YORUM | Dr. REŞİT HAYLAMAZ
Bir aralık, ilk günlere gittiğimizi farzedelim ve kendimizi, hac ibadeti yapan Ashâb-ı Kirâm Hazretleri ve Tâbiîn cemaatiyle birlikte Mekke’de hissedelim.
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) irtihalinin üzerinden 25 yıl geçmiş.
Aylardan Zilhicce; en öndeki sahâbîler dahil hemen herkes, hac için Mekke’de.
Buraya kadar her şey normal.
İşin anormal olan kısmı şu:
Birilerine gün doğmuş ve onlar açısından kaçmayacak bir fırsat; iyi hesaplanmış bir zamanlama!
Zaten, hedefledikleri sonuca ulaşabilmek için taşlar döşenmiş durumda; neredeyse tüm sermayeleri “yalan” üzerine kurulu. Mesela, Âişe Validemiz adına Mısır valisine mektup gitmiş; ‘Şunu yap, bunu yapma’ gibi talimatlar ihtiva ediyor ama bu mektuptan ne Âişe Validemiz’in haberi var ne de mektubu götüren şahsın muhtevadan!
Sadece O’nun adına mı?
Hazreti Osmân’ın adına kurgulanan mektuplar var; hem de altında mührü olan! Mektup da sahte mühür de.
Bir nevi, tavşan-tazı hikayesi; aksi istikametteki mektupları da Hazreti Ali adına kurgulamışlar!
Unutmamış, Hazreti Talha, Hazreti Zübeyr ve Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs (radıyallahu anhüm) gibi öndekileri de kirli emellerine alet etmişler!
Adına mektup uydurulanlar, “yalan” deyip tekzip etse de bunu duyanların sayısı sınırlı.
Fırsat fevt etmemek için birileri köpürttürkçe köpürtüyor!
‘O ona bunu dedi; beriki ötekisinin kuyusunu kazdı’ şeklindeki güft ü gûy almış başını gitmiş!
Kirli ellerin planı, sahâbî ile sahâbîyi vuruşturmak!
Adamlar usta; tepki almamak için hep sağdan yaklaşmışlar!
Hemen herkese bir kulup takmış ve en muteber insanları, halk nezdinde olağan şüpheli haline getirmişler.
Gün gelmiş, bünyeyi içten tahribe yönelik bu organize hamle atağa geçmiş.
Hem de kuzu postuna bürünmüş vaziyette; ‘Hacca gidiyoruz!’ diye yola çıkmışlar.
Nasıl taktik?
Dini ve dindarı merkezden vurabilmek için din görünümlü bir maske!
Tanıdık bir tezgâh!
Tekbir ve tehlillerle, “lebbeyk, Allahümme lebbeyk” ile yol almışlar!
İki yönlü bir kullanma; hac için Mekke’ye akan Medîne sokakları onları bekliyor!
Öte yandan, görüntüde kimsenin itiraz edemeyeceği bir yola gidiyorlar; ibadet yapacaklar!
Senaryo mükemmel!
O gün ne cep telefonu var ne de sosyal medya; mektup veya adam göndermekten başka haberleşme imkanının olmadığı bir dönemde, Türkiye’nin kaç kat büyüklüğündeki bir ülkenin neredeyse bütününü organize etmiş ve hislerini tetikledikleri kalabalıkları, ‘Mekke yoluna düşmüş hacılar’ görüntüsüyle Medîne’ye yığmışlar.
.. ve, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) iki defa damat olmuş ve bizzat Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından ehl-i Cennet olduğu müjdelenmiş bir Afîf’i şehîd etmiş, cömertlikte eline su dökülemeyecek bir kıymete kıymışlar!
Üstelik, Medîne mezarlığına bile gömülmesine müsaade etmemişler; ‘Gidin, Yahudi mezarlığına gömün!’ diye höykürüp duruyorlar!
İslâm’ın üçüncü halifesinin cenazesinde, bazı kaynaklara göre altı diğer bazılarına göre sadece yirmi kişi var!
Onlar da kendi ailesi, çocukları ve yakın akrabaları!
Suyun bu kadar bulanık aktığı bir dönemde Hazreti Osmân (radıyallahu anh), ancak kendi bahçesine gömülebilmiş.
Açık bir ihanet ama gel gör ki “hâin” kimliklerinde Kıyâmet’e kadar şüphe duyulmayacak bir güruh, o gün Hazreti Osmân’a hain muamelesi yapıyor!
Üstelik, ağız birliği etmiş, ‘Osmân’ı biz öldürdük!’ diyor ve gerçek katilleri gün yüzüne çıkarmamakta kararlılar!
İki halifenin üst üste şehadetinden sonra ve bu şartlarda Medîne’de Hazreti Ali (radıyallahu anh) halife seçilmiş; suçluyu bulup onu cezalandırmak istiyor ama şartlar buna imkân vermiyor!
Öte yanda genel görüntüden rahatsızlık duyup da eşkıyaya haddini bildirmek için sabırsızlananlar var.
Ve haber, hac ibadetini yapmak için aylardır Medîne’den uzakta kalanlara, Mekke’ye de ulaşıyor.
Haberi ilk duyduğunda Âişe Validemiz (radıyallahu anhâ), Hazreti Osmân’ı kastederek, “O’nu siz öldürdünüz!” diyor!
Halbuki, haberi getirenler de kendisi de biliyor ki Hazreti Osmân’ı şehîd edenler onlar değil!
Gerekçesini de söylüyor:
“Doğru-yanlış demeden Halîfe’nin her yaptığı şeyi tenkit ettiniz! Aleyhinde fırtınalar kopartılıp kuyusu kazılırken sessiz kaldınız ve bu sessizliğiniz adamları cesaretlendirdi; sonra da bu sonuç oldu!”
Tercih, “temkin” olsa da şartlar Annemiz’i (radıyallahu anhâ) zorluyordu.
Haberi duyunca o kadar üzülmüştü ki adeta ağzını bıçak açmıyordu! Derin bir murakabe hali vardı. Tam da Medîne’ye dönme niyetindeyken bu niyetinden vazgeçti ve üzerine dağlarvârî yükler yüklenmişçesine bir eda ile yeniden Kâbe’ye yöneldi; içini açabileceği adrese gidiyordu! Önce Kâbe’nin kapısında, ardından da Hıcr-i İsmâîl’de uzun uzadıya dua etti, içini döktü; ümmetin başına gelenlere gözyaşı döküyordu!
Ne var ki haberi duyan, Annemiz’in yanına geliyordu.
Halîfe olarak baş tâcı ettikleri Hazreti Ömer de (radıyallahu anh), iyi çalışılmış ve organize bir cinayete kurban gitmişti; aynı kirli eller, ardınca gelen Halîfe’yi de şehîd etmişti!
Vahyin nüzulüne şahit olmuş ve bizzat Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) rahle-i tedrisinde yetişmiş bir cemaatin bakışları arasında, başta din olmak üzere bütün değerler elden kayıp gidiyordu!
Ufuk karanlık ve puslu havada görünen, sadece kaostu.
Öyleyse, terör estiren eşkıyanın haddini bildirmek ve İslâm’ın izzetini kurtarmak gerekiyordu ki bu düşüncede olan herkes, bir büyük olarak gördükleri Annemiz’in (radıyallahu anhâ) etrafında toplanmaya başladılar.
Önce onları teskin etmeye çalıştı; “Ey insanlar!” diye hitap etti. Gelinen süreci anlattı bir bir. Her şeye rağmen basiretle hareket edilmesi gerektiğini söyledi, üstüne basarak. Cümlesini bitirirken sözü yine Hazreti Osmân’a getirdi; “O’nu öylesine baskı altında tuttular ki -farz-ı muhâl- hakkında ileri-geri söyledikleri doğru bile olsa şimdi O, toz-topraktan arındırılmış bir altın veya suyu iyice sıkılmış bir çamaşır gibi tertemiz hale geldi; huzur-u ilâhîye arınmış olarak gitti!”
Bütün ikaz ve uyarılarına rağmen kardeşi Muhammed’in de aynı ekiple hareket edişi, O’nun için ayrı bir yıkımdı. Hazreti Osmân ile yüzleşince geri adım atmış ve pişman olmuştu ama o âna kadarki duruşu Annemiz’i derinden yaralamış ve dökülmemesi gereken bir kanın akıtılmasında, hem de “haram” beldede bu haramın irtikâb edilmesinde rolünün olması dilgîr etmişti O’nu! Vahamete sebep olanlarla birlikte onu da Allah’a havale ediyor, affedilmeyecek adım atanlarla birlikte onu da affetmeyeceğini söylüyordu.
Hemen her aşamada niyetini öğrenmek isteyenlerin yeni Halîfe hakkındaki kanaatlerini sormalarına mukabil, Hazreti Alî’yi (radıyallahu anh) nazara vermiş ve yapılan tercihi de onaylamıştı. Şartların böylesine kötüleştiği bir dönemde Hazreti Alî gibi bir isim, O’na göre de en isabetli tercihti.
Ancak, aradan aylar geçmiş olmasına rağmen Medîne’den yürek serinleten bir haber gelmiyordu!
Yaşananlardan huzursuzluk duyacağımız kesin; peki, bu şartlarda o gün orada olsaydık, biz ne yapardık?
İsterseniz, onu haftaya konuşalım!
Ya hayret ediyorum Beşir hoca atlamış Zaman makinasına gitmiş oraya ve dönüp bize orda olanları haber ediyor.
Bütün tarihi kaynaklar der ki Hz Osmanın şehadetine önce sevinen Hz Aişen neden sonra Hz Ali halife olunca üzülmüş gözükmüştür.
Daha ne kadar tozpembe o dönemi yorumlayıp milleti afyonlamaya devam edeceksiniz.
Siyerden geçinen ninniciler
Hocam turkiyedeyim. Sıffin, cemel savaşları, hariciligin ortaya çıkması ve hz alinin haricilerle yaptığı savaşları anlatan ehli sünnet çizgisinde eser tavsiyesi rica ediyorum sizden. Yazılarınızı da zevkle okuyor mceu da yayınlanan sohbetlerinizi izliyoruz. Selamlar saygılar.
Allah razı olsun Hocam, gerçektende güzel anlatmşsnz; zevkle okudum, devamını sabırsızlıkla bekliyorum!