Ana Sayfa Yazarlar Ahmet Dönmez Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (12)

Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (12) [Ahmet Dönmez]

Darbe girişimi ile Hizmet Hareketi arasında bağ kurulurken en fazla dayanak yapılan hususların başında tutuklu bazı asker ve sivillerin itirafları geliyor. Gerçekten de askeri okuldan itibaren cemaat içerisinde yer aldığını anlatan çok sayıda rütbeli bulunuyor. İddianamelerde, Hizmet dairesi içerisinde yer aldığını söyleyen askerlerin zikrettiği ‘kod isimler’, ‘abiler’ ve bir takım ‘mahrem evler’ geçiyor.

Ancak bu askerlerin durumları birbirinden farklılık arzediyor. Cemaat bağlantılarını kabul edenlerin bazıları, öyle ya da böyle, 15 Temmuz gecesi yaşanan kalkışmanın içinde. Ancak o gece evinde veya izinde olan ya da birliğinde olmasına rağmen hiçbir şekilde darbeye katılmayan çok sayıda isim de var. Bunlar bir şekilde 16 Temmuz sabahı başlatılan cadı avı çerçevesinde tutuklandı. Haklarındaki MİT fişlemeleri ve ihbarlar yeterli görüldü. Cemaatten olmanın ‘darbeci’ ya da ‘terörist’ sayılmaya yeter sebep sayıldığı bir psikolojik savaş ortamında doğrudan cezaevlerine kondular.

Yine bu askerlerden bazıları itirafçı konumunda yer alırken bir kısmı da sadece kendi cemaat bağlantılarını kabul etmekle yetiniyor. İtirafçı olanlardan birçoğu, 15 Temmuz gecesi yaşananlar karşısında ‘kullanılmış olduğunu anladığını’ söyleyen ve pişmanlık duyanlardan oluşuyor. Bunların büyük bölümü de Mustafa Mete Kaygusuz, Uluç Hüseyin Hançer, Yıldırım Kılıçaslan, Oğuz Kağan Ayran, Celal Onat gibi F-16 ve helikopter pilotları.

Özel Kuvvetler’den Astsubay Bekir Kurt gibi bazıları hem Hizmet’le iltisakını kabul edip hem de “Darbeyi Cemaat yaptı” iddiasında bulunuyor. Bir diğeri, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yanındaki köprülü kavşak ve otoparkı vurduğunu itiraf eden Pilot Üsteğmen Müslim Macit. 30 Eylül 2016 tarihli ikinci ifadesinde, “Bizim, yani Hizmet Hareketi’nin, Cemaatin darbe yaptığımızı biliyordum. Bilerek atış yaptım” dedi.

‘CEMAATTENİM AMA O GECE DARBEYE KARŞI DURDUM’

Bir kısmı cemaatle irtibatını kabul etmekle beraber darbeye katıldığını reddediyor. Örneğin Beytüşşebap 8. Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Türk, Hizmet’le kuvvetli irtibatları olduğunu itiraf ediyor ama 15 Temmuz gecesine ilişkin şunları anlatıyor: “O akşam görevimin başındaydım. Saat 22.00’ye kadar her hangi bir hareketlilik yoktu. Darbe teşebbüsünden de haberim yoktu. TSK’nın kullanmış olduğu sistem üzerinden saat 22.00 sıralarında askeri darbe girişimi ile alakalı mesajlar geldi. Medyadan darbe girişimini gördüm. Kendi taburlarımı arayıp hiçbir aracın ve personelin dışarı çıkmayacağı emrini verdim. Hiç bir sıralı komutanımı aramadım. Beni de bu konuyla ilgili hiçbir komutanım aramadı. Kaymakam, ilçe emniyet amiri, hâkim ve savcı ile irtibata geçtim. Darbe girişiminin kanunsuz olduğunu ve benim bu emri uygulamayacağımı, her hangi bir sıkıntının olmayacağını kendilerine bildirdim. Bulunduğum ilçede her hangi bir kalkışma hareketi olmadı.”

Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, Binbaşı Şükrü Seymen, Yüzbaşı Yücel Canbolat gibi cemaatten olduğu ileri sürülenlerden bazıları da tam tersine, “Ben darbeciyim ama asla cemaatçi değilim” diyor.

Burada önemle altı çizilmesi gereken nokta, bu ifadelerden birçoğunun ‘işkence altında verildiği’ gerekçesiyle muhataplarınca reddedilmesi. Haliyle ne kadarının gerçeği yansıttığı ne kadarının daha önceden hazırlanıp zorla imzalatıldığı konusu muallâkta.

Yine de ortada inkâr edilemeyecek boyutta bir katılım söz konusu. Bu vakıayı nasıl analiz etmek gerekir? Aslında ben kendi yorumumu, yazı dizisinin başında serdetmiştim. “15 Temmuz Erdoğan’ın bir darbesiydi; Cemaatin değil.” iddiasının ardından, “O halde Erdoğan’ın darbesinde Cemaatçilerin ne işi vardı?” sorusunu yöneltmiş ve “İşte tam da bu yüzden Erdoğan’ın darbesi diyoruz. Daha doğru bir ifadeyle Erdoğan-Ergenekon darbesi… Bu ‘kontrollü darbenin’ amacına ulaşabilmesi için Cemaat görünümlü olması, mutlak surette olmazsa olmazıydı” demiştim. Üzerinde yıllarca çalışılan, kurgulanan planın başarıyla hitama ermesi için ‘Cemaatçi bir darbe’ye ihtiyaç vardı.

GİZLİ TANIK KUZGUN: ORADA ‘EMİR-KOMUTA İÇİNDE’ DENİYORDU

15 Temmuz’la ilgili dikkat edilmesi gereken nokta; darbeci askerlerin anlatımlarının ortak noktasının, ‘emir-komuta zincirine’ vurgu yapıyor olması. Ya da o şekilde savunma yapmış olmaları. O gece darbe motivasyonu ile hareket edenlerin birçoğu, Silahlı Kuvvetler’in hiyerarşi içerisinde yönetime el koyduğu bilgisi ile hareket etmişti.

Bu yönde verilmiş onlarca ifade var. Ancak ben burada bir tanesini paylaşmayı yararlı görüyorum. O da darbe girişiminin arkasında cemaatin olduğunu öne süren gizli tanık Kuzgun’un sözleri. Malum; Kuzgun’un ‘itirafları’ iddianamelerde cemaat-darbe ilişkisinin en önemli delillerinden biri olarak gösteriliyor. Kendisi de tutuklu bulunan Kuzgun, 9 Mart’ta İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’de görülen duruşmada kimliğini açıklamıştı. Bu isim, Eski Amfibi Deniz Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız’dı.

‘Kuzgun’ Yıldız, 27 Nisan 2017 tarihinde Muğla’da görülen ‘Cumhurbaşkanına suikast girişimi davası’nda da tanık olarak dinlenmişti. Oradaki ifadesinde, Çukurambar’daki bir villada yapıldığını öne sürdüğü darbe toplantısında, ‘Genelkurmay Başkanı Akar ve kuvvet komutanlarının da darbenin içinde olduğu, sadece Hava Kuvvetleri Komutanı Ünal’ın destek vermeyeceğinin söylendiğini’ aktardı. “Bu nedenle yapılan faaliyetin emir komuta zinciri içinde yapılacağını düşündüm” dedi.

HER ŞEY AKAR’IN DERDEST EDİLMESİNDE DÜĞÜMLENİYOR

Fakat buradaki en önemli boşluk, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının derdest edilmiş olması. Yani en azından o ana kadar ‘emir-komuta zinciri içerisinde’ bir darbe girişimi olduğu zehabına kapılmış olsa bile birçok general ve subayın, Karargâh’taki gözaltılar sonrası kafasının karışmış olması gerekir. Örneğin Kara Havacılık Okul Komutanlığı’ndan Yarbay Pilot Murat Bolat’ın ifadeleri bu şaşkınlığı iyi özetliyor: “Halil Yarbay’a ‘Bu darbenin başında kim ve kimler var?’ dediğimde ‘Genelkurmay Başkanı bu işin başındadır’ dedi. Televizyondan Genelkurmay Başkanı’nın kurtarıldığı haberini duyunca benim kafamda şimşekler çaktı. Bu darbe olayının FETÖ’nün bir operasyonu olduğunu anladım ve tekrardan karargâhıma döndüm. Bir hışımla “Siz ne yapıyorsunuz? Hani Genelkurmay Başkanı işin başındaydı? Bakın kurtarıldı diyor’ dedim.”

Buna karşılık Halil Yarbay’ın ifadeleri, ortada çok daha karmaşık bir tablonun olduğunu göstermeye yetiyor. Darbeci askerlerin bazıları, komutanların enterne edilmesini, hiyerarşi içerisinde yönetime el koyan Silahlı Kuvvetler komuta kademesine karşı bir hamle olarak yorumladı. Akar’ın zorla götürülüyor gibi görünmemesi, bu algıyı pekiştirdi. Yarbay Halil Gül, o gece Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı Karargâh’tan alıp Akıncı Üssü’ne götüren helikopterin pilotuydu. İfadesinde, ‘Genelkurmay Başkanı’nın yanındakilerle helikoptere bindiğini; eli, kolu ve yüzünün bağlı olmadığını; zorla getirildiğini hiç düşünmediğini; helikopteri kaldırdıktan sonra ‘Genelkurmay Başkanını kurtardım’ diye telsizden anons geçtiğini’ anlattı.

Bu yönde birçok ifade mevcut. Akıncı Üssü Harekât Komutanı Ahmet Özçetin’in ifadesinde olduğu gibi; hadiselerin planlanandan farklı geliştiği, bu nedenle Hulusi Akar’ın Akıncı’ya geleceği ve harekâtı buradan idare edeceğinin söylendiği gibi bir durum da söz konusu.

ŞAPKA VE KUZGUN’UN İFADELERİ

Bu başlık altında ele alınması gereken bir diğer mevzu, 6-7-8-9 Temmuz tarihlerinde Ankara Konutkent’teki bir villada, Adil Öksüz başkanlığında darbe toplantıları yapıldığı iddiası. Bir de Ankara Çukurambar’daki bir dairede yapıldığı öne sürülen darbe toplantıları var. Gizli tanık Şapka ve Kuzgun’un ifadelerine dayandırılan bu iddialar, henüz somut delillerle ispatlanabilmiş değil.

Şapka kod adlı gizli tanık da bir duruşmada kimliğini açıklamıştı. Bu isim de Jandarma Kurmay Albay Hakan Bıyık’tı. Eski Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız (Kuzgun) da Bıyık da o tarihe kadar Cemaat içerisinde bulunduğunu ifade eden komutanlardı.

Fakat toplantıya katıldığı öne sürülen isimlerin hemen tamamı, iki gizli tanığın iddialarını reddetmiş durumda. Yalnız, villada dönemin Kuzey Deniz Saha Komutanı Tuğamiral Ömer Faruk Harmancık’ın parmak izine rastlandığı bilgisi mevcut. Bir de Çukurambar’daki toplantıya katıldığı iddia edilen isimlerden dönemin Ege Deniz Bölge Komutanı Tuğamiral Süleyman Manka’nın bu toplantıyı doğrulaması var. Manka, 24 Şubat 2017 tarihli duruşmada Çukurambar’daki darbe toplantısına katıldığını kabul etti.

Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk, 22 Mayıs’ta başlayan mahkemenin ilk duruşmasında bu toplantılara katıldığını reddetti.  Hava Kuvvetleri’nin Özdere eğitim kampında kaldığını belirten Öztürk, “Benim 3 Temmuz’da kampa katılıp 15 Temmuz’da ayrılmam dikkate alındığında gizli tanığın beyanlarının gerçek olmadığı aşikârdır” dedi. Ayrıca kampın kamera kayıtlarının incelenmesini istedi.

Bu toplantılardan birine katıldığı ileri sürülen eski Jandarma İstihbarat Okul Komutanı Kurmay Albay Murat Koçyiğit de 2 Haziran 2017 tarihinde Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, “HTS kayıtları incelendiği zaman benim bu toplantılara katılmadığımın ortaya çıkacağından eminim” diye konuştu. Üstelik Koçyiğit, “Ben, Jandarma Okullar Komutanlığı ders kitaplarına FETÖ’yü terör örgütü olarak sokturan kişiyim. Bu nedenle FETÖ’nün hedefinde olan biriyim” ifadelerini kullandı.

GİZLİ TANIK, YÜZLEŞTİRİLİNCE ‘TANIYAMADI’

Gizli tanık Kuzgun’un (Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız) 27 Nisan 2017 tarihli duruşmadaki çelişkisi de gözlerden kaçırılmaması gereken önemde. Marmaris’teki davada yargılanan 6 sanık, bu toplantılara katıldığı iddia edilen isimlerdi. Kendisine, mahkeme salonunda hazır bulunan bu isimler soruldu. “Ankara’daki villada yapılan toplantıda şu anki sanıklardan kimseyi görmedim.” ifadesini kullandı. Mahkeme heyeti, eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in de aralarında bulunduğu bu 6 kişiyi ayağa kaldırdı ve kamera ile yüzleri yaklaştırılarak tanık Yıldız’a bu kişileri tanıyıp tanımadığı soruldu. Yıldız, tanımadığını söyledi.

Ayrıca ABD’li analist Gareth Jenkins’in dikkat çektiği gibi itiraflarda bazı detaylar eksik. Böyle bir itirafnamede olması gereken bazı somut detaylar varid değil. Mesela 3 gün boyunca o villada kalan birinin, Adil Öksüz’le ilgili daha fazla detay paylaşması, darbenin detaylarına ilişkin daha hayati planlardan söz etmesi, konuşulanlarla ilgili daha flaş ayrıntılara hâkim olması gerekirdi.

Bir diğer boşluk ise şu: Adil Öksüz’ün bu toplantıların birinde, “15 Temmuz akşamında yapılacak ilk işlerden bir tanesinin, cezaevlerinde tutuklu bulunan Cemaat mensubu kişileri vakit kaybetmeksizin cezaevlerinden çıkarmak olduğunu” söylediği iddiası. O gece hemen hiçbir yerde cezaevlerine yönelik bir girişim olmaması, itirafların en somut verilerinden birini boşa düşürüyor.

CEMAATÇİLERİN KATILIMINA DAİR 3 SENARYO

Toparlayacak olursak:

– 15 Temmuz gecesi sahaya çıkan askerler arasında Gülen sempatizanı olanlar vardı.

– Bunların bir kısmı darbe yapıldığını fırsat bilerek, o motivasyonla görev aldı.

– Bir kısmı komutanları tarafından görevlendirildi. Bunların da bazılarına ‘darbe’ olacağı söylenirken bazılarına ‘terör saldırısını bastırmaya gittiği’ söylendi.

– TSK içerisinde Hizmet Hareketi’ne sempati duyan askerlerin tamamı darbeye katılmadı. Bunu AKP cenahı ve savcılar da kabul ediyor. Kalkışmaya dahil olanların, toplam sempatizanların kaçta kaçı olduğu şeklinde bir oran vermek içinse elimizde sağlıklı veriler yok. Fakat iddianamelere bakılırsa az bir kısmının darbeye iştirak ettiği görülüyor.

– Peki darbe girişimine katılan cemaatçi general ve subaylar neye göre hareket etti? Bu noktada elimizde 3 senaryo bulunuyor.

Bir: Talimat bizzat Gülen’den geldi varsayımı. Ancak Gülen’in duruşu, bu tezi zayıflatıyor. 16 Temmuz’un ilk saatlerinde darbe girişimini lanetledi ve bu hain kalkışmaya dâhil olanların Hizmet’in ilkelerine ihanet ettiğini vurguladı. Buna ek olarak, talimatı kendisinin verdiğine dair tek bir somut delil ortaya konması halinde Türkiye’ye dönüp asılmaya razı olduğunu ilan etti.

O halde bu ‘Cemaatçi askerleri’ kim, neye göre organize etti? İşte diğer 2 senaryo bu noktada karşımıza çıkıyor.

Bunlardan ilki: Gülen böyle bir talimat vermediği halde “Hocaefendi, darbeye onay verdi” denilmiş olması. Burada da karşımıza Adil Öksüz ve onun altında görev yapan bazı siviller çıkıyor. Cemaat şu anda açıkça dile getirmese de neredeyse herkes Öksüz’ün ‘hain’ olduğunda hemfikir. MİT’in eski Kontr-Terör Daire Başkanvekili Mehmet Eymür’ün açıklamaları da Öksüz’ün MİT’e angaje edilmiş bir ‘Cemaat imamı’ olduğu görüşünü teyid eder mahiyetteydi. Ayrıca askeri komuta kademesi içerisinde de Hizmet sempatizanı olarak tanınıp MİT’le angajman içerisinde hareket eden askerler de vardı. Bunlardan bir tanesinin de ihbarcı Binbaşı Osman Karacan olduğu ileri sürülüyor. Fakat iddianameler dikkatlice okunduğunda başka bu tür isimlerin varlığı da göze çarpıyor. Belki bunu başka bir yazıda müstakil olarak ele almakta yarar var.

Üçüncü ihtimal ise şöyle: “Darbe emir-komuta zinciri içerisinde olacak. Dolayısıyla darbeye ‘şunlar katıldı, bunlar katılmadı’ gibi bir şey konuşulmayacak. Bunun için Hocaefendi’ye sormaya gerek yok. Zaten ‘hayır’ diyecek. Erdoğan aleyhine yeterince delil toplandı. Yargılanacak. Hiyerarşi içerisinde, tereyağından kıl çeker gibi temiz bir iş olacak. Ölümler olmayacak. Risk minimum” denilmiş olması. (Burada Cemaatin böyle bir örgütlenme biçimine gitmesinin doğru olup olmadığı tartışmalarına girmiyorum…)

Bana göre ikinci seçenek de üçüncü seçenek de masada. Her ikisi de uygulandı. Bazı gruplara ikincisi, bazılarına da üçüncüsü söylendi. Gülen bu nedenle o gece ağır bir ihanete uğramışlık hissi yaşadı.

3 YORUMLAR

  1. Kardidag
    Soru soran sorgulayan gazetecilerin tükendiği bu zamanda sorgulayıcı yazılarinizdan dolayi tebrik ederim.Yazi dizinizde de değinildiği üzere hizmet hareketinde etkili ve yetkili kişiler kara noktaları aydinlatabilecekleri halde sessizliklerini korumaları sükut ikrardan gelir düşüncesini akıllara getiriyor.Neden sessiz kalınarak darbe ihalesi bu hareketin üzerine yikilmasi sağlanıyor.Ne soylenilse dinletilmeyecek yığınlar var ama en azından bu harekete gönül vermiş insanlara şeffaf bir açıklama yapılması gerekmez mi? Bir açıklamayı bu insanlar hak etmiyor mu?
    • Bahadır Şahin
      Sn. KARDİDAG Cemaatin en yetkili kişisi, darbeye katılma iddialarını defalarca reddetti. Çok uluslu bir soruşturma heyeti oluşturulsun çıkacak sonuca razıyız dedi. AyrIca bu konuda yabancı medya kuruluşlarının gerçek gazetecilerinin (çanak soru/önceden verilmiş soru sormayan) önüne oturdu ve bir nevi sorgulamaya tabi tutuldu. Cemaate karşı bazı önyargıları olmasına rağmen adil davranmayı yeğeyen tüm yabancılar (devletlerin araştrma komisyonu yetkilileri vb.) Cemaatin bu işin içinde olmadığını ancak bireysel bazı katılımların olabileceğini belirttiler. Pespaye bir propaganda makinesine dönüşmüş medyanın hergün yeni iftiralarla saldırdığı, yargının bırakın gerçeği araştırıp iftiraları ayıklamak yerine bunlara çanak tutacak hukuk katliamlarına imza attığı bir ortamda bazı iftiralar bir iddia şeklinde ortada kalıyor. Sahada araştırma yapıp taraflarla temas kurup gerçekleri anlatabilecek bir medyanız yok, dava açıp veya açılan davalarda savunma yapıp suçsuzluğunuzu ispatlayacağınız bir yargı da yok. Bu şartlar altnda (ben buna çok ikna olmasam da) 'bireysel katılım' gibi bir şüphenin orta yerde kalması normal ve bu şartlarda bu şüphenin tam anlamıyla izalesi mümkün değil gibi gözüküyor. Ancak gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Günü geldiğinde herkes öğrenecek.
  2. Bahadır Şahin
    Sn. Dönmez, Darbe girişimi ile Hizmet Hareketi arasında bağ kurulurken en fazla dayanak yapılan hususların başında tutuklu bazı asker ve sivillerin itirafları geliyor. Gerçekten de askeri okuldan itibaren cemaat içerisinde yer aldığını anlatan çok sayıda rütbeli bulunuyor. İddianamelerde, Hizmet dairesi içerisinde yer aldığını söyleyen askerlerin zikrettiği ‘kod isimler’, ‘abiler’ ve bir takım ‘mahrem evler’ geçiyor. SİSTEMATİK İŞKENCE ALTINDA ALINAN ‘İTİRAFLARA’ DAYANARAK CEMAATİ SUÇLAMAK !! Sayın Dönmez, Bir yandan ifadelerin yoğun işkence altında alındığını ve güvenilmez olduğunu vurgularken diğer yandan bu ‘itirafları’ esas alarak Cemaatin darbeye katılımının ‘inkar edilemez bir boyutta’ olduğunu belirtmişsiniz. Boyut konusuna daha sonra değineceğim ama önce işkence konusunu ele almak istiyorum. Aşağıdaki bölümü yazınızdan alıntıladım : ‘Darbe girişimi ile Hizmet Hareketi arasında bağ kurulurken en fazla dayanak yapılan hususların başında tutuklu bazı asker ve sivillerin itirafları geliyor .. Burada önemle altı çizilmesi gereken nokta, bu ifadelerden birçoğunun ‘işkence altında verildiği’ gerekçesiyle muhataplarınca reddedilmesi. Haliyle ne kadarının gerçeği yansıttığı ne kadarının daha önceden hazırlanıp zorla imzalatıldığı konusu muallâkta. Yine de ortada inkâr edilemeyecek boyutta bir katılım söz konusu. Bu vakıayı nasıl analiz etmek gerekir?...’ İşkence hangi seviyede uygulandı ? 15 Temmuz sonra yapılan yoğun işkencelerin görüntüleri internette dolaşıyor, bu konuda somut veriler içeren çok sayıda rapor da yayınlandı. İşkenceleri araştırmakla görevli TBMM Cezaevleri Alt Komisyonu Başkanı AKPli Mehmet Metiner 15 Temmuz sonrasındaki işkenceleri araştırmayacaklarını açıkça söyleyerek işkence yapanları rahatlattı. 2016 yılı Ağustos ayında yapılan bir düzenleme ile de Cezaevlerindeki insan hakları ihlallerini izlemek için görev yapan kurul üyelerinin görevlerine son verilerek yerlerine ‘uygun zihniyetli’ yeni üyeler görevlendirildi. İktidar işkence yapılmasını istiyordu çünkü bu şekilde itiraf adı altında ifadeler alınabilir ve bir türlü içi doldurulamayan ‘Cemaat Darbesi’ iddiası bir nebze olsun güçlendirilebilirdi. Gülen’in iadesi için ABD’ye 85 koli evrak gönderip içine bir tek delil bile koyamayanların buna fazlasıyla ihtiyacı vardı. Parmaklıklar arkasında tutulan ve seslerini kimseye duyuramayan bu insanlara işkence yapmanın fazla bir riski de yoktu zira yargı zaten ellerindeydi ve toplum da buna ve hatta daha fazlasına razı edilmişti. Ahlaki zaafları ve bulaştıkları suçlar örtbas edilmiş veya sicil aflarıyla temizlenmiş yüzlerce emniyetçiye makam ve yetki verilerek, ‘işkenceyle konuşturun biz sizi koruyacağız’ denildi. Savcılıklar ve mahkemeler mağdurların işkence iddialarını incelemedi rapor aldırmadı. Bu şekilde işkence vakalarının büyük çoğunluğu doktor raporlarına ve yargıya yansıtılmadı. (şimdilik!) Uluslararası bir kuruluş olan 15 Temmuz sonrasında kapsamı bir araştırma yapan İnsan Hakları İzleme Örgüt’ün (HRW) OHAL Raporunda çok sayıda somut işkence vakasına yer verilmiştir. Fikir vermesi için 1 tanesini alıntıladım: ‘Yüksek rütbeli bir subaya adli yardım için atanan bir avukat, müvekkilini Ankara Emniyeti’nde vücudunda yara izleri ve bacağında kopmuş et gibi duran bir yarayla gördüğünü anlattı. Avukat, müvekkili hâkim karşısına çıkarıldığında yanında oturan polisin silahını masanın üstüne koyduğunu ve bunu tehdit olarak algıladığını ifade etti. Müvekkili, hâkime, polisin başını yere vurduklarını anlattı. Avukat, hâkimin kararını açıklamadan önce verdiği arada, kötü muameleyle ilgili şikâyette bulunduğu esnada bir kıdemli polisin kendisine ‘senin de gözaltına alınmanı sağlamak çok kolay’ dediğini aktardı.’ ‘CEMAATİN GERÇEK YÜZÜNÜ 15 TEMMUZDA GÖRDÜM’ şeklindeki asker itirafları!! Bu itiraf senaryosunda genelde ’17 Aralık’tan sonra bende Cemaatle ilgili bazı şüpheler oluşmuştu. 15 Temmuz’da ise gerçek yüzlerini gördüm, çok pişmanım’ şeklinde ifadelere yer veriliyor. Yaver Levent Türkkan’ın işkence altında yaptığı sonradan vazgeçtiği itirafında da benzer ifadeler yer alıyor. Darbeyi kimin yaptığını bilme imkânı olmayan ve algı operasyonlarından etkilenen sivil bir cemaat sempatizanının böyle düşünmesi bir nebze anlaşılabilir olsa da on yıllarını TSK içinde geçirmiş bir subayın böyle bir şey söylemiş olması ihtimali pek akla yatmıyor. Çünkü TSK içindeki gruplar birbirlerini çok iyi tanırlar. Kimin hangi düşünceye veya gruba mensup olduğu bilinir. Zaten Doğu Perincek de 15 Temmuz sonrasında Fatih Altaylı ile yaptığı röportajda darbe sonrası gözaltına alınanların listesini kendilerinin yaptığını ve bunun da tam isabetli olduğunu söyledi. Darbe gecesi, lider olarak telaffuz edilen isimlerin profillerine bakan her subay bunun Cemaat’in değil ulusalcı kesimin darbesi olduğunu ilk anda anlamıştır. İlk saatlerden itibaren çok uzun bir süre darbenin başında Albay Muharrem Köse, Org. Akın Öztürk ve Tuğg. Mehmet Partigöç gibi isimlerin olduğu söylendi. Bu isimlerin Cemaat’le hiçbir ilgileri olmadığını bilmeyecek Cemaat sempatizanı subay yoktur herhalde. İstanbul C. Başsavcılığı iddianamesinde 47 Cemaatçi Albay’dan sadece 2 tanesinin darbeye katıldığı iddiasına yer verildi. O 2 askerle ilgili kısmın da bir iddia olduğunu hatırda tutmak kaydıyla, bir saray savcısının aylar sonra yaptığı bu tespitin herhalde cemaat sempatizanı askerler tarafından 15 Temmuz gecesi bilinmediği düşünülemez. Sonuç olarak madem ki Cemaat sempatizanı askerler etraflarına bakarak Cemaatin bu darbe içinde olmadığını görüyorlardı ve en fazla bireysel katılanlar olduğunu bilecek durumdalardı o halde neden ’15 Temmuzda Cemaatin gerçek yüzünü gördüm’ şeklinde itirafta bulunsunlar? Yukarıda açıkladığım işkence gerçeğiyle de birleşince bu yöndeki ‘itiraflar’ baştan beri bana hep zorla imzalatılmış klişe ifadeler içeren metinler gibi gelmiştir.