YORUM | M. NEDİM HAZAR
Sinemanın en önemli vodvil komedyenlerinden olan Frank Fay (1891-1961) kendisiyle alay etmek üzere röportaj yapmak isteyen New Yorker muhabiriyle yaptığı görüşmede, gazetecinin söyleşinin başında “Bu röportaj büyük bir fikir savaşı olacak” cümlesine verdiği enfes cevapta şöyle der: “Görüyorum ki silahsız gelmişsiniz!”
Hedda Hopper (1885-1966) da Hollywood’un önemli oyuncularından biriydi. Ancak, bu oyuncu esas gücünü aktrisliğinden değil, Amerikan devletinin medyaya hâkim olan gücünden alıyordu. Magazin basınında dedikodu yazarıydı Hedda ve bir yazısıyla istediği hayatı karartabiliyordu. Meslektaşı David Niven, yazdığı anılarında çok ciddi bir bölümü bu hatunun yaptığı şeytanlıklara ayırmıştır. Bizdeki Hilal kaplan gibi bir şey düşünün.
Özellikle anti-komünizm rüzgârının en etkili olduğu McCarthy döneminde Hedda altın çağını yaşıyordu. En iyi erkek oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilen Trumbo filminde Hedda Hopper’ın yaptıklarının bir kısmını görmek mümkün.
Fikir ve ideolojilerin çatışması, kavgası anlaşılabilir bir şey. Ancak buna sahip olamayanların, Fay’in ifadesiyle ‘silahsızların’ gazete köşelerinde ya da ekranlarda ispiyonlama, gammazlama, şeytanlaştırma ile ekmeğiyle oynaması başka bir şey. “Black List” (Kara Liste) denilen kavram tam da bu dönem yürürlüğe girmiş ve muazzam işletilmiştir. Bunun için resmi bir kuruluş bile oluşturulmuştu: HUAC, yani House Un-American Activities Committee…
30’ların sonlarında kurulan ve 40-60 arası altın devrini yaşayan bu kuruluşun kâğıt üzerindeki amacı şuydu: Amerika’yı komünistlerden arındırma!
İstihbarat kurumlarının komünist olduğundan şüphelendiği yüzlerce Hollywood yıldızıyla görüşmeler yapılmış, hepsinden muhbirlik talep edilmiş, reddedenler ise anında ‘hain’ damgası yemişti.
Trumbo filminin finalinde bu durum daha net anlatılıyor aslında: “Hollywood’da yüzlerce insan kara listeye alınmış, medyada hedef gösterilmişti. Bunlar arasında öğretmenler, askerler, memurlar ve hepsinin aileleri bulunuyordu. Bu kişiler işlerini kaybediyor, ailelerini dağıtıyor, toplum içine çıkamıyor ve hatta intihar ediyorlardı. HUAC, 1975’e kadar aktif olarak faaliyet gösterdi…”
Hedda, kafasına taktığı insanı iflah etmiyordu.
Ekmeğiyle oynadığı, hayatını darmadağın ettiği insan sayısı inanılmazdı. Bunlardan en önemlilerinden biri de şüphesiz Dalton Trumbo’ydu.
En verimli çağında muktedirlerin cadı avına dönüşmüştü ünlü yazar. Çileli hayatı sonrasında Writers Guild of America Laurel ödülünü alırken yaptığı konuşma sanki bugünkü Türkiye’yi anlatır: “Bayanlar ve baylar; genellikle, film topluluğunun karşısına çıktığımda insanların bilip de görmezden geldiği biri olur: Ben! Kara Liste, şeytanın hüküm sürdüğü bir zaman dilimiydi. Ve hayatta kalan kimse bu şeytanın dokunuşundan paçasını kurtaramadı… Zaman, korku zamanıydı. Kimse de bundan muaf tutulmadı. Çok sayıda insan, yuvasını dağıttı, ailesini kaybetti. Ve hatta bazıları hayatını bedel olarak ödedi. Şimdi geriye dönüp baktığımda kahraman ya da hain görmüyorum. Gördüğüm tek şey var; kurbanlar! Normal şartlarda söylemeyeceğimiz şeyleri söylemeye, yapmayacağımız şeyleri yapmaya zorlandık, yaralar açtık ve yara aldık.”
Havuz, trol, yandaş filan derken neredeyse bugünün aktif her figürünün bir karşılığı var McCarthy döneminin kahramanlarıyla. Ve en çok da açılan yaraları benziyor insanların birbirine.
Trumbo’yu da izleyecekseniz, altyazıdaki ‘komünizm’ kelimesini “FETÖ” ile değiştirin. Bakın nasıl oluyor!
https://www.youtube.com/watch?v=jLuxQhdUqLY