Çatıda deve arayan derviş: İbrahim Kalın

YORUM | BÜLENT KORUCU 

İbrahim Kalın’ın yazıp söylediği türkü aklıma tasavvufun en bilinen simalarından İbrahim Ethem’in hikayesini getirdi. Belh denilen beldenin sultanıdır ve bir gece sarayında uyurken çatıdan gürültüler duyar. Nöbetçiler gürültünün kaynağı olan dervişi apar topar huzura çıkarır. Derviş, kaybolan devesini sarayın çatısında aradığını söyleyince İbrahim Ethem’in öfkesi artar: Hiç çatıda deve aranır mı? Derviş taşı gediğine koyar: Sen lüks saraylarda, atlas döşeklerde Allah’ı arıyorsun oluyor da benimki mi olmuyor? Sultan, tacı tahtı bırakarak kendini çöllere vurur ve İbrahim Ethem olur.

İbrahim Kalın aslında ne çatıdaki derviş ne de İbrahim Ethem. Sultana hatasını söyleyebilecek cesareti de sarayı terk edebilecek samimiyeti de yok.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Kalın’ın klip de çektiği “Hiç oldum” başlıklı şiiri dervişane figürlerle örülü. Yunus Emre esintileri gözden kaçmıyor. Yunus’a ‘nazire’ yazmış demek zor, çünkü baştan sona bir şiire benzemiyor. Bir çok şiirden derleme demek daha doğru. O da Yunus gibi yer yer cezbe sözleri söylüyor; o da fenafişşeyh (şeyhinde fani olma, onunla bütünleşerek benliğinden sıyrılma) mertebesine ulaşmış!

Beşerlikten insanlığa yükselmek için yanmış ve dile gelmez bir sır olmuş. Yanmak sık karşılaştığımız metaforlardandır. Çile, demirin ateşte eritilerek şekil verilmesidir. Kalın da yanarak insan olmuş ve sır kapısı açılmış. İkinci mısrayla birlikte ermişliğin doğal sonucu gibi görünen meczubane ifadeler başlıyor. “Hakkın emaneti bendedir bende” her dervişin cesaret edeceği bir cümle değil.

Hakk kelimesi “yasa, gerçeklik ve bilgeliğe uygun olma” dışında sembolik olarak ‘tanrı’ anlamında kullanılır. Hakk ile kastı Allah ise bir megalomaniye doğru yol aldığını söyleyebiliriz. Hukuk ve bilgelik anlamındaysa artık yaşamlarının tek rengi haline gelen dualiteye yorabiliriz.

Günümüz Türkiye’sinin payandalarından birinin kendini hukuk ve bilgeliğin emanetçisi görmesi bu ikili yaşam formunun izdüşümü. Lohusa kadınların, hasta tutukluların, yaşlıların bile adalet diye inlediği bir ülkeyi yönetip ‘hakkın emanetçisiyim’ demek nasıl bir psikolojidir? Emanet aynı zamanda hilafet ve görevlendirme anlamları da içerir. “Hakk tarafından hukuk ve bilgeliği temsil etmek üzere görevlendirildim” o cümlenin açılımı bu. Ve fazlasıyla megalomani kokuyor…

Bu tür metinleri giriş, gelişme ve sonuç bölümlerine ayırarak okumak da mümkün. Ben canalıcı sözlerin son mısralara saklandığını düşünürüm hep.

Geldim dergahına yüz çevirme bana

Kapılar kapandı deme

Vücut nedir ki adem nedir ki

Varlığında bir hiç oldum.

Kalın’ın son mısraı Yunus’un şu bitirişine ne kadar benziyor değil mi?

Taptuğun tapusunda kul olduk kapusunda

Yûnus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah

Kapı ve eşik de en sık rastlanan metaforlardandır. Bilhassa ‘şeyhte yok olma’ aşamasını anlatmak için kullanılır. Belki kovulursun ama yine de o kapıdan ayrılmazsın. Bu sadakatin ödüllendirilir ve sanki onunla bütünleşirsin, onun adına hikmet/hükümet dağıtmaya başlarsın. İbrahim Kalın’ın şeyhi de Yunus’un Taptuk’u kadar aşikar. Kimin kapısında bekliyorsan Taptuk’un odur zira. Tasavvuftaki eşik ile çağdaş iletişim teorilerindeki ‘eşik bekçisi’ni birbirine çok benzetiyorum. İkisi de mesaj ileticisi olarak bazen kaynağa ulaştırma aracı oluyor bazen de bizzat mesajın ve sahibinin yerine geçebiliyor. “Sana çıkan bir yol oldum” ve “Varlığında bir hiç oldum” Kalın’ın Taptuk’u ile ilişkisini özetliyor.

Artık adını koyalım; onun şeyhi Erdoğan. Onun kapısında beklerken sırlar alemi açılıyor ve birçok şeyin göründüğünden çok farklı olduğunu ‘temaşa’ ediyor. Dergah’a/Saray’a intisap etmeden önceki demokrasi, devlet ve hukuk algısı ile şimdiki tamamen farklı. Today’s Zaman Gazetesi’nde makale yazanla aynı kişi olduğuna inanamazsınız. Din bile bambaşka bir haldedir artık. Basit bir araca dönüşmüş, meşrulaştırıcı ve iktidarı koruyucu etkisi oranında hayata katılmaktadır. Karşımızdaki metin din ambalajlı bir siyasi varoluş beyanı. Hiç oldum derken aslında her şey haline gelmek ve bunun için kapıdan ayrılmamak, hatta ayrılamamak.

Ateş oldum dumanım yok

Umman oldum sahilim yok

Bu mısra şairin içindeki çelişkiyi dışa vuran satırlardan. Dumansız ateş iyidir, arzulanır ama sahilsiz umman çözümsüzlüktür. Bir limana varamadan dönüp durmaktır.

Metinle birlikte yaşanılanları bir bütün olarak düşündüğümüzde ortaya çıkan çelişkilerin büyük çoğunluğunun planlı bir dualite olduğu görülüyor. Hakkı çiğneyip aynı zamanda hakkın emanetçisiyim iddiasında bulunmak; her şeye sonsuz bir iştiha ile saldırırken hiçlik türküsü söylemek…Tipik bastırma psikolojisi yansıması. Korkakların cesur rolü yapması gibi…

Hani derler ya “Adın Mülayim olduktan sonra sert olsan ne yazar?” Saray’ın eşiğinde yattıktan sonra ‘hiç’ olsan ne yazar…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. “Hakkın emaneti bendedir bende” derken haklı. Onun gibilere muazzam bir emanet verildi. Ahmet Altan’ın ifadesiyle “başa taç olma” imkânları vardı ama onlar üç-beş kupon arazi, sarayda bir oda, bu dünyada yiyebilecekleri meçhul para uğruna emanete ihanet ettiler. Hepsi bu…

  2. Akp’nin şeytani davası içerisinde sözde Müslümanlık taslayanlar, Ahmet Altan yiğidine bir baksınlar. Dava adamlığı nasıl olur. İbretle görüp, azıcık İzzet ve iffetleri kaldıysa karakterlerinden utansınlar. Ama ne gezer.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin