M. NEDİM HAZAR | YORUM
İnsanlık tarihinin inişli çıkışlı seyrinde nadiren, kendi çağının dar sınırlarını ve hatta doğduğu toprakların entelektüel, kültürel ve sosyal çerçevesini gölgede bırakacak kadar muazzam bir vizyona sahip bir figür ortaya çıkar. Bunlar başta peygamberler, alimler, bilgeler, filozoflar, komutanlar ve zamanlarının sınırlarının çok ötesini gören ve çağdaşlarının hayal bile edemeyeceği yolları aydınlatmaya çalışan düşünürlerdir. Yine de trajik bir şekilde, