Ana Sayfa Yazarlar Ahmet Dönmez Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (5)

Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (5) [Ahmet Dönmez]

Dün, 15 Temmuz darbe girişiminin cemaatin üzerine yıkılmasına gerekçe yapılan hususları sıralamıştık. Bugün, bu maddeleri irdelemek istiyorum.

Öncelikle bazı sağlıklı analizler yapmamızı ve dolayısıyla makul neticelere ulaşmamızı zorlaştıran bazı durumların varlığını kayıtlara geçirmek istiyorum. Bunlar neler;

1- Fethullah Gülen Hocaefendi, darbe ile arasına kalın bir çizgi çekti. Dolayısıyla cemaat kurumsal olarak darbe girişimine katılmadığını ve lanetlediğini beyan eden bir çizgide duruyor. Bu nedenle de Cemaat, kurumsal olarak kendini soruların muhatabı görmüyor. Hareket’e yakın olup da darbe girişimine katılanların iştirakini de bireysel inisiyatif ve ‘Hizmet’e ihanet’ olarak değerlendiriyor. Haliyle de her bireyin kendisiyle ilgili soruların muhatabının kendisi olduğu, iddialara kendi adlarına açıklık getirmeleri gerektiği noktasında duruyor. Keşke cemaat adına bir şahıs ya da kurum, bütün bu soru işaretlerine açıklık getirse.

2- AKP-Ergenekon cephesi, o gece sahaya çıkan her bir askeri ‘cemaatçi’ ilan ettiği için bunların ne kadarının gerçekten de Hizmet Hareketi’nden olduğunu bilmiyoruz. Mahkemelerdeki savunmalarına bakılırsa hemen hepsi bu bağlantıyı reddediyor.

ÖZTÜRK’E İŞKENCE İLE İMZALATILAN İFADELER, YETERİNCE İPUCU VERİYOR

3- Cemaatin işaret ettiği ‘bireysel katılımlar’ ile ilgili de işimizi zorlaştıran çok önemli bir mani var: Darbe sonrası gözaltına alınan asker ve sivillere ölesiye işkence yapılmış olması. Elimizdeki bilgilerin büyük kısmının işkence altında alınmış ifadelerden oluşması ve sanıklar mahkeme huzuruna çıktıkça bu ilk ifadelerini reddetmesi. Dolayısıyla elimizde güvenilir, muteber bilgiler yok. Sözgelimi Akın Öztürk ilk gözaltına alındığında Anadolu Ajansı, eski Hava Kuvvetleri Komutanı’nın her şeyi itiraf ettiğini belirten bir ifade tutanağı yayımladı. Ama çok geçmeden bunun önceden hazırlanmış bir metin olduğu ortaya çıktı. Gerçek ifadeleri medyaya yansıdığında gördük ki ortada hiç de darbeye karıştığını ya da Cemaatten olduğunu itiraf eden bir Akın Öztürk yoktu. O zaman anlaşıldı ki bu ifadeler önceden hazırlanmış, işkence ile altına imza attırılacak ve sonra da çıkıp, “Bakın her şeyi itiraf etti” denilecek ifadelerdi. Ancak işkence gördüğü açıkça AA’nın servis ettiği fotoğraflardan görülen Akın Paşa, ne pahasına olursa olsun onurundan taviz vermemiş ve bu hazır ifadeleri imzalamamıştı. Böylece bir büyük kumpası da gözler önüne sermiş oldu. Ancak bu bütün asker ve siviller için geçerli olmadı. Bazı şüphelilerin mahkemelerde “Annemi çıkarın, anlatacağım” diyeceği kadar iğrenç, utanç verici, alçakça işkenceler yapıldı. Kendisi dirayetli çıkan ve iftiralara direnenler olsa bile eşlerine, kızlarına tecavüzle korkutuldular. Bazılarının eşleri, sorgu odalarına kadar getirildi. Bu şekilde insanların iradeleri ve şahsiyetleri teslim alındı. Dolayısıyla artık hiçbir ifade tutanağına güvenemiyoruz.

AKP’NİN KABATAŞ VE SÜMEYYE’YE SUİKAST YALANLARI UNUTULMADI

4- AKP’nin yalan ve kumpas konusunda kötü sicili: Sadece Kabataş yalanı ve Sümeyye Erdoğan’a suikast kumpası örnekleri bile ne demek istediğimi yeterince anlatacaktır. Yeni Şafak’ın bastığı, çay lekeli ‘sözde belgeler’i de hatırlatmak isterim. Haliyle bir askerin üzerinden, evinden ya da masasından çıktığı öne sürülen ‘el yazısı’ notlara da şüpheyle yaklaşıyorum. Bunlar sanki darbe girişimi ile cemaat bağlantısını kurabilmek için özellikle üretilmiş fabrikasyon işlere benziyor. Buna en çok da Dursun Çiçek’in ‘ıslak imza makinesi’ savunmasını makul bulup onu destekleyenler hak verecektir.

OPÇİN O TWEET’İ İLK OLARAK DARBEDEN 15 AY ÖNCE ATTI

Bu girizgâhtan sonra tek tek maddelere eğilebiliriz.

1- Prof. Dr. Osman Özsoy ile gazeteciler Tuncay Opçin ve Emre Uslu’nun darbe girişiminden önceki sözleri…

Bugün Cemaat tabanının canını en fazla sıkan hususların başında bu geliyor. Her kim ki çıkıp, “Darbe girişimi ile bizim ne alakamız var kardeşim! Neye dayanarak bunu öne sürüyorsunuz?” diye isyan edecek olsa, karşısına bu sözler çıkarılıyor.

Hedefim asla şahıslar değil. Ama 15 Temmuz ve Cemaat bahsi konuşulacaksa, bu mevzua temas etmeden konuşmanın zorluğunu her geçen gün daha fazla görüyorum.

Emre Uslu, her ne kadar Cemaat mensubu olmadığını her vesileyle söylüyor olsa da piyasada bunun pek alıcısı yok. Attığı her adım, yazdığı her yazı, söylediği her söz Cemaate mal ediliyor. Ama bundan dolayı hiç kimseyi, kabul etmediği bir mensubiyetin mümessili olarak göremeyiz. Kendisi, gelen eleştirilere karşı buna benzer tweet’leri farklı tarihler için de attığını ama sadece Temmuz ayı için olanların seçilip konulduğunu savundu. İnanıp inanmamak, kişilerin anlayışına kalmış.

Tuncay Opçin de bu tweetin aynısını birçok kere attığını belirterek sözkonusu paylaşımların 15 Temmuz’u bildiği sonucuna götürmeyeceğini savundu. Opçin, kişisel hesabından, “‘Yatakta basıp, şafakta asacaklar’ mısraını farklı tarihlerde en az 40 defa yazdım. Vaktiniz müsaitse 61 bin tweeti inceleyebilirsiniz” diye yazdı. Bahsettiği tweet’lerden ilki, 25 Nisan 2015 tarihine kadar gidiyor. O da “Mustafa Varank’lar derdine yansın. ‘Yatakta bastılar, şafakta astılar’ N Fazıl” şeklindeydi. Anlaşılacağı üzere bu mısra, Necip Fazıl Kısakürek’e aitti. ‘Kafiyeler’ ismini taşıyan şiir, “niçin’i / boğarken / piçini / yatakta / bastılar / şafakta / astılar” şeklindeydi. Opçin, 2 Mayıs 2015 tarihli bir başka paylaşımında “Necip Fazıl’dan bir hatırlatma: ‘Yatakta bastılar / Şafakta astılar.’ İdam cezası kaldırıldığı için korkmayın, idam etmezler. En fazla müebbet” ifadelerini kullanıyor

Opçin’in savunmasının tatmin edici olup olmadığı da yine Uslu’da olduğu gibi kişilerin vicdanına kalmış. Benim yorumum, 15 Temmuz’dan 15 ay öncesinden itibaren atılan bu tweet’ler, o geceki darbe girişimini bildiğini göstermiyor, evet. Ama bir yandan da “O yüzden söylüyorum, son gülen iyi güler. Tik tak tik tak! ‘Yatakta bastılar, şafakta astılar’ NFKısakürek” tweet’i (19 Mayıs 2015) gibi bazı paylaşımlar, belli bir çağrışıma sahip, bunu da kabul etmek lazım.

PROF. ÖZSOY’UN BİR AÇIKLAMA BORCU VAR

Prof. Özsoy’un canlı yayındaki sözleri ise maalesef izahı çok güç olan cümleler. İletişim, algı yönetimi ve kamu diplomasisinde uzmanlığını her fırsatta söyleyen yılların siyaset bilimcisinin bu sözlere bir açıklık getirmesi zaruri. Prof. Özsoy’un o gün ne demek istediğine dair bir açıklama borcu var. Bu, 15 Temmuz gecesi hayatını kaybedenler, sonrasında hapislerde zulüm gören 50 binin üzerinde insan, her şeyiyle bu sürecin mağduru olan ve aileleriyle birlikte sayıları milyona ulaşan insanlara saygının bir gereğidir.

Bir sonraki yazıda diğer maddelerle devam etmeye çalışacağım.

HENÜZ YORUM YOK