan hükümleri devirle alakalı ve bu devirde uygulanamaz, yerine yeni hüküm getirmek gerekir derse bu insan kendisine İslam’dan esinlenmiş bir din uydurmuş olur, başka da bir şey olmaz. (Şekil A1- İslam ve Kur’an guncellenmelidir diyen münafık RTE).
Yoksa sizin iddianızın aksine akıl kavramı sadece nass ile sabit olmayan, tamamen yeni ortaya çıkan hususlarda bunların İslam’a uygun olup olmadığını, yani caiz olup olmadıklarını değerlendirmek maksadı ile kıyas yaparken mi kullanılabilir? Somut örnek, sigaranın hükmü, yeni tedavi yöntemlerinin caiz olup olmaması, teknolojik araçların kullanılmasının hükmü, vb.
Konuyu burada uzatmamak için linkini verdiğiniz Maslahat yazinidaki saptırmaları o yazının altında paylaşacağım.
https://www.tr724.com/gelenegi-anlamak-ve-yeni-seyler-soylemek-lazim-maslahat-1/
Sevgili Ahmet hocam,
Hasan el Basri Hazretleri Muaviyenin 4 cürmünü sayarken bugünkü HUKUK TERİMLERİ ile ifade edecek olursak onun hilafeti cebr şiddet tehdit ve hile ile gasp eden bir darbeci; Yezid’i selef yaparak Anayasanın meşveret esasını yok eden hukuk tanımaz bir dikdatör; Hucr b Adiy gibi sivil muhalifleri acımasızca yok eden eli kanlı bir terörist, Siyasi çıkarları için Ziyad’ı nesebine geçirerek dinin ( o günkü hukukun) açık hükümlerini ihlal ederek siyaset için din ve hukuku kurban eden makyavelist bir tiran olduğunu söylemiyor mu?
Şimdi biz onun sahabe olması ve büyük fetihlere imza atması gibi dinen fazilet olan davranışlarını dikkate alarak diyanî faziletleri, kazaî (hukuki) suçlarını örtecek gerekçe yapıp tüm toplum nezdinde onun masum olduğunu deklere ediyoruz değil mi?
İşte bu sapla samanı karıştırmaktır. Toplumda adalet duygusunu din temsil etmez hukuk temsil eder. Çünkü din tüm toplumu temsil etmez ama hukuk tüm toplumu temsil eder. Zira din yaşandığı her anda yoruma açık olduğu için ameli ve itikadî mezhepler vardır bu sebeple subjektiftir. Ancak hukuk cari olduğu dönemde tüm toplumu bağladığı için objektiftir. Şimdi siz subjektif yorumunuzla günahkar olmadığını düşünerek, objektif hukuk ihlali yapan bir suçluyu tüm toplumda masumiyetini deklere ederseniz adaleti yok edersiniz ve toplumu birbirine düşürürsünüz. Muaviyenin cennetlik olduğuna inanabilirsiniz ancak suçsuz olduğunu deklere etmeye hakkınız yoktur çünkü toplumun her ferdi dini sizin gibi yorumlamak zorunda olmadığı gibi toplumunun tamamı da müslüman olmak zorunda değildir! Bunu yaparak hukuken terörist olan birine masum derseniz bir gün hukuken masum olan bizleri de dini yorumlarıyla günahkar görenler ellerine siyasi gücü geçirip tarihi tekerrür ettirip yapmadık zulüm bırakmaz vesselam!
Şimdi yüzleşme zamanı! Günahlarımızla yanlışlarımızla yüzleşip Almanların Hitlere, İspanyolların Franco’ya hak ettiği hukuk dersini vererek tüm dünyaya deklere ettikleri gibi bizim de önce kendi içimizde sonra tüm dünyaya içimiz cız etse de Hz Osman efendimizden başlayarak tüm yanlışlarımızı deklere etme zamanı!
Eğer bunu yapmazsak tarihi hiç bir zaman değiştiremez kendimizi aldatırız vesselam…
Değerli Eyüp Bey,
*Gelecek Projeksiyonu Serisi yazı ve yorumlarını ilgiyle takip ediyorum. İhtiyaç olduğunu düşündüğüm bir konu üzerinde yazıyor. Eline sağlık bu arkadaşların diyorum.
*Henüz yazar kendi fikirlerine geçmedi. Malum, bekleyiniz dedi en başta. Siz daha bu aşamada bile, tespit edebildiğim kadarıyla, yazarı, potansiyel ve ihtimal olarak, 16 tane suç işlemeye teşebbüsle itham ediyorsunuz:
*Batıl karıştırmak, Kafası karışık olmak, Hak ile batılı karıştırmak, Zihinsel-Ruhsal marazlı olmak, Çarpıtma yapmak, Dinden sapıtmak, Batinilik karıştırmak, Din uydurmak, İzin almadan kendi aklını kullanmak, Kuran’ın sadece bir devre hitap ettiğini söylemek, Yorumlarken Rasulullah (as) ve Sahabeyi (ra) dikkate almamak, Kıyasın konusunu ve zamanını bilmemek, Kuran’ın değişmez hükümlerini bilmemek ve bu devirde uygulanamaz demek, Cevapları eğik bükmeye müsait olmak, Bir münafığa benzemek, NARH olayını çarpıtmak..
* Şayet bu iddialar doğru ise Ahmet Bey yazmayı bıraksa hayır olur. Hatta bu köşede sizin olmanız uygun olur. Yok eğer, siz bu iddialarınızı ispat edemezseniz, kendisinden özür dilemelisiniz. Zaten bu 16 adet ithamın yazılan konu ile fikir-yorum bağlamında doğrudan bir irtibat yok.
* Benim okuma ve araştırmalarımdan şimdilik çıkan sonuç, sayın Eyüp bey, sizin yanıldığınız istikametinde.. Bir örnek ile bitireyim..
*Mesela, sadece 16.ithamdaki olaya bakılsa yeter. Enginliğiyle Bizim Dünyamız kitabı sayfa 342 deki İhtikâr(Karaborsa) başlığını okumanızı isterim. İmam Malik’in içtihadı, bazı Tabiin uygulamaları, Hz. Ömer’in önceki (Ahmet beyin yazdığı) ve sonraki (Ahmet beyin yazmadığı) her ikisi de doğru olan, yanlış olmayan içtihatları, Osmanlı dönemindeki kimi uygulamaların tamamı sizin eksik bildiğinizi gösteriyor.
*Birebirlerimize karşı, insaflı, saygılı ve hakperest olmamız dileğiyle..
Mehmet bey, Ahmet beyin daha önce yazdığı Maslahat yazısında Ömer(ra) tarafından narh ile ilgili verilen kararın sonrasında tekrar kaldırılması kısmını yazmaması size normal mi geliyor? Bu yaklaşımı insaflı ve hakperest olarak mı buluyorsunuz?
Ömer(ra)’in bu kararı umumi bir karar olmayıp Hâtıb b. Ebû Beltea’a karşı verilen bir karardır ve sonrasında örneğini verdiğim diğer başka uygulamalarda olduğu gibi kendisine iletilen hadis üzerine kararından dönmüş ve Hâtıb b. Ebû Beltea’ya dilediği gibi satış yapma fırsatı tanımıştır.
Yazdığım kaynakları araştırıp işin aslını öğrendiniz mi? Yaptığınız okumalarda bu bilgilere rastlamadiniz mı? Ki yazdığım kaynaklardan birisi Ahmet beyin bu konuyu alintiladigi kaynak.
Bu durumda insaf çatıdan cekip kopardığı bir su oluğunu bile Rasulullah(sav) tarafından yapıldığını öğrenince hemen yerine yerleştirecek kadar Rasulullah’a(sav) baglilikta hassas Ömer(ra)’in yaptıklarını yarım anlatmak mıdır, yoksa hakkı tam olarak ortaya koymak mıdır? Kendisine gösterilen doğru karşısında hiç tereddüt etmeden o an hemen kararından dönebilme noktasında Ömer(ra)’dan ders almamız gerekmiyor mu?
Ömer(ra) ile ilgili insanların zihninde “haşa” Rasulullah (sav) tarafından belirlenen bir “nass”a karşı gelmek gibi yanlış bir kanaat oluşturmak mıdır hakperestlik?
Ben sıradan bir vatandaş olarak okuduğum kadarıyla gördüğüm hataları ifade edince insaf etmemiş mi oluyorum? Saygı önce Ashabı Kiram(ra) ile ilgili bir şey yazarken yazmadan önce tüm detaylarına ulaşıp üzerinde tir tir titreyip ondan sonra yazmak değilse nedir?
Şu da enteresan ki, ilahiyatçı olmayan avamdan bir insan olarak sorduğum soruların bir tanesine bile cevap alabilmiş değilim.
Sizin son cumlenizle ilgili de bir soru sorayım misal. Osmanlı dönemindeki uygulamalar İslam’a esas oluşturabilecek delil değerine sahip midir? İslam’ın delil esasları nelerdir?
”Kur’ân-ı Kerim’de fiyatlara müdahale edilmesinin hükmünü açıklayan sarih bir âyet-i kerime yoktur.” KAYNAK:https://hikmet.net/devletin-fiyatlara-mudahale-etmesi-narh-caiz-midir/
Bu linki paylaştığınız için teşekkür ederim zira burada narh konusu gayet güzel bir şekilde delilleriyle izah edilmiş.
Bu yazıda da yukarıda iki farklı kaynaktan aktardığım şekilde Ömer(ra)’in Hâtıb b. Ebû Beltea’a narh koyduğu ve sonrasında bu kararından döndüğü net bir şekilde ifade edilmiş.
Ancak Ahmet beyin maslahat yazısındaki ifadeler bununla çelişmiyor mu? Yoksa ben mi Türkçeyi unuttum da okuduğumu anlayamıyorum.
https://www.tr724.com/gelenegi-anlamak-ve-yeni-seyler-soylemek-lazim-maslahat-1/
Ahmet beyin son cümlesi:
“Hz. Ömer de nassın zahiri anlamına muhalif olsa da bunu yapmaktan çekinmedi.”
Ahmet beyin bu yaptığı hakikati saptırma değilse nedir? Zira yapılan uygulamanın ilk kısmını dile getirip tamamlayıcısı olan asıl kısmı yok saymak değil midir bu yazılanlar?
Ömer(ra) Rasulullah(sav) sonrasında değil nassa muhalefet etmek, adetten furuattan sayılan meselelerde dahi Rasulullah(sav)’e mutlak bir bağlılık örneği sergilememis midir? İnsaf, saygı ve hakperestlik… Evet… Ama ilk önce ve herkesten önce Rasulullah’a(sav) Hulefa-i Rasidine(ra) ve Ashabına(ra) karşı insaf ve saygı…
Ahmet beyin bu yazıları, yazarken kullandığı üslup ve yöntem neye hizmet ediyor Allah aşkına? El insaf lütfen. Doğru ile yanlışı karıştırmamak lazım.
Hz. Ömer’in(ra)
1-Hutbe verirken önce A düşünüp, bir kadın sahabenin konuşmasıyla sonra B düşünmesi
2- Hacerülesvet ziyaretine, insanlar şirke kaymasın diye, aklın hakkını vererek önce taş olarak A düşünüp, sonra Hz. Ali (ra) nin ikazıyla hürmet gösterip B düşünmesi
3- Çarşıda sebest piyasanın kötüye kullanılması karşısında, Kuran da açık bir lehte-aleyhte bie ayet olmadığından önce sınırlandırma getirerek A düşünüp, sonra Efendimiz’in (sav) uygulaması hatırlatılınca B düşünmesi gibi konularda
Siz, ya A doğru ya da B doğru şeklinde düşünüyorsunuz. Klasik mantık böyle.. Saygı duyuyorum elbette.
Ama Ahmet Bey, hem A nın hem de B nin doğru olabileceğini düşünüyor. Nisbi mantıkta 0 ile 1 in dışında (bunu Allah bilir diyerek), arada doğruların farklı tonlarını anlatıyor. Hz. Ömer’in önceki ve sonraki duruşlarının her ikise yanlış demiyor. Zaten Pırlanta okumalarında da benzer yaklaşımlar mevcut, bakarsanız..
Mehmet bey, sizin kullandiginiz basit mantik ilkeleri ile olayi tekrar izah etmeye calisayim. Ömer (ra) önce A düsünüp de sonra bundan vaz gecip B kararina dönünce A karari yanlis oldu diye bunu yapmiyor mu? Ömer (ra)’in burada döndügü tüm B kararlari Rasulullah(sav) tarafindan verilen kararlar degil mi? Yani A kararlari hata oldugu icin B kararlarina dönülmüs degil mi? Siz bu durumda Ömer (ra) ya A ya da B dogru diye düsünmüs diyebilir misiniz? Ilk önce verdigi A kararinin yanlis oldugunu fark ettigi icin B ye döndügü asikar degil mi? Bu durumda hem A’nin hem de B’nin dogru olabilecegi ihtimali mümkün olur mu? Bunu nereden cikardiniz?
Buna benzer karar degisiklikleri ile ilgili baska örnekler de var, sizin mantik formülünüzün anlasilmasi acisindan. Imam Safii’nin eski ve yeni dönemleri var tipki Eski Said ve Yeni Said dönemleri gibi. Bu iki örnekte herhangi bir karar degisikligi daha ziyade, insanin daha bütüncül sekilde kendi hayatinin oldukca uzun bir dönemine pismanlik duyup yüz cevirmesi var. Kisinin kendisi eski dönemine yüz cevirmis ve yanlis oldugu kanaatini acikca deklere etmisken, baska insanlarin yav aslinda bu kisinin eski fikirleri de dogru demesi hak midir? Imam Safiinin eskiden Sia’ya hak verdigi fetvalarini alip kullanabilir misiniz mesela?
Ya da misal Zehracilar diye bilinen grupta eski yazilan Risalelerin muhafaza edilip kahraman Kürt milletine methiyeler düzülen dinden cok milliyetcilik eksenli ifadelerin sahiplenilmesi sizce dogru bir yaklasim mi oluyor, bu mantikla? Müellifinin ben bu eski yazdiklarimi kabul etmiyorum dedigi satirlari sahiplenilebilir mi buluyorsunuz?
Bahsettiginiz mantik formülündeki majör celiskiyi görebildiniz mi acaba?
A kararları hatalı mı, değil mi? dediniz. Dengeli cevabı Prizma 4 de mevcuttu. Yorumsuz, size bırakıyorum kardeşim.
”…İşte o büyük basîret âbidesi Hz. Ömer, avamca an layışı, tevhid çizgisine getirmek için –mânâ olarak taşta, toprakta bir kudsiyet aramayın. Allah Resûlü, onu öp müştür. Eğer O öpmeseydi ben de öpmezdim. Zira Hacerü’l Esved’i öpmek, O öptüğünden dolayı sünnettir.” diyerek, aklın hür olduğu nokta ile teslim olduğu noktayı birbirinden ayırmıştır. Hz. Ömer’in sözü bu zâviyeden değerlendirildi ğinde, onun ne kadar yerinde söylenmiş bir söz olduğu da ha iyi anlaşılacaktır.”
A kararları hatalı mı, değil mi? dediniz. Dengeli cevabı Kırık Testi2 de mevcuttu. Yorumsuz, size bırakıyorum kardeşim.
