YORUM | Av. ÖMER TURANLI
Geçen yazının sonunda, bundan sonra “fetö” nefret söylemini kullananların motivasyonlarından bahsedeceğimi belirtmiştim. Ancak, bundan önce kavramın temeline inmenin, nefret söylemini günümüzde yaygınlaştıranların motivasyonunu anlamakta yararlı olacağını düşünüyorum. Bu yüzden o yazıyı biraz ötelemek istiyorum.
Her nefret söylemi gibi “fetö” nefret söylemi de toplumsal kavgaların, siyasi hesaplaşmaların, çıkar çatışmalarının zirveye ulaştığı istikrarsız bir zeminde ortaya çıktı. Kavramın erken dönem kullanımı hakkında da bazı bilgiler, kavramın mevcut haline de ışık tutması açısından faydalı olabilir.
Kavramı ilk kimin kullandığı tam bilinmiyor aslında ama bazı iddialar var. “Fetö” kavramının ilk olarak, mezun olduğu okul isim benzerliğinden dolayı yanlışlıkla “fetöcü” denilerek kapatılan, “fetöcü” olduğu iddia edilen ünlü bir yazarın oğlunun evinde hayatını kaybeden ve bu ölümün arkasında “fetö”nün olduğu iddia edilen bir kişi tarafından kullanıldığı iddia ediliyor. Aslında bu kavramsallaştırmaya da o dönem “fetöcü” olan ama sonradan arınan(!), fakat iktidara yaranamadığı için “fetö” sopasıyla istifa ettirilen, ardından da “fetö” ile amansız şekilde mücadeleye(!) girişen ve hatta bu konuda bir kitap bile yazan bir kişi tarafından tepki gösterilmişti.
Hemen celallenmeyin, gerçekten yaşandı bunlar bu ülkede. İsterseniz kişi ve detayları da vereyim: Kavramı ilk kullandığı iddia edilen kişi mezun olduğu İzmir Fatih Koleji 15 Temmuz’dan sonra cemaate ait olduğu zannedilerek kapatılan (buyurun kaynak) oyuncu Defne Joy Foster’dır. Foster, “fetöcü” olduğu iddia edilerek müebbet hapis cezasına çarptırılan dünyaca ünlü gazeteci yazar Ahmet Altan’ın oğlu Kerem Altan’ın evinde 2011 yılında hayatını kaybetmişti. “Fetö” kavramını ilk kullanan kişi olarak belirtilen Foster’a, kavramı kullandığı dönemde Ankara’yı parsel parsel “fetö”ye peşkeş çektiği iddia edilen ancak darbe girişimi sonrasında “Sol Siyaset Fetö İlişkisi” isimli bir kitap yayınlayarak (buyurun kitap) arınan(!) Ankara eski Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından 21 Şubat 2011 tarihinde twitterdan “Terbiyeni takın. Fethullah Gülen’e fetö diyemezsin. Lütfen özür dile” şeklinde tepki gösterilmiştir (sildiği twit burada). Ayrıca, iktidara yakın medya organları Foster’ın şüpheli ölümünün arkasında da “fetö”nün olduğunu iddia eden saçma sapan haberler yayınlamışlardı (buradan okuyun).
“Fetö” kavramını ilk kullandığını iddia edenlerden biri de Sözcü gazetesidir. Yazar ve yöneticileri “fetö” davasında yargılanan ve çeşitli cezalara çarptırılan Sözcü gazetesi kendisini savunmak için “Fetö’nün iç yüzünü en net olarak ortaya koyan tek gazete” şeklinde haberler yapmıştı. Açılan davada yargılanan gazetecilerin avukatlığını yapan Fahri Emeksiz de, mahkemede yaptığı savunmada “fetö kelimesini ilk kullanan Sözcü gazetesidir.” demişti. Sözcü, uğradığı haksızlıklara karşı onurlu bir mücadele verebilirdi ya da kuyruğunu kıstırıp sessizce oturabilirdi ama o bir canavarın sırtında karnını doyurmayı tercih etti, ne diyelim.
“F-Tipi, BTÖ, Paralel Yapı” diye kekeleyenler de olmuştu geçmişte aslında ama bunların hiçbiri ne hukuk ne de toplum tarafından onaylanmamıştı. Mesela “F-Tipi” terimi, dönemin AKP’li siyasetçileri başta olmak üzere neredeyse tüm kesimler tarafından yoğun şekilde eleştirilmişti. 2012’de Hüseyin Çelik mesela “F-Tipi” iddiaları için “bunlar kargaları güldürür” dememişmiydi. Hoş şimdi bu söylemi Çelik’in “fetöcülüğünün” kanıtı olarak kullanıyorlar ama neyse…
Kavramın (yoksa kullananların mı desek) yavşaklığını net bir şekilde göstermesi açısından Hikmet Çetinkaya örneği de emsalsizdir. “F-tipi” iddialarını en çok kullananlardan biri olan Hikmet Çetinkaya ile ilgili Sabah gazetesi 2015’de “Hikmet Çetinkaya da FETÖ’cü Oldu” diye başlıklar atmıştı. Sabah’ın Çetinkaya’ya saldırmasının nedeni ise Çetinkaya’nın Zaman’a röportaj verip, “40 yıldır izliyorum, Gülen hareketi terör örgütü değil” demesiydi. Ha bu arada şunu da ekleyelim de unutulmasın: Çetinkaya 15 Temmuz’dan birkaç ay sonra “fetö”den gözaltına alınmış, çalıştığı gazete bunu “40 yıldır Gülen cemaatinin iç yüzünü yazan Hikmet Çetinkaya, FETÖ’ye destekten gözaltında” şeklinde duyurmuştu.
Hatta bir ekleme daha yapalım çünkü akıl almaz absürtlüğü göstermesi açısından bu da önemli: “F-Tipi” kelimesinin kavramsallaştırmasında büyük emeği geçen, 2006 tarihli “Emniyetteki F-Tipi örgütlenmenin etkin elemanları” raporunu hazırlayan eski Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Dairesi Başkanı İbrahim Selvi de 15 Temmuz sonrası “fetö”den gözaltına alınmış ve yargılanmıştı. Gülmeyin, evet, maalesef böyle bir ülke haline getirdiler Türkiye’yi.
Perinçek’in Aydınlık’ının ortaya attığı “BTÖ” diye uyduruk bir kavram daha vardı, yani “Beşiktaş Terör Örgütü”. Bu da hiçbir karşılık bulmadan unutulup gitmişti. “Paralel Yapı” kavramı ise 2013 yılında, bulaştığı yolsuzlukları perdelemek için bizzat Erdoğan tarafından uydurulan bir kavramdı, daha doğrusu çaresizce bir çırpınışın doğurduğu hezeyandı, ama o da tutmadı. O kadar ki, 2014’te katıldığı bir programda “cemaat” kelimesini kullanmakta ısrar eden Karaalioğlu, Erdoğan tarafından “Cemaat değil örgüt diyeceksin, neden korkuyorsun?” şeklinde azarlanmıştı.
Sonrası malum. 15 Temmuz ve “fetö” nefret söyleminin hem devletin hem de toplumun tüm katmanlarını esir aldığı bir korku ve dayatma dönemi… Hasar inanılmaz boyutlarda, tamiri mümkün mü şu aşamada bir şey söylemek zor. Bunu yine toplumun ve muhalefetin basiret seviyesi gösterecek.
Evet, Türkiye maalesef bir distopya yaşıyor. Ben değil yabancı gözlemciler söylüyor bunu. National Review’in kıdemli editörü Jay Nordlinger 15 Temmuz sonrası cemaat mensuplarının maruz kaldığı uygulamalar ile ilgili olarak yazdığı bir makalede “Gülen’in, George Orwell’ın 1984 isimli eserindeki ‘Emmanuel Goldstein’ gibi Türkiye’de “birilerini korkutmak için insanüstü hayali bir canlı” haline getirildiğini” yazmıştı. Daha doğru bir ifadeyle, Nordlinger’in söylediği gibi Gülen’in bizzat kendisinin değil ama aslında “fetö” kavramının 1984’leşen Türkiye’nin Emmanuel Goldstein’ı olduğu rahatlıkla söylenebilir.