Ana Sayfa Manşet Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (7)

Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (7) [Ahmet Dönmez]

Dünkü bölümde Adil Öksüz ve Kemal Batmaz’ın darbedeki rolünü masaya yatırmıştık. Herhangi bir akıl sahibini ikna etmesi imkânsız olan savunmalarına da yer vermiş ve sorulması gereken soruları sıralamıştık.

Bugün listemizdeki 4. madde olan Hakan Çiçek, Harun Biniş ve Nurettin Oruç gibi cemaatle irtibatlı olduğu öne sürülen sivillerin Akıncı Üssü’nde bulunduğu iddiasını ele almak istiyorum.

Öncelikle kim bu isimler, ne iş yapıyorlardı ona bakalım.

Hakan Çiçek, farklı sektörlerde ticaret yapan bir işadamı. Kendi ifadesine göre Ankara, İstanbul ve İzmir’de toplam 3 tane şirketi var. Ankara’daki şirketine bağlı olarak Çayyolu’ndaki Anafartalar Koleji’nin de sahibi. İddiaya göre bu kolej, cemaatin gizli okullarından biriydi. Çocuklarının cemaatle irtibatlı görünmesini istemeyen ‘mahsus’ aileler için açılmıştı. Birçok subayın çocuklarının da bu koleje geldiği yönünde iddialar söz konusu. Ayrıca Hakan Çiçek’in kurmay subaylara ‘abilik’ yaptığı yönünde de bir ifade mevcut. İfadenin sahibi, Kara Havacılık Okul Komutanlığı’nda görev yapan ve 15 Temmuz gecesi helikopteriyle havalanarak darbeye katılan Yarbay İlkay Ateş. 27 Temmuz 2016 tarihli ifadesinde cemaatten olduğunu söyleyen Ateş, Hakan Çiçek’in cemaat içerisinde kurmay subaylara ağabeylik yapan bir konumda olduğunu öne sürdü.

Nurettin Oruç, daha önce öğretmenlik yapmış, sonra ayrılıp film şirketi kurmuş bir belgeselci. Cemaat bağlantısına dair herhangi bir somut kanıt bulunmuyor. İddianamede sadece 1998-2003 yılları arasında cemaate yakınlığı ile bilinen Zağnos Dershanesi’nde öğretmenlik yapmış olması delil olarak gösteriliyor. Onun dışında askerlere ‘abilik’ yaptığı da dâhil olmak üzere herhangi bir tanık ifadesi de söz konusu değil.

Harun Biniş ise elektronik mühendisi. Ankara Fen Lisesi ve Bilkent Elektronik Mühendisliği mezunu. 2006-2009 yılları arasında Kaynak Holding’de çalışmış, sonra Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nda uzman olarak görev yapmış. Son olarak ODTÜ Teknokent’te Milsoft isimli bir yazılım firmasından istifa etmiş bir isim. Onun da cemaat içerisinde askerlere ‘abilik’ yaptığı yönünde hiç bir veri, hiç bir somut delil bulunmuyor.

BU 3 KİŞİ O GECE AKINCI’DA MIYDI?

Peki, bu 3 ismi bir araya getiren nedir? O gece Adil Öksüz ve Kemal Batmaz ile beraber Akıncı Üssü’nde bulundukları iddiası. Bunlardan sadece Hakan Çiçek o gece üste bulunduğunu itiraf ederken diğer iki isim reddediyor. Buna karşılık sadece Çiçek’in üste çekilmiş görüntüsünün olmaması ilginç. Nurettin Oruç ve Harun Biniş olduğu öne sürülen kamera görüntüleri mevcut. Fakat her ikisi de çeşitli kereler savcılığa götürülüp sorgulandıkları halde hepsinde de görüntüdeki kişilerin kendileri olduğu iddiasını reddettiler.

ÇİÇEK: SOSYAL ETKİNLİK İÇİN DAVET EDİLDİM

Peki, Hakan Çiçek o gece neden üsteydi? Savcılığa verdiği 3 ayrı ifadede bunun cevabını şöyle verdi: “Haftanın 3 günü Ankara’da kalıyordum. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece kardeşim Gökhan Çiçek’in (Kara Havacılık Okulu’nda Pilot Binbaşı) Batıkent’teki evinde kaldım. Cuma günü de okuldan (Anafartalar Koleji) öğrencilerimizin velisi olan Albay Ahmet Özçetin beni akşam 20.30 sıralarında sosyal etkinlik için Akıncı Üssü’ne davet etti. Ben de gittim. Bulunduğum yerde Albay Ahmet Özçetin vardı, bir iki şahıs daha vardı ancak onları tanımıyorum. Ben gittikten birkaç dakika sonra askeri hareketlilik başladı. Bu yüzden çıkamadım. Sabaha kadar orada kaldım. Akşamdan sabaha kadar dışarıda bir bankın üzerinde bekledim. Sabah 08.00 sıralarında gün aydınlanınca çitten atlayıp kaçanları gördüm. Ben de beton duvarının üzerindeki tellerden atlayıp köye doğru yürümeye başladım.  Jandarma görevlileri beni yakaladı. Akıncı Üssü’nde rütbeli ya da sivil Ahmet Özçetin albay dışında kimseyle tanışmıyordum.”

Hakan Çiçek savcılıktaki sorgusunda, “Okuldan öğrencimiz” dediği Albay Özçetin’in oğlunun adını bilmediğini söyledi. Kendisine, “Darbe gecesi, darbenin merkezi olan bir üste bulunman hayatın olağan akışına uygun mu?” sorusu yöneltildiğinde, “Evet normal görünmüyor ama gerçek anlattığım şekildedir” cevabını verdi.

Ayrıca Cemaat üyesi olmadığını ve Fethullah Gülen’i tanımadığını belirten Çiçek, “Ben kimsenin, hiçbir subayın, FETÖ adına ağabeyi değilim. Yapılan bu faaliyeti de kınıyorum.” dedi.

NURETTİN ORUÇ: BELGESEL ÇEKMEK İÇİN GELDİM

Film yapımcısı Nurettin Oruç ise “Akıncı’ya köylerde hayvancılıkla ilgili çekeceğim belgeselle ilgili ön görüşme ve sözleşme yapmak amacıyla gitmiştim.” dedi. 16 Temmuz sabahı 08.00 gibi Ankara’dan otostop yaparak 3 araç değiştirmek suretiyle Kazan ilçesindeki Akıncılar kışlasına yakın bir köye geldiğini, burada jandarmaların kendisini yakalayıp gözaltına aldığını anlattı.

Akıncı Üssü’nde olmadığını savunan Oruç’a, 143. Filo koridorlarını gösteren saat 03.22.11 ile 03.22.23 zaman aralığındaki görüntü soruldu. Bu görüntüdeki kişi ile kendisinin gözaltına alınmasının ardından çekilen fotoğrafları arasındaki benzerliğe dikkat çekildi. Ancak Oruç, görüntüdeki kişinin kendisi olmadığını öne sürdü.

HARUN BİNİŞ: DARBEYİ ÖNEMSEMEDİM, ARSA BAKMAYA GİTTİM

Aslında Harun Biniş’e dünkü bölümde Kemal Batmaz ile ilgili iddialar kısmında değinmiştik. Tekrar hatırlayacak olursak Biniş, arsa almak niyeti olduğunu, bunun için İstanbul’da emlakçılık yapan ve Kaynak Holding’te bir dönem beraber çalıştıkları Kemal Batmaz’dan yardım istediğini, onun da eşinin memleketi Nevşehir’e geçerken Ankara’ya uğrayıp kendisine yardımcı olma sözü verdiğini ve 16 Temmuz sabahına sözleştiklerini anlattı. O sabah Ümitköy’de Günaydın Restaurant’ın önünde buluştuklarını ve taksi ile Kazan’a gittiklerini ama burada jandarma tarafından gözaltına alındıklarını söyledi.

15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde olduğunu kabul etmeyen Biniş, 15 Temmuz gecesi evde olduğunu ve darbeyi ne televizyondan ne de internetten takip ettiğini öne sürdü. “Bende vertigo var, bir kulağım duymuyor. Ankara’da olan bombalama ya da bunun dışındaki saldırıları duymadım. Darbe olacağına inanmadığım için Ankara’da olan olayları ciddiye almadım ve yatıp uyudum.” diye konuştu. Sabah evden çıkarken eşinin kendisini durumdan haberdar ettiğini ileri sürdü. Buna rağmen “Ülkede hergün bir şeyler oluyor” diyerek darbe girişimini önemsemediğini ve Kazan’a gittiğini aktardı.

Akıncı 143. filo koridorunda gece 03.17’de kameraya takıldığı iddiasını reddeden Biniş, “Fotoğraftaki kişi ben değilim. Kesinlikle Akıncılar Ana Jet Üs Komutanlığına gitmedim.” dedi.

Kemal Batmaz ise ifadesinde, “Şu anda bana izlettiğiniz görüntüdeki gözlüklü, uzun saçlı kişi Harun Biniş’e benzemektedir. Harun Biniş de uzun saçlıdır ve gözlüklüdür. Ama Harun Biniş olup olmadığını bilmiyorum.” ifadelerini kullandı.

ÇAKIŞAN ABD SEYAHATLERİ

Bu isimlerin bir de Adil Öksüz’le çakışan ABD seyahatleri bulunduğu iddiası var. Akıncı Üssü iddianamesine göre çeşitli tarihlerde çok sayıda kesişen seyahatler göze çarpıyor.

Adil Öksüz’ün 14 Mart 2016 tarihinde Ankara’ya geldiği, 3 gün sonra ABD’ye gittiği ve 21 Mart’ta da dönüş yaptığı tespit edilmiş. Aynı tarihlerde, yani 17-21 Mart tarihleri arasında Kemal Batmaz, Hakan Çiçek ve Nurettin Oruç’un da Amerika’da olduğu belirlenmiş. İddianameye göre Adil Öksüz Ankara’da darbe toplantısı yaptıktan sonra Amerika’ya gidip Gülen’e bilgi verdi; bu tarihlerde diğer şahıslar da oradaydı.

Yine Haziran ayında Adil Öksüz’ün 15 Haziran 2016 tarihinde Ankara’ya geldiği, 5 gün sonra İstanbul’dan Nurettin Oruç ile aynı uçakla ABD’ye gittiği ve oradan da 5 gün sonra Türkiye’ye döndüğü belirtiliyor. Aynı gün Hakan Çiçek’in de Amerika’dan Türkiye’ye geldiğine dair kayıt söz konusu. Bu tarihler arasında Kemal Batmaz’ın da Amerika’da olduğu öne sürülüyor.

‘HİÇBİRİNİ TANIMIYORUM, BU BİR TESADÜF’

İddianamede, Adil Öksüz’ün 31 Aralık 2015-4 Ocak 2016, 17-21 Mart arası ve 20-25 Haziran arasında ABD’de bulunduğu kaydedildikten sonra “Bu toplantılarda Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Nurettin Oruç ve Hakan Çiçek’in yurt içine girişleri Ocak ayında 1’er gün arayla. Mart ayında da 1’er gün arayla. Haziran ayında ise Kemal Batmaz ve Nurettin Oruç’un 24 Haziran’da, Adil Öksüz ve Hakan Çiçek’in 25 Haziran’da farklı uçaklarla geldikleri tespit edilmiştir.” deniyor.

Hakan Çiçek ifadesinde, “Adı geçen diğer şüphelilerle yakın tarihlerde yurt dışına çıkmam ve yurt içine gelmem tamamen tesadüftür. Adil Öksüz ve Kemal Batmaz’ı tanımam. Harun Biniş ve Nurettin Oruç’u cezaevinde aynı koğuşta kaldığım için orada tanıştım” savunması yaptı. ABD seyahat sebeplerinin ise şirketinin işleri ile ilgili olduğunu söyledi.

Nurettin Oruç’a da savcılıkta, “Bu giriş çıkışlar tesadüftür” dedi. Kendisine 2012 ve 2013’te de Adil Öksüz ve Kemal Batmaz’la bu şekilde çakışan ABD seyahatleri hatırlatıldı. Bunların da tesadüften ibaret olduğunu öne sürdü. Amerika’ya film festivali için gittiğini söyledi. “Ben Adil Öksüz’ü ve Kemal Batmaz’ı tanımıyorum. Harun Biniş ve Hakan Çiçek ile cezaevinde koğuşta tanıştık. Onun öncesinde tanımıyordum” şeklinde konuştu.

Yukarıdaki trafik içerisinde yer almayan Harun Biniş’in ise 2010’da Adil Öksüz ve Kemal Batmaz ile 2012’de de Kemal Batmaz ile, 2013’te de Adil Öksüz ve Nurettin Oruç ile kesişen ABD seyahatleri tespit edildi. Biniş, “Ben son 5 yıl içerisinde ABD’ye hatırladığım kadarıyla 3 kez bilişim konferanslarına katılmak amacıyla gittim” dedi. O tarihlerde Adil Öksüz, Kemal Batmaz ve Nurettin Oruç’u tanımadığını tekrarladı.

SORU İŞARETLERİ

Sanıkların savunmaları inandırıcılıktan uzak. Fakat asıl Akıncı Üssü davası başladığında mahkemede söyleyecekleri önemli. Çünkü bu ilk ifadeleri hangi şartlar altında verdiklerini bilmiyoruz. Yine de cevaplanması gereken bir takım soru işaretleri burada da mevcut:

– Akıncı Üssü’nün bütün kamera görüntüleri neden yok? Bazı şahıslara ait görüntüler servis edildi ama ham görüntüler ne TBMM Komisyonu’na verildi ne de medyaya servis edildi. Bu gizliliğin sebebi nedir?

– Akıncı Üssü Komutanı Hakan Evrim, 29 Mayıs’taki duruşmada o akşam üste tanımadığı çok sayıda sivil olduğunu açıkladı. Fakat iddianamede 3 sivilden söz ediliyor. Diğerleri kimlerdi?

– O gece sabaha kadar dışarıdaki bankta beklediğini söyleyen Hakan Çiçek’in kamera görüntüsü neden yok?

–  O sırada Akıncı Üssü Harekât Komutanı olan eski Kurmay Albay Ahmet Özçetin, 22 Mayıs’taki mahkemede Hakan Çiçek’i üsse kendisinin davet ettiği iddiasını reddetti. Bu durumda iki isimden biri yalan söylüyor. Hangisi?

– Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç, Harun Biniş’in yurtdışı seyahat trafiği MİT tarafından ne zaman tespit edildi? Darbe girişiminden önce mi, sonra mı? Bu isimler takipte miydi?

– Cemaat bu isimlerle ilgili neden suskun? Neden “Bizimle bir ilgileri yok” denilmiyor?

1 YORUM

  1. Bahadır Şahin
    CEMAAT MENSUBU KAÇ ASKER DARBEYE KATILDI? - 1 Bir önceki yorumda Cemaatçi sivillerin darbeye toplu olarak katılmadığı gibi bireysel olarak da katılmadıklarını zira sahada yakalanan ve cemaatçi olduğu iddia edilen sivil sayısının sadece 10 olduğunu, bunları cemaatçi kabul ettiğinizde genel kitleye orantıladığınızda bu rakamın bireysel katılım değil ancak istisnai katılım olarak nitelendirilebileceğini belirtmiştim. Bu yorumda ise askerlerle ilgili durumu analiz edeceğim. Önce büyük resme yani darbeye katılan toplam asker sayısına bakalım: Genel Kurmay darbeye katılan asker sayısını aşağıdaki şekilde açıkladı: Er-erbaş : 676 Askeri öğrenci : 1.214 Subay-astsubay : 6.761 Toplam asker sayısı : 8. 651 (kaynak: ntv.com) TSK’nın 15 Temmuz öncesindeki toplam personel sayısı 630.000 kişi civarındaydı. Orantılarsak, darbeye katıldığı iddia edilenlerin oranı, TSK’nın sadece % 1.3’ü kadar. Çok küçük bir oran olmasına rağmen bence bu sayı bile abartılı ve gerçeği yansıtmıyor. Çünkü, darbeye fiilen katıldığı için sahada yakalanan ve gözaltına alınan asker sayısı 2.833 olarak açıklandı. Darbeci askerler etrafları polis ve halk tarafından kuşatılarak yakalandığından kaçan asker sayısı çok azdı. Hadi en fazla 1000 asker sahadan uzaklaşmış ve ilk etapta yakalanmamıştır diyelim. Bunu da eklersek toplam darbeci asker sayısını 4 bin kişi olarak buluruz. Zaten Genel Kurmay da darbede kullanılan toplam hafif silah sayısının 3.992 olduğunu açıklayarak dolaylı yoldan 4 bin kişi rakamını doğrulamış oldu. Ancak Genelkurmay’ın, darbecilerin gücünü biraz daha fazla göstermek ve daha fazla kişinin tutuklanmasını sağlamak için bu sayıyı 8.651’e çıkarttığını düşünüyorum. Sonuçta ister 4.000 ister 8.651 kişi olduğunu kabul edelim, önemli bir kısmını nereye dahi gittiğini bilmeyen erlerin ve askeri öğrencilerin oluşturduğu bu minik darbeci gücün başarı şansı yoktu ve bu da saray tarafından biliniyordu. Başarı şansı, bir ağır sıklet boksörüne kafa tutan 5 yaşındaki bir çocuğunkine eşitti denilebilir. Bu sayının bu kadar az olmasının sebebi halkın tepkisini gören büyük bir grubun son anda vazgeçmesi falan değildi. Zaten böyle bir iddia da dile getirilmiyor. Erdoğan, sokağa çıkma çağrısını saat 00:25’te yapmıştı. Saat 1:00’dan sonra meydanlarda kalabalıklar oluştu ve darbeciler açısından işler sarpa sarmaya başladı. Yani saat 21:30’dan saat 01:00’a kadar olan üç buçuk saat boyunca istisnalar dışında darbecilere karşı bir direnç yoktu zira halk henüz ilk şaşkınlığı atlatamamıştı. Yani ilk üç buçuk saat içinde, cuntaya katılmaya karar veren askerleri bu karardan vaz geçirecek bir ortam yoktu. Sonuç olarak darbeci asker sayısı baştan beri bu kadardı. BU 4.000 VEYA 8.651 ASKERDEN KAÇ TANESİ CEMAATÇİ ? 15 Temmuz sonrasında askerler başta olmak üzere gözaltına alınan kişilere yapılan yoğun işkencelere ait görüntüler kamuoyuna yansıdı. Belli istikamette ifade verildiğinde etkin pişmanlıktan faydalanarak çok daha az ceza alma vaadi ve aksi durumda yapılan yoğun işkenceler tam bir havuç-sopa fonksiyonu görüp, sayıları çok az da olsa bazı askerlerin ‘evet ben cemaatçiyim’ şeklinde ifade vermelerine neden oldu. İSTANBUL SAVCILIĞI 47 CEMAATÇİ ALBAY’DAN SADECE 2 TANESİNİN DARBEYE KATILIĞINI BELİRTİYOR İstanbul C. Başsavcılığı'nın 2017 yılı Nisan ayında düzenlediği bir iddianamede, Cemaat'e Mensup 47 albaydan sadece ikisinin darbeye katıldığı belirtilmiş. Darbeye katılığı iddia edilen o iki albayın Cemaat'le bağlantılı olduğu hususunun bu aşamada sadece bir iddia olduğu da hatırda tutulmalıdır. Diğer yandan İstanbul savcısı, ‘FETÖ DARBESİ İMAJI’ na halel gelmemesi için bu tespitini bayağı bir eğip bükmüş ve büyük bir fikri buluşa imza atmış. İstanbul Savcısı’na göre ‘FETÖ’ ikinci bir darbe planlıyormuş o yüzden askerlerinin bir kısmını yedekte tutmuş. Ancak, savcı, iddianameye ikinci darbe iddiasını destekleyecek ‘hayal ürünleri’ dışında, somut verileri koymayı unutmuş! Savcıya, ‘İkinci darbe iddialarının dayanağını göster’ deseniz herhalde Cem Yılmaz’ın meşhur repliğinde olduğu gibi ‘Gösteremem çünkü üzerinde oturuyorum’ diyecektir. DARBECİ ASKER İFADELERİ GÜVENİRLİKTEN ÇOK UZAK Uluslararası bir kuruluş olan 15 Temmuz sonrasında kapsamı bir araştırma yapan İnsan Hakları İzleme Örgüt’ün (HRW) OHAL Raporunda çok sayıda somut işkence vakasına yer verilmiştir. Fikir vermesi için 1 tanesini alıntıladım: ‘Bir adli yardım avukatı, polisin, subay olan müvekkilini Ankara Emniyeti’ndeki sorgu sırasında defalarca dövdüğünü şöyle anlattı. “Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi. O saatte oradaki tek avukat bendim. Her yerde şiddet vardı ve polis benim orada olmamdan memnun değildi. ‘Bu insanların neden avukata ihtiyaçları var ki’ diyorlardı.” Avukat, normalde bu koşullar altında ifade tutanağını imzalamayacağını ya da koşullarla ilgili not ekleyeceğini, ama bu kez ikisini de yapamayacak kadar korktuğunu söyledi. Avukat, müvekkilinin mahkemede kötü muameleden söz etmediğini anlattı. Avukat o zamandan beri adli yardım müvekkili almayı reddediyor.’ YAVERE YAPILAN İŞKENCE İşkence altında itirafa (iftiraya) zorlandığı açık olan subaylardan biri Hulusi Akar’ın Yaveri Yarbay Levent Türkkan’dır. Türkkan bu ifadelerinde Cemaatçi olduğunu, darbeyi bir gün önce bir Cemaatçi subaydan öğrendiğini belirtmişti. Basına yansıyan fotoğraflarda; Türkkan’ın yüzünde ve kafasında çok ciddi darp izleri gözüküyor. Karın bölgesi ve iki eli bileğine kadar sargı içinde. Ancak ifadesinde, kendisine yapılan işkenceyi bile anlatamayıp, açık işkence izleri için kılıf bulmaya çalışmış. Türkkan şöyle demiş : ‘gözaltına alınırken yere yatırdılar, asfalt sıcak olduğundan bu şekilde yaralandım’. Göz çukurundaki morluğun ve diğer bazı yaraların bu şekilde oluşması mümkün değil. Eğer böyle bir sıcak asfalta yatırma durumu yaşansaydı aynı şartlarda olan yüzlerce subayın ifadesine de benzer şeyler yansır ve kamuoyu tarafından duyulurdu. Zaten Levent Türkkan, 2017 yılı Haziran ayındaki duruşmalarda eski ifadesini reddederek o ifadeyi yoğun işkence altında verdiğini anlattı. Yaralarının yoğunluğuna bakınca bu gerçeğe aykırı itirafı ilk aşamada yapmayıp bayağı direndiği ancak bir aşamadan sonra direncinin kırıldığı kanaati oluşuyor. Akar’ın en yakınındaki kişi olması nedeniyle de çok önem taşıyan bu sözde itiraf alınmadan işkencenin sona ermeyeceği mesajı kendisine fiilen verilmişe benziyor. 2740 HÂKİM – SAVCI HAKKINDA GÖZALTI KARARI VEREN SAVCI BUNU GEREKÇELENDİRİRKEN SADECE İKİ DARBECİ SUBAYA ATIF YAPTI 15 Temmuz gecesi saat 03:00 civarında, 2740 hâkim ve savcı hakkında gözaltı kararı veren Ankara C. Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen, o gece NTV canlı yayınına bağlandığında, yaptığı hukuk gaspını meşru göstermek için temel olarak Yurtta Sulh Konseyi’nin atama listelerinde yer alan iki subayın ve sahada yakalan iki eski emniyetçinin Cemaat üyesi olduğu yönündeki varsayımı dile getirmişti. Kişisel bloğumda anılan savcının Cemaati darbeyle ilişkilendirmeye matuf tutarsız ve sonradan aksi ispatlanan varsayımlarını detaylı olarak irdelediğim için oraya havale ederek savcının o gece Cemaatçi olduğunu iddia ettiği iki subayla ilgili iddialarını biraz irdeleyeceğim.