YORUM | UĞUR TEZCAN
Başlıktaki ifadeyi sadece “kimin muhalifi?” veya “neyin muhalifi” şeklinde de yazabilir, bu ifadelerin bir tanesi yönünde bir tercihte bulunabilirdim. Bu iki ifade elbette birbirleri yerine kullanılabilirler ancak ben bazı durumlarda aralarını ayırarak irdelemek gerektiğini düşünüyorum. Meselelere sosyal-psikolojik yönden bakarsanız o farkları eşelediğiniz yerde birtakım detaylara ulaşabilirsiniz. Ben de o nedenle Can Dündar’ın son yaptığı talihsiz açıklama üzerine daha çok bir zihniyeti ele almak adına “neyin muhalifi” ve “kimin muhalifi” ifadelerini ayrı bir şekilde ele almayı tercih ettim. Şahsı, ‘entelektüellik’ bağlamında radarımda olan birisi değil; ancak ismi Batı’da bazı kesimler tarafından ‘muhalif gazeteci’ olarak ön plana çıkarılmaya çalışıldığı ve Türkiye’de de önemli bir kesime hitap ettiği için başlıktaki soruya ışık tutmaya çalışacağım.
Can Dündar da diğer birçok gazeteci gibi Erdoğan rejiminin zulmünden nasibini almış olan bir isim. MİT tırlarının kaçak silah taşıdığı konusu üzerinden yaptığı yayınlar bahane edilerek hakkında yakalama kararı çıkarıldı ve Cumhuriyet gazetesindeki konumunu kaybetti. Şu anda yurt dışında yaşamak zorunda kalmış yüz binlerce insandan sadece birisi o da. Böyle eğitimli bir araştırmacı yazarın ve belgeselcinin bizzat mağduru olduğu rejime ait “FETÖ” diskurunu neden ısrarla sahiplenip kullanmaya devam ettiği, üzerinde ciddi bir şekilde durulması gereken sosyolojik bir vakadır. Tıpkı kendisi gibi MİT tırları ve kaçak silah taşımacılığı üzerine haber yaptığı için halen hapiste olan araştırmacı gazeteci Mehmet Baransu’yu desteklemek adına bir açıklaması olduğunu da hatırlamıyorum. Oysa Baransu’nun onun haberini destekleyen bir açıklaması yanılmıyorsam olmuştu.
Daha önce birkaç yazıda “Neden ‘FETÖ’ diyorlar?” konusuna değinmiştim. O nedenle burada detaya girmeyeceğim. Meseleye sadece Dündar, Cumhuriyet Gazetesi ve CHP üzerinden bakınca bile Türkiye sosyolojisine dair ilginç bir paradoks ortaya çıkıyor. Siyasi konumları ve ideolojileri gereği Erdoğan liderliğindeki diktatöryel ve soykırımcı hükümetin her türlü eylem ve ayrıştırıcı söylemin karşısında olmaları gereken, yani sadece siyasi muhalif değil, siyasi antitez hükmünde de olmaları beklenen etkin çevrelerden bahsediyoruz. Erdoğan’ın en zayıf karnı olan yolsuzluklara dair konuların üzerine bile gitmiyorlar. İlaveten, çöken devlet düzeni, adalet sistemi ve güçlerin ayrılığı ilkeleri gibi hayati gündemler üzerinden de ciddi bir muhalefet anlayışı ve eleştiri dili geliştirmiş değiller. Görünürde Erdoğan’ın ve temsil ettiği İslamcı kliğin karşısında oldukları halde Erdoğan’ın sistemi kilitlemede kullandığı araçlar olan KHK’lar, hukuksuz tutuklamalar, ayrıştırıcı nefret dili, devlet sistemini kilitleme ve ‘paralel devlet oluşturma’ gibi konular mevzu bahis olduğunda ancak dostlar alışverişte görsün nev’inden birkaç açıklama yapmak dışında hiçbir muhalif fikir ve eylem ortaya koyamıyorlar. Aksine; Erdoğan’ın tüm bu olumsuzluklara zemin hazırlama yolunda ana maşa olarak kullandığı “FETÖ” diskurunu ısrarla ve iştahla kendileri de kullanıyorlar. Bu husus son derece ilginç sosyolojik bir analiz tarlası hükmünde!
Bu çevreler kendilerini laik ve Atatürkçü rejimin asıl sahibi olarak gördükleri için dindar kesimlerin daima karşısında oldular. Hizmet Hareketi, kendilerine karşı en büyük varlıksal tehdidi oluşturduğu için de Erdoğan’ın bu gruba karşı yürüttüğü sistemli yok etme eylemlerini çoğu kez açıktan destekliyorlar. Erdoğan’a göstermelik birkaç konu üzerinden muhalefet ediyor görüntüsü veriyor olsalar da “FETÖ” söylemini Erdoğan’dan daha büyük bir iştahla ve sıklıkla kamuoyunun gündeminde sıcak tutmaya özellikle gayret ediyorlar. Bizzat Erdoğan’ı ve AKP hükümetini ilgilendiren bir hata, kusur ve eleştiride bile içinde “FETÖ” ifadesi geçmeyen bir cümle neredeyse kuramıyorlar.
En son Can Dündar’ın, Erdoğan’ın Hazine’nin başına geçirdiği ve Fethullah Gülen ile yıllar öncesine ait bir fotoğraf karesinde yer aldığı bilgisi konuşulan kişi üzerinden sarf ettiği şu sözler işaret ettiğim detaya ışık tutuyor:
“Sadece Bank Asya’ya para yatırdı diye insanların hayatını karartırken Gülen’in kapıkullarından bakan yapmak… Cemaat’in üyeleri zindanda, fikirleri iktidarda…”
Erdoğan’ın yıllar önce yürürlüğe soktuğu ancak toplum nezdinde pek tutmadığı için de sonradan terk ettiği ilk algı yöntemlerinden olan “Cemaat’in altı iyi, üstü kötü” şeklindeki söylemin bir yansıması olan girişle mesajına başlayan Dündar, İslamcı AKP’li olduğu açık olan bir kişiyi Hazine Bakanlığı makamına yeterliliği üzerinden değil de Gülen ile bir fotoğraf karesinde bulunmuş olması üzerinden “Cemaatçi” olarak etiketlendiriyor ve yine AKP yerine buradan da aslında süregiden soykırımın mağduru konumundaki Cemaate karşı yeni bir itibarsızlaştırma hamlesi çıkarıyor ki bu tek kelime ile ahlaksızca bir yaklaşım. Takip eden cümlesinde ise “… Cemaat’in … fikirleri iktidarda” demek suretiyle yine devleti idare eden Erdoğan’ı ve ‘AKP zihniyetini’ eleştire(bile)ceği halde kastettiği “yanlışlıkları” ısrarla hedef saptırarak Erdoğan yerine, Erdoğan’ın soykırıma tabi tuttuğu bir hareketin ‘zihniyetinin iktidarda olmasına’ bağlamaya çalışıyor. Bu şüphesiz entelektüel bir nasipsizlik, cehalet ötesi bir bağnazlık, kin ötesi bir nefret, vicdan sınırlarını çatlatan bir ahlaksızlık ve faşist bir tarafgirlik ile izah edilebilir ancak.
Bu söylemin hemen ardından hiç şaşırtmayan bir şekilde CHP de topa girdi ve CHP Grup Başkanvekili Engin Altay da “… FETÖ’nün fikri iktidarda” dedi. Zaten uzun bir süredir hem CHP hem de diğer sol, Kemalist ve Atatürkçü bazı kesimler kasıtlı bir plan çerçevesinde hep ağız birliği ediyorlar ve siyasi irade olan Erdoğan ve AKP bir konuda hata etmiş olsalar bile hemen koro halinde ısrarla içinde “FETÖ” ifadesi geçen ‘eleştiri’ cümleleri kuruyorlar.
Erdoğan’ı ve AKP’yi yani seçilmiş bir siyasi iradeyi direk olarak suçları ve kusurları üzerinden eleştirip siyasi üstünlük elde edebilecekken onlar buna yanaşmayıp ısrarla muhalifi göründükleri Erdoğan’ın diskuruna sahip çıkarak “FETÖ” söylemi üzerinden tabanlarına yapmacık muhalefet gösterileri sergiliyorlar. Son seçimler üzerinden uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen AKP’den ele geçirdikleri büyükşehir belediyelerindeki AKP dönemine ait büyük yolsuzlukların bile hala üzerine gitmediler! Ama “FETÖ” deme konusunda son derece hırslı, azimli ve iştahlı hareket ediyorlar.
Bu çevrelerin bir yanda muhalefet ediyormuş gibi görüntü verirken diğer yanda da Erdoğan ile aynı soykırım dilini ısrarla kullanmalarının nedeni aslında “FETÖ” operasyonunun ardındaki gerçek iradi gücün adresini iyi biliyor olmaları; hatta çoğu itibarıyla o gücün güdümünde hareket ediyor oldukları gerçeği. Bu nedenle de o büyük temizleme ve yok etme operasyonunun herhangi bir kazaya uğramaması, enerji kaybetmemesi ve kamuoyu nezdindeki ivmesini yitirmemesi adına algı operatörlüğü yapıp duruyorlar.
İlaveten belirtmeliyim ki Ergenekon tarzı yapılanmalar mağdur ettikleri kesimlerin mağduriyetlerini gölgelemek adına başka sahte mağduriyetler de üretebilirler.
Dündar’ı direk olarak böyle yapmakla suçluyor değilim. Ancak Ergenekonvari yapıların ne tür yöntemlerle çalıştığı tarihsel örnekleri ile karşımızda. Doğru ile yanlışın; hakikat ile yalanın kasıtlı olarak birbirlerine karıştırıldığı böyle sistemli kaos üretme dönemlerinde bazı tip insanlar o kaos odakları tarafından hep kullanılmak istenirler. Bir kısım insan zaten gönüllü olarak her türlü planın kolayca parçası olur ve her istenileni yapar. Bazıları da zayıf yerlerinden, kibirlerinden veya kıskançlık-haset gibi boşluklarından istifade edilmek suretiyle kullanılırlar. Bir adamı kasıtlı olarak önce mağdur edebilir; sonra da o adamın güvendiği ama ajan olduğunu bilmediği bazı kişiler aracılığıyla onu dolduruşa getirip zaten haklarında önyargılı olduğu kişi ve gruplara karşı kullanabilirler. Bu şaşmayan ve çok kullanılan yöntemlerdendir.
Neticede Dündar’ın ve CHP’li kesimlerin “kime” muhalefet ettikleri sorusunun cevabı Erdoğan ve Hizmet Hareketi şeklinde özetlenebilecek olsa da bunun ne derecede ve ne sebeple olduğu gibi soruların yanıtları gördüğünüz gibi farklılıklar arz edebiliyor. Erdoğan ve AKP, CHP’nin direk olarak siyasi rakibi; Dündar’ın da bizzat haklarını mağdur eden adres oldukları halde bu çevreler Erdoğan’ı eleştirirken bile her kullanıldığında yine Erdoğan’ın işine yarayan “FETÖ” söylemi üzerinden diskur üretiyorlar.
Kısacası; hakikati savunma, hukuksuzlukları bitirme, demokrasiye geri dönme gibi bir kaygıları yok. ‘Neye muhalefet’ ettikleri sorusunun cevabı bu spektrumda aranmamalı. Yani Erdoğan’a, sebep olduğu yıkım üzerinden muhalefet etmiyorlar; Erdoğan’ın temsil ettiğini düşündükleri İslamcılık, dindarlık ve muhafazakarlık üzerinden düşmanlık etmeye devam ediyorlar (Erdoğan bugün bunların hiçbirini temsil etmiyor olsa da). Şu anki konumda Dündar gibiler aslen Erdoğan’a muhalefet ediyor olduklarını düşünseler veya öyle görünseler de aslında Hizmet Hareketinin varlığına ve temsil ettiği toplumsal kimliğe ve sosyolojik ve hatta siyasi rekabete muhalefet ediyorlar.
Bu yazıyı yazmaya başladıktan sonra bu sefer CHP’li Özgür Özel’den başka bir açıklama düştü haberlere. Şöyle diyordu: “15 Temmuz başarılı olsaydı Fethullah Gülen, Humeyni’nin İran’a geldiği gibi Türkiye’ye gelecekti ve şeriat ilan edilecekti.”
Bu açıklama o kadar kasıtlı, o kadar yanlış ve sosyolojik ve siyasi temellerden yoksun ki muhatap alıp üzerine açıklama bile yazmaya gerek yok. Sadece şunu söyleyebilirim ki artık bu kadar saçmalamak; ahmaklıktan ve cahil cesaretinden (boşboğazlığından) dolayı bile olamaz. O düzeyde bir siyasiden geliyorsa bu, o artık düpedüz yalancılık, ahlaksızlık, sahtekarlık ve algı operatörlüğü anlamına gelir. Türkiye’ye hâkim olan siyasi zekâ, durum, ahlak ve potansiyel maalesef bu noktada!
Kısaca, maalesef Dündar’ın açıklamalarında da, benzer şekilde, bağnazlık ötesi bir kullanım amacı olduğuna dair ciddi endişelerim ve hayal kırıklıklarım olduğunu belirterek noktalıyorum.
Adaletsizliğin hukuksuzluğun zulümün düşmanı sadece kendi zihin altı kodlarının muhalifi. İktidara muhaliflikleri suya tirit. Konuşmasalar daha iyi.
Sunu soylemek gerekir ki hakkaniyetle davrandigini dusundugumuz bir cok kisi su an Hizmet hareketine karsi soguk davraniyor. Bunun korku, basarisizlik, vb. gibi bir cok nedeni var ama Can Dundar gibi aydin bilinen kesimlerin FETO soylemini desteklemesinin ana sebebinin farkli oldugunu dusunuyorum.
Bu tarz insanlar Hizmet hareketinin insanlari devlet kadrolarina yonlendirmesinin hata, hatta suc olduguna inaniyorlar. Buna devlet kadrolarinda yer alan bazi sahislarin kisisel/sistematik olarak yapmis olduklari yanlislar da eklenince, FETO soylemi bu insanlar icin dogru hale geliyor. Bu duruma ister laiklik sebep olsun, isterse dine karsi sogukluk, sonuc farketmiyor.
Hizmet hareketi bir cok aksiyonunu Turkiye’nin sartlarindan dolayi seffaf bir sekilde savunamadi, anlatamadi, halen de anlatamiyor. Bu da Can Dundar tarzi insanlarin dusuncelerine karsi soylem olusturma sansinin yitirilmesine sebep oldu.
Bu nedenlerden dolayi belki de bu insanlari suclamayi birakmak gerekiyor. Onlar, kendi konumlarinda Hizmet hareketini bu sekilde algiladilar. Artik suclamak veya sucu baskasinda aramak yerine, fikirleri ve idealleri her dil ve her platformda anlatmaya daha fazla enerji ve zaman ayirmak gerekiyor.
Doğru tespitler hocam. 2010-2015 arası bir çok olaya rağmen Türk toplumu Gülen hareketi için büyük oranda orta yolu tercih etti, ne benimsedi ne nefret etti. Ancak 15 Temmuz 2016’dan sonraki atmosferde kimse ortada kalamadı ve toplumun tamamına yakını nefret tarafını seçti, bunun düzelmesi artık çok zor.
Sayın yazar,
bu yazıyı yazmanız iyi hoş da, bence bizzat Can Dündar´a bir e-mail atıp bazı şeyleri kendisine sorsanız daha iyi olurdu. Mesela:
– Neden Fetö söylemini kullanıyor? Buna dair hangi delilleri görüyor? Bu silahlı terör örgütünün silahları nerede?
– Fethullah Gülen´i ziyaret etmiş olmak suç mu, kapıkulu ifadesini haklı çıkarır mı?
– Fetö´nun fikileri iktidarda derken kastı nedir? Hangi fikirleri iktidarda…?
Can Dündar bunlara cevap verirdi, biz de yeni bir şeyler öğrenirdik. Veya vermezdi, o zaman da bir gazeteci olma iddiasında olan birinin meslektaşları ile konuşmayı reddettiğini görmüş olurduk.
Aynı şekilde CHP´li Engin Altay´a da veya konunun diğer muhataplarına da söz konusu ifadelerle ilgili sorular yöneltilebilirdi. Ya cevap verirlerdi, ya da vermezlerdi. Bu yapıldığına bazı şeyler daha yerli yerine otururdu.
Adem Yavuz Arslan son yazısında Kılıçdaroğlu´nun adaylığını tartışırken “Ben şahsen kendisin oy verirdim” diyor. Eğer siz CHP´ye bahsettiğim gibi sorular sorsaydınız ya biz yeni şeyler öğrenecektik, ya da Adem Yavuz beyin “Şehsen Kılıçdaroğlu´na oy verirdim” ifadesinin temelsizliği ortaya çıkacaktı. O zaman biz diyecektik ki, bu camianın gazetecilerine cevap verme tenezzülünde bulunmayan bir insanın partisine neden oy vereceksiniz?
Ben şahsen bu sitenin yazılarında çok yorum, ama bizzat muhataplar ile konuşma olayını az veya hiç görmüyorum. Gidin AKP´lilere soru sorun diyecek kadar saf değilim. Ama muhalefet partileri ile ilgili bu yapılabilir. Eğer muhatap kabul edip cevap vermezler ise onlarla uzun uzun analizler yapmanızın ne anlamı kalıyor ki?
Bunun yerine bu sitenin okuyucu kitlesini oluşturan Türkiye veya yurtdışındaki insanların bizzat hayatları, gittikleri yerlerdeki tecrübeleri vs. işlense, yeni alanlardan bahsedilse bana göre çok daha faydalı olur.
Süreç boyunca eksik bir şey vardı. Kimse kemalistler bile bunu fark etmedi. Evet kemalist rejim yok olmuştu. Eğer yok olmasaydı tepki vermesi gerekmezmiydi? Yani laiklik konusundaki duyarlılıklar, irtica konusunda uyarılar, en önemlisi de cumhuriyetin değerleri konusunda hassasiyetlerin yansıtılması gerekmezmiydi? Ayrıca irana benzeme konusunda paniğin de ifade edilmesi gerekmezmiydi? Fetö tasfiye edilen kemalist rejimin adıdır.
Kemalist rejim zamanla kontrolü kaybetti. Kemalist kurumlar ilk defa gerçek anlamını kazandı ve fonksiyon görmeye başladılar. Halbuki kemalist rejime göre kurumlar göstermelikti. Bu numarasını devam ettirmek için insanlara sürekli tehdit, paranoya pompalıyordu. Danıştay saldırısı sonra katil kaçacağı varsayılarak katil hakkında konuşmaya başladılar. Allahuekber demiş. Yani müslüman ve müslümanlık adına öldürdüğü algısı oluşturulmakta. Deniz baykal bu cumhuriyet değerlerine yapılan vahim saldırıdır dedi. Fakat hesaba katmadıkları şey katil tamamen tesadüfen sıradan bir polis tarafından yakalanır. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Ve bir daha bu konu hakkında hiçbiri açıklama yapmazlar. Hiçbir kemalist danıştay saldırısı konusu açmaz hatta kamera kayıtlarını silerek üzerini örtmeye çalışırlar.
Kemalistler artık rejimi kontrol edemediklerini fark ederler. Bir plan yaparlar. Artık deniz baykalın kullandığı gibi cumhuriyetin değerleri kullanılmayacaktı. Artık cumhuriyetin değerleri yasaklı bir kelimedir. Cumhuriyet cezalıdır çünkü söz dinlememektedir. Yaramaz çocuktur ve cezalandırılacaktır. Cumhuriyeti cezalandırmak için yaramaz çocuğun adını fetö koyarlar. Etö nün fetö olma süreci de sadece bir fotoğrafa bakmaktadır. Aynı yukarıda anlattığınız bir fotoğraf ile tayyipin yerine fetöyü geçirmeleri gibi.
Artık cumhuriyeti dövebilirler. Madem onlara hizmet etmiyor o zaman yıkılmalıydı. Cumhuriyetin adı fetö oldu ve fetö üzerinden cumhuriyeti yıktılar. Cumhuriyet yıkılırken ne laiklik elden gidiyordu, ne irtica hortluyordu. Yıkılan bir cumhuriyet varken, fetö adı altında cumhuriyeti yıkarken, insanların dikkatleri hep fetö üzerine çekiliyordu. Devletleri yıkılırken insanlar fetöye odaklanıyordu. Sanki fetö devleti yıkıyorda onlar da fetö ile mücadele ediyordu. Yani hem devleti yıkıyorlar hem kurtarıcı rolü oynuyorlar. Herkes fetöyü konuşurken askeri vesayet yerine istihbarat vesayetini kurmuşlardı. Kemalist orduyu çökertirken, ordunun gücünü istihbarata kaydırdılar. Humeyni humeyni derken türkleri avrupadan kopartıp irana yaklaştırdılar. Düşmanı başka yerde göstermeye çalışırken el çabukluğu ile türkün yönünü 180 derece döndürdüler.
Can dündar fetö tehdit algısından faydalanıp iktidarı da bu yolla vurmak istiyor. Cumhuriyetin içini boşalttıkları gibi. Burada tuhaf olan tayyipi direkt vurabilirler aslında ama fetö iktidarda derlerse fetöyü sıfırlamış olacaklar. Düşünün fetö hem cezalandırılıyor hemde sanki cezalandıran da fetö. Yani fetöyü fetö cezalandırıyorsa hem fetöden kurtuluyorsun hem de fetöyü suçlu ilan edip asıl suçluları yani rejimi değiştirenleri aklıyorsun.
Derin avrupa türklerin avrupa birliğine girmesini istemiyor. Bu proje bu noktada uluslararası boyut kazanmaktadır. Türkleri kovmak yerine sanki türkler avrupa ile kapışıyormuş gibi yaptırdılar. Ey almanya, ey fransa nın anlamı buydu. Kavga ederek ayrılan iki kişi gibi göstererek türkleri tayyip avrupadan koparttı. Bu karşılıklı bir anlaşmadır. Kemalist rejim avrupadan korktuğundan humeyni rejimine yöneldi. Siz bunlardan hiç avrupa birliği hedefi duyuyormusunuz? Humeyni rejimine türk kültürü uymaz ama özgür özel ve chp irana en yakın kesimdir. Hiç iran oluyoruz dediğini özgürden duydunuz mu? O içindeki hayali yani humeyniyi dillendiriyor. Çünkü o ve onun gibiler kurdukları yeni rejimin avrupaya hesap vermesini istemiyor. Yok demokrasiymiş, insan haklarıymış, hukukun üstünlüğümüş, sırf bunlardan kurtulmak, hesap vermemek için türkleri avrupadan koparttılar. Zaten kurdukları yeni rejimin avrupanın yanına yaklaşması bile imkansız. Zaten bunu gizlemek için yalandan yunan gemileriyle iki kovalamaca yaparak avrupayı düşmanlaştırıyorlar. Avrupa düşman olunca demokraside, insan hakları, özgürlükler de düşman oluyor. Avrupa türkleri biraz dışarda, içine kapanık olarak kontrol etmek istiyor. Bu yeni rejimin de istediği birşey.
Az kalsın türkler avrupa birliğine girecekti. Türkler kim ki avrupanın refahını yaşasın. Türklere laik olan yer ortadoğu. Türkler zaten devletleriyle garip bir ilişki geliştirdiğinden onun devletinden anladığı bana ekmek versin yeter. En çok kemalistler çok komik duruma düştü bu sürede. Kendi rejimleri yıkılırken sadece oh olsun diyorlardı. Eğer kemalist rejimin değiştiğine inanmıyorsanız bugün bile bakabilirsiniz. Bir tanesi ne laiklikten bahsedecek, ne irticadan, ne irandan, ne cumhuriyetin değerlerinden, ne avrupa birliğinden.
Bu tipolojideki insanların zihniyetini Baris Atay’ın ifadeleri; ” Ne AKP’yi, ne de cemaati istiyorum” açığa veriyor. Cemaati gömdüler, üzerine de AKP’yi gömmek istiyorlar.
Diğer bir açıdan dindarlığı gömmek istiyorlar gibi. AKP veya diğer partililerin işledikleri suçların hesabını onlara oy verenlerden hukuken sormanız mümkün mü? Elbette değil, toplum bunun bedelini farklı bir şekilde ödüyor.
Özetle Can Dündar gibi “en entellektüeli” dahi halen kimlik ve aidiyet üzerinden sınıflandırma yapıyorsa bu saatten sonra bu tiplerden bir derde derman olmaz.