YORUM | AHMET KURUCAN
(Boşanmada yenilenmemiş fıkhi içtihatların rolü-3)
Kendi gerçekliğimizi inşa etmek ve o gerçeklik içinde yaşamak mecburiyetindeyiz. Mazide değil şimdide, dünde değil bugünde, hayal dünyamızda kurguladığımız hayat şartlarında değil hazır, verili hayat şartlarında, paralel bir evrende değil içinde yaşadığımız, taşına toprağına dokunduğumuz, havasında nefes alıp yaşadığımız gerçek evrende. Şunu unutmayalım, basmakalıp düşünceler, şartlanmışlıklar, nedeni ve niçini nasılı kadar düşünülmemiş örf ve adetler gerçeği tüm çıplaklığı ile görmeyi engeller.
Çalışan eşin aile bütçesine katkısı meselesini iki yazı halinde ele aldım ve zeminine yazıları okuyanların hatırlayacağı gibi yenilenmemiş fıkhi içtihatları koydum. Şu gerçeği kabullenelim: Müslümanların kahir ekseriyeti ulemamızın kendi dönemlerinde üretmiş oldukları hukuki bilgilerle hayatlarını düzenleyebileceği hatta düzenlemesi gerektiği inancı içindeler. Dini, imani, itikadi ve ahlaki değerlerden bahsetmiyorum, sosyal hayatı düzenleyen kuralları konuşuyorum ki aile hukukunu ilgilendiren meseleler ve onun en önemli bölümlerinden biri olan boşanma meselesi de buna dahil.
Şimdi bakın şu cümleye: “Evliliğin ‘müşterek hayat’ olduğunu düşündüğümüzde, kadının da kazandığı parayla evin geçimine katkıda bulunması makul görünüyor. Ancak erkeğin bunu bir mecburiyet olarak düşünmesi dinimizce uygun değildir.”
Neden uygun olmasın? Neden makul gözüken şey mecburiyet düzleminde kabul edilmesin? Makul olan bir şeyi kadına yönelik bir tavsiye makamında bulunan kişi, “Artık bundan sonra böyle ve bu bir mecburiyet” diyebileceği yerde erkeğe dönüp “Böyle ama sen bunu böyle farz etme” demenin ne anlamı var?
Kaldı ki ironik olan bir şey daha var bu satırların sonunda, kocası Abdullah b. Mes’ud’a ve ailesine maddi destek olmak için ticaret yapan Hz. Zeynep’e Efendimizin teşviki ve ardından şu cümleleri anlatılıyor metinde: “Kendilerine tasaddukta bulunmana en lâyık kişiler, kocan ve çocuğundur” (Ebû Dâvud, Zekât, 44). Buradan “Kadın kazancı ile aile bütçesine katkı sağlıyorsa sevap kazanır ama mecbur değildir” hükmü o günkü toplumda cari olan sosyo-ekonomik şartları, kültürel kabulleri ve İbni Mes’ud ailesinin maddi durumunu esas alırsanız belki çıkartabilirsiniz ama bunu genelleyebilir misiniz? Ben öyle aileler tanıyorum ki kadının kazancı kocasının kazancının iki katı, üç katı. Şimdi bu kadın sözünü ettiğimiz hadis ve bu hadis üzerine yapılan yorumları delil göstererek “Hem çalışırım, hem kazanırım, hem de kazancımdan beş kuruş bile aile bütçesine katkıda bulunmam, çünkü aile masrafı kocaya aittir,” diyebiliyor.
Evet ben de kabulleniyorum, dünden bugüne bütün insanlığı içine alacak şekilde aile geçiminin erkekler üzerinde olması konusunda külli bir değişiklik yok ama olan ülkelerde ve ailelerde de aynı hükümler geçerliliğini devam ettiriyor, kadının ailede hiçbir maddi mükellefiyeti yok demek, benim ilk yazımda söylediğim yenilenmemiş fıkhi içtihatlar aile geçimsizliğine sebebiyet veriyor tespitimi doğrulamıyor mu?
İlk yazımın sonunda bir okuyucu “Ne gerek var bu kadar uzatmaya, kadın çalışıyorsa tabii ki hayat müşterek, şartlar değişmiş” demek yeterli diyor. Ben de öyle diyorum zaten ama uzatan ben değilim, bu kadarlık bir açıklama sözünü ettiğimiz inanç ve düşünce sahibi olan insanlar için yeterli olmuyor. Nisa 34 diyor, hadis diyor, İmamı Azam diyor, Şafii mezhebi diyor, siz de mecburen o ayetin, o hadisin, o fıkhi görüşlerin dayandığı delilleri incelemek zorunda kalıyorsunuz.
Başka bir zaviyeden ele alayım: Hukuk statik değerler, ilkeler, prensipler ve kaideler üzerine otursa da hükümleri dinamiktir. Başka bir ifadeyle hukuki hükümler değişken ama ilkeler sabitedir. Hükümlerin değişmesini sağlayan unsur ise sosyal taban ve o zeminde yaşanan hayattır. Bu zaviyeden bugün yürürlükte olan medeni kanunların dününe bakın isterseniz. Dün evlilik hayatında haklar ve yükümlülükler üst başlığı altında yer alan genel hükümleri belirten kanun maddeleri ile bugünkü kanun maddelerini mukayese ederek okuyun ve nasıl değişikliklere uğradığını görün. Konut seçiminden, soyadını belirlemeye, aile birliğini temsil yetkisinin kimde olduğundan bu yetkinin sınırlanmasına, meslek seçiminden aile bütçesine karı-kocanın katkısına kadar bir çok şeyin değiştiğini görürsünüz. Doğrusu budur, normali budur. 2018 yılında değişikliğe uğrayan şekliyle Türk Medeni kanununun 196. maddesini aynen aktarayım: “Eşler birlikte yaşarken, eşlerden birinin istemi üzerine hâkim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirler. Eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır. Bu katkılar, geçmiş bir yıl ve gelecek yıllar için istenebilir.”
Bazı ailelerde yaşanabilecek ve mahkemeye kadar intikal etme ihtimali olan bu hadiseyi kanun yapıcı iradenin kanun maddesi haline getirmesi ayrıca ele alınması gereken bir mevzu ama maddenin içeriğine dikkatinizi çekerim: “Ortak bütçe, parasal katkı zorunluluğu, katkı miktarı belirlenirken ev işlerinin değerlendirilmeye alınması ve müddeti.”
Şimdi sorum şu: Değişen ve gelişen sosyo-ekonomik ve kültürel şartlara bağlı olarak bu değişiklikler neden İslam hukukunda yapılmasın? Neden yapılmasın sorusu yanlış burada. Yapılmalı, yapılmak zorunda, daha doğrusu yapılmak zorundaydı. Fakat kendimize de haksızlık etmeyelim. Yapılmaz ve yapılamazdı çünkü yürürlükte olmayan hukuk olmaz. İslam hukuku ibadetler bir yana asırlardan beri yürürlükte değil. Yürürlükte olsaydı hayatın tabii akışı içindeki değişikliklere bağlı olarak o değişikliği yapabilir hatta buna süreklilik kazandırabilirdi.
Evlilik hayatı müşterektir. Kadının kocası ile anlaşmalı olarak ev hanımı statüsünü seçtiği ve sadece erkeğin çalıştığı bir zeminde evet mali yükümlülük kocaya aittir ama karşılıklı anlaşma ile karı da çalışıyorsa mali yükümlülük ortaktır. Ortaklaşa bir bütçe yapılacak, gelirler bir havuzda toplanacak ve giderler yine anlaşmaya bağlı olarak yapılacaktır, yapılmak zorundadır. Doğrusu budur. Fıkıh kitaplarında var olan o içtihadi yaklaşımları üretildiği zeminden kopartamazsınız. Sadece o hükmü alıp o hükme gerekçe teşkil eden arka plan şartlarını yok sayamazsınız. O içtihatlar o zeminde geçerlidir. Zaten üretilmiş beşeri bilgilerdir ve bugünkü şartlarda toplumsal karşılığı yoktur. Hukuk tarihinin konusudur. Bir okuyucumuzun somut sorular bölümünde yazdığı gibi Alman ve Türk hukukunda böyle dediğiniz şey, “Eğer bugün İslami değerlere göre bir yasamada bulunulacak olsa bu konu nasıl kanunlaştırılırdı?” sorusunun da cevabıdır. Aynen böyle kanunlaştırılırdı. Seçici okuma yapılmamalı, bütüncül bakış ufku kaybedilmemeli derim.
Son olarak, yemek, çamaşır, ütü, çocukların bakımı, temizlik vs. konuları ne olacak sorusu akla gelebilir? “Geleneksel anlamda kadının vazifesi olan bu işler çalışmasına rağmen hala kadının sorumluluğu altında mıdır? Erkeğin ev işlerinde hiç mi katkısı olmayacaktır?” 3 yazıda dile getirmeye metodolojiyi kullanarak bu soruya cevap arayın, karşınıza çıkacak cevap bellidir. Tabii ki ev işleri de tıpkı aile bütçesinde olduğu gibi ortak olacaktır. Orada da eşler karşılıklı oturacak, kendi aralarında adil iş bölümü yapacak ve hayatı birlikte götüreceklerdir. Erkek yemek, çamaşır, ütü vb. kadının görevidir dayatmasında bulunmayacak ve bulunamayacaktır.