‘’Mesela, Seyyidina Hz. Ömer, evlilik akdi esnasında tesbit edilen mehir miktarı hakkında üst sınır belirlenmesi gerektiğini söylüyor. (Bu, Ömer’ce bir zühul sayılabilir, bize göre bir zühul da değildir. Çünkü evlenmeyi kolaylaştırmak adına çok önemli bir husus olduğundan bunu hemen her aklı başında halife düşünmüştür.) O, bunu mehir miktarının evliliğe engel olmaması için yapıyordu. Bir hutbe esnasında mescidde irad edilen bu beyan karşısında, bugün adını sanını dahi bilmediğimiz bir kadın şöyle diyor: “Ya Ömer! Senin bana ulaşmayan bir başka bilgiyle Efendimizden duyduğun bir şey mi var? Çünkü Kur’ân’da Allah “Ve âteytüm ihdâhünne kıntâran” diyor. Demek ki kantar kantar mehir verilebilir.” Hz. Ömer, o kadının itirazını yerinde buluyor ve kendi kendine “Yaşlı bir kadın kadar da dinini bilmiyorsun” diyerek sözünü geri alıyor.’’
Yeterli mi kardeşim?
Evet, sizin de aktardiginiz üzere Ömer(ra) “aklın hür olduğu nokta ile teslim olduğu noktayı birbirinden ayırmıştır.” Kendi verdigi A kararlarindan sizin daha önce bahsettiginiz her üc örnekde de, yaptiginiz her iki alintida vazgecmis ve nihayetinde dogru olduguna kanaat getirdigi ve yerinde buldugu B kararlarina yani Rasulullah’in (sav) sünnetine bila kaydu sart teslim olmustur.
Mantiksal cikarimlari hem A’nin hem de B’nin dogru olabilecegi iddianizi görüldügü üzere sadece siz kabul ediyorsunuz. Karari verenin kendisi kararindan vazgecmisken, halen o verilen kararin dogruluguna sahip cikmanin dogurdugu bu büyük celiski eger ilerletilirse Islamin tüm nasslari icin uygulanmasinin önünde hicbir engel bulunmamaktadir. Bir taraftan aklin savunucusu olup diger taraftan da bu kadar büyük mantiksal celiskiyi sahiplenmek benim gibi bazi insanlar icin irrasyonel olsa da, su da bir bilimsel realite ki insanoglu denen varlik salt rasyonel bir varlik degildir. Bazi insanlar hayatlarini celiski yumaklari ile de sürdürebilmektedirler. Lakin hekim olarka nacizane ufak bir tavsiye, bu kadar büyük celiskilere sahip cikmak insanin ruh sagligini buhranlara sürükleme riskine sahiptir. Bilginize…
Gerçekten çok enteresan bir durum ,neden mi seçtiğinz ya da sorulan konu buysa eğer ….cennete kim girecek Bırakalım da buna cennetin cehennemin sahibi karar versin biz bu dünya da nasıl yaşamayı becereceğiz ona bakalım ve sizlerde Kuranı anlama ve yaşatma konusunda sorumluluk sahibi kişiler olarak bu konularla uğraştığınız enerji ve vaktinizi şu dünyayı nasl faha yaşanır hale getirebileceğiz gayretine su taşısanız taşısak hep birlikte.Allahn ilahı kelamını okuyarak oradan birbirine zıy anlayışlarla savaşan ve gayri ahlaki adalet ve insanhakları duygusundan ızak yaşayan kendilerine islam dünyası diyen ülke ve insanların hali bu kadar perişan ve ayaklar altındayken ve gençler islam eğer buysa deyip başka mecralara savrulurken bizler oturmuş burda cennete kim girecek onu okuyor ve yorum yazıyoruz sizde kimbilir ne kadr zaman harcadınız gerçekten acınası haimiz var bu şeklde hiç birimizin oraya yani bırakın cenneti Allahın huzuruna bile çıkacak yüzümüz olmamalı diye düşünüyorum,Allahm verdiği aklı imanla bezeyip dünyayı cennete çevirebilecek ufuklar lutfeylesin hepimize ya da kimler yapabilecek kapasite de ise o insanlara…
Ahmet hocam saygılar sevgiler sunuyorum.
Sizi kaleme aldığınız yazılarda ve video programlarında çok heyecanlı neşeli ve yeni bir projenin Yöneticisi olmanın verdiği keyif içinde görüyorum. Oysaki çoğulculuk esasına dayalı katılımcı çalışmalarda projenin amacı belli olsa da sonuç yönetici tarafından bile bilinmediğinden, yönetim kadrosu dahil tüm katılımcılarda heyecan ve keyifle birlikte bir o kadar da endişe ve korku bulunur. Mesela savaş meydanında bir ordu düşünün. Gerçekten belli hedefe kilitlenilmiş bir savaş içindeyseler ordunun yönetim dahil tüm kadrosu hem heyecan ve merak hem de bir o kadar endişe ve korku yaşarlar. Çünkü savaşın sonucunu kimsenin bilmesi mümkün değildir. Eğer bu ordu içinde savaşın neticesini mağlubiyet veya galibiyet şeklinde kesin bilen birileri varsa onlarda heyecan ve keyif olabilir ama endişe ve korku olmaz. Dolayısıyla savaşan diğer askerler aslında birilerinin sonucunu bildiği bir işin (mücadelenin değil) kullanılan fertleridir. Yaptıkları iş onlara aslında BİRLİKTE yaptıkları kutsal bir savaş gibi gösterilmiştir. Halbuki sonuç baştan bellidir ama birileri onların yerine her şeyi tasarlamış gibi görünmemek, sonucun ortak ve kutsal bir mücadele gibi görünmesini istedikleri için savaş gibi bir senaryo kurgulanmıştır. Dolayısıyla savaş esnasında savaşı kurgulayanlar ile gerçekten savaşanlar arasındaki ilişki gerçekte bir yardımlaşma ilişkisi değildir. Sadece öyle görünür…
Şimdi ben sizin yukarıda bahsettiğim halinizi görünce yorum yapan biz katılımcılarla ilişkinizi böyle algılıyorum. Bu algıyı destekleyen en önemli ikinci delilim de yapılan eleştiri ve yorumların gelecek projeksiyonu dediğiniz bu yazı dizisindeki bakış açınızı hiç değiştirmemiş olmanızdır. Oysa samimi meclislerde düşünce şekillenerek baş tartışmacının fikri sonuçta kabul görmeyebilir ve sonuçta başka bir görüş muteber olabilir, tıpkı Ebu Hanife’nin meclisinde talebelerin görüşünde karar kılındığı gibi..
Bu bana vesayet kültürünü hatırlatıyor. Genlerimize işlemiş itaat ve biat kültürü… Batı dünyasındaki kültürün malesef çok uzağındayız. Bireysel özgürlük ve eleştiri kültürü.. O bizim Ebu Hanife gibi çok az sayıda şahsiyetlerimizle tarihe karışmış gitmiş…. Kafanızı ağrıttım kusura bakmayın… nasıl olsa sonuç değişmeyecek..:)
Sayın Psikolog kardeşim, güzel bir tahlil olmuş, elinize sağlık fakat katılmadığım yerler var. 1- Ahmet beyin sabit fikirli olmadığını düşünüyorum. Aksine sabit fikirlere alternatif var olan diğer fikirleri buradan paylaşıyor ve okuyucuya bırakıyor. Diğer türlü baştan ‘benim fikrim bu’ deyip, onu destekleyen argümanları sıralayıp, nokta koyar geçerdi. Tezgaha tek bir ürün koyan tüccar gibi yapmadı yani.. 2-Yorumları okuyup okumadığını bilmiyoruz, bir açıklama yapmadı ama inşallah dikkate alıyordur. Eğer okuyor ve fikirlerinde bir değişiklik yoksa bu onun sabit fikirli olduğunu değil, kendi fikirlerinde bir hata tespit olmamasından olabilir. 3- ‘SONUÇ DEĞİŞMEYECEK’ derken, kesin kati bilgi Allah indinde (kimin Cennette, kimin Cehennemde) olduğu için, elbette değişmeyecek. Fakat bu yazılardan sonra kesin olmayan beşerin bilgisi, eğer sabit fikirli değilse, değişebilir. En azından iddialı olmaz. Saygı ve sevgilerimle..
Mehmet bey cevabınız için çok teşekkür ederim. Beni rahatlattınız.
Sanıyorum siz Ahmet beyi benden iyi tanıyorsunuz. İnşallah dediğiniz gibi sabit fikir sahibi değildir. Bakalım bu konuda cevabi bir yazı yazacak mı?
Eyüp bey, medenice bir fikir alışverişi oldu, yorumlarınızdan istifade ettim, teşekkür ederim. Hekim olarak ruh sağlığı tavsiyeniz ve öneriniz için, eksik olmayın. Fakat konu, sağlık değil, sizin de buyurduğunuz gibi konu mantık.
Mantığın en temel ilkesi, önermelerin ÇELİŞMEZLİK kriterine uymasıdır.
Bir önerme, hem A, hem A’ olamaz. Mesela A: Bu taştır. A’: Bu taş değildir, taştan başkasıdır. Ben tekrar desem ki, bu da şimdi yeni önermemiz olsun. B: A taştır, ama öpülebilir.
Size soruyorum. Mantık biliminin Çelişmezlik ilkesine göre, A ile B çelişiyor mu? Size göre çelişiyor, bana göre bir çelişki yok.
Hz. Ömer (ra), hata yapmamıştır. Kötüden iyiye veya yanlıştan doğruya bir geçiş yoktur. İyiden, daha iyiye bir geçiş vardır. En temel ilke olan Tevhid düşüncesi adına bu içtihadı yapmıştır.
Saygılarımla..
Hem bana sorup hem de benim adıma kendiniz cevap verebiliyorsunuz. İlginç doğrusu.
Ömer(ra)’in verdiği ilk kararları Rasulullah(sav)’in o konuda verdiği kararı “biliyor olmasına rağmen” verdigini ve bu şekilde içtihat yaptığını iddia ediyorsunuz lakin bunu bir tane tabakat, siyer veya Hayatus-Sahabe kitabından gösteremezsiniz. Buz gibi olan gerçek ise Ömer(ra)’in verdiği ilk kararları beyan ederken ya Rasulullah’ın(sav) o hususta karar verdiğinden haberdar olmaması veya o an unutması durumu söz konusudur ve Rasulullah’ın(sav) kararı kendisine aktarıldığı veya hatırlatıldığı an hemen kendi kararindan vaz geçerek Rasulullah’ın(sav) kararına dönmüştür. Hal böyle iken iyiden daha iyiye geçiş gibi bir durum söz konusu bile değildir. Bir insan Rasulullah’ın(sav) verdiği somut bir hüküm veya bir karara bile isteye muhalefet eder geçerli değildir der ve değiştirmeye tevessül ederse bu açık bir şekilde küfürdür.
**Hacerülesved i önce, öpmemesinin nedeni, Efendimizin as öptüğünden HABERDAR OLMAMASI veya UNUTMASI söz konusu diyorsunuz. Sizin bir deliliniz var mı?
**Hutbe verirken önce, kadın sahabenin itirazındandan evvel ilgili ayetten HABERDAR OLMADIĞINI veya UNUTTUĞUNU düşünüyorsanız, buyurun delil gösterin.
Not:Dolaylı küfürle itham etmenize sizin adınıza üzüldüm Eyüp kardeşim.. Saygılarımla..
Muaviye Darbeci ve Terörist degilmidir ?
Degildir . Cünkü Zamanin Alimleri fetva vermislerdir. Cemaat teröristmidir ? Zamanin alimleri fetva vermistir. Pekayla, Alimlerinin fetvalarina ehli sünnet alimlerinin fetvalarina uymak farz midir ? Öyleyse neden kabullenip insan hatasi nedeniyle tövbe etmez ki ? Ferva verilmedi mi? Halen 1500 yil önceki, Efendimizin vefatindan 300 yil sonra yailanlara göre konusanlari görünce hayretler icinde kaliyorum.
”somut bir hüküm veya bir karar” yok, sen uyduruyorsun Eyüp bey..