YORUM | M. NEDİM HAZAR
Sevgili okuyucularımıza Çağrı filmi ile ilgili ayrıntılı bir yazı yazacağız sözü vermiştik.
Gelin görün ki, yaşadığımız dünyanın gündelik mevzuları bu sözümüzü tutmamızı maalesef geciktirdi.
Ancak gündem ne olursa olsun, niyetim birkaç yazı ile Çağrı filmi, belki perde arkası, etkileri ve akıbeti konusunda fikir jimnastiği yapmak.
Hatırlayacaksınız, birkaç yazı önce rahmetli Mustafa Akkad ile tanışma öykümüzü ve maalesef yaşadığı elim saldırıyı kaleme almıştık.
Çağrı pek çok açıdan sadece Müslümanlar için değil genel anlamda sinema için de önemli bir film. Bu sebeple Akkad’ın öldürülmesi sadece İslam’in muazzez çehresine atılan korkunç bir leke değil, aynı zamanda Müslümanlar ile sinema sanatı arasında tarihten beri kurulmuş olan en güçlü köprüyü ve en önemli değeri yok etti.
Vefatının üzerinden 15 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen ve sinema teknolojisi bu kadar gelişmesine rağmen Müslüman sanatçıların hala Çağrı’nın yanına yaklaşabilecek derecede kaliteli yapıma imza atamamaları bu tespitin en önemli delili sanırım.
Bir kere Çağrı kahramanını göstermeden anlatan önemli bir film olarak sinema tarihinde nadide bir noktada durur.
İslam aleminin çok hassas olduğu “Hz. Peygamberin suretinin gösterilmesi” meselesine bulduğu şahane çözüm takdire şayandır.
İran’ın usta yönetmenlerinden Mecir Mecidi’nin çektiği son film de Hz. Peygamberle alakalı.
Bir üçleme yapacağını söyleyen yönetmenin ilk filmi Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi, Hz. Muhammed (SAV) doğumunu ve çocukluğunu anlatıyor.
Mecidi bu filminde akıllıca bir şey yapıyor. Hz. Peygamberin sesini ve görüntüsünü gösteriyor. Ancak nihayetinde çocukluk dönemi.
Belki de İslam aleminden gelecek tepkiye göre, serinin sonraki filmlerinde Efendimizi sureten gösterip göstermeyeceğine karar verecek.
Kendisiyle yaptığımız görüşmede açıkça şunu sormuştum:
“Hz. Peygamberin suretini gösterecek misiniz, yoksa çekindiğiniz için mi göstermeyeceksiniz?”
Bana “Açıkçası korkularım var!” demişti.
Bu sebeple gösterip göstermeme meselesine muğlak cevaplar veriyor.
Ben de şöyle demiştim:
“İkimiz de Hz. Peygamberin görüntüsünün gösterilmemesini savunuyor gibiyiz. Ancak sizinle aramızda bir bakış farklılığı var. Siz tepkilerden çekindiğiniz için bunu yapamadığınızı söylüyorsunuz, ben ise Fahr-i Kâinat’a (ASM) duyduğumuz saygıdan dolayı bunun olmamasının güzel olacağını düşünüyorum. “Gerek Hz. Ömer dizisinde, gerekse Mecidi’nin filminde tüm sahabeler rahatlıkla gösterilmiş ve çok ciddi bir tepki de görmemişti. Ki bence de böyle olması gerekiyordu.
Sıkıntı bu tür filmlerin azlığı.
Eğer yeterince kaliteli dönem filmi çekilebilse, örneğin Hz. Hamza’yı 50 farklı oyuncu 50 farklı filmde canlandırsa bugün hiç birimizin Hz. Hamza denilince zihninde Anthony Quinn görseli oluşmayacaktı belki.
Peki Çağrı filminin önemi sadece Hz. Peygamberi göstermeden onun hikayesini anlatabilmesi miydi?
Elbette değil.
Her Ramazan’da güllaç gibi, hurma gibi adeta bir gelenek haline getirilen Çağrı filminin gösterimi bile bu yapımın özel olduğunu ortaya koyuyor.
İyi senaryosundan, büyük oyuncularına, muhteşem müziğinden şahane görselliğine kadar pek çok üstün özelliği var Çağrı’nın.
Bu anlamda gerçekten çok sıkı ve sağlam bir film.
Ve biz Müslümanlar için çok daha mühim hususiyetleri de var.
Bir kere tasvir ettiği dönem ve ele aldığı kahramanlar itibarıyla büyük perdede gerçekten layığıyla temsil edilen bir Asrı-ı Saadet çiziyor Çağrı.
Gerek cahiliye devrini betimlemesi, gerekse Hicret sonrası adeta Cennete çevrilen Medine’deki asr-ı saadet görselleştirmesi muazzam.
Rahmetli Yücel Çakmaklı ile alakalı yazımızda vurgulamıştık, sinemanın keşfinden sonra Müslümanlar, hassaten Müslüman Türkler Kâbe görsellerini sadece fotoğraf, resim ve Hacc’dan getirilen mini projeksiyonlardaki Kabe dialarından görebiliyorlardı.
Rahmetli Çakmaklı, yaptığı Hac farizası esnasında özel izinle çektiği kutsal topraklar görüntülerini geldikten sonra kurgulamış ve Kâbe Yollarında ismiyle 1969 yılında gösterime sokma imkânı bulmuştu. Pek çok sinema seyircisi olmayan mümin, her Müslümanın gönlünde yatan mübarek beldeleri gidip devasa beyaz perdede izleme şansı bulmuştu.
Mustafa Akkad Çağrı için Önce Fas’a, ardından Libya’ya Mekke ve Medine inşa etmiş, Kabe’nin 1500 yıl önceki halini kondurmuştu. Bu başlı başına muazzam bir hizmetti aslında. Bununla yetinmemiş filmin finalinde Hz. Bilal’in ezanını günün Kâbe görüntüleriyle bağlayarak pek çok inanan insanı mutlu etmişti.
Çağrı final sekansı
Ve o görüntüler yıllar boyunca aşılmaz bir eşik olarak kaldı sinemada. Bugün belki pek çok amatör profesyonel Kabe belgeseli var elbette ama sinemada gösterilecek kalitede olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Bunlardan bir kaçını paylaşarak bugünkü yazımızı bitirelim.
İlk filmimiz Yarı Irak ve yarı Kanada kökenli, Columbia Üniversitesi’nden Gazetecilik yüksek lisansını tamamladıktan sonra gazetecilik yapan ve New York’taki CBS News’de yardımcı yapımcı olarak çalışan Anisa Marie Mehdi’ye ait 2003 yapımı bir National Geographic Belgeseli : İnside Mecca.
Mehdi, belgeselinde Hacc farizasıyla ilgili temel ve teknik bilgilerle beraber, sadece Müslümanların değil İslam dışı dünyanın da anlayacağı şekilde tarihsel ve dini açıdan önemini ele almıştı.
Yönetmenliğini Levent Akçay’ın yaptığı Kabe isimli 2015 yapımı docu-drama her ne kadar canlandırmalarıyla TV dizisi tadında olsa da, temiz nesimleriyle perdede özlemini çekilen Kabe görüntüleri içeriyordu.
Ve bir başyapıt.. Ron Fridcke’in yılların emeğiyle çektiği ve belki de kutsal belde görüntülerinde hiç aşılmayacak bir eşik içeren Samsara…
Bu film hakkında belki daha detaylı bir yazı tekrar kaleme almak gerekecek ama bugünlük Samsara’nın Kabe sekansı ile bitiriyoruz.
çok güzel yazı.. ilk defa duyduğum yapımlar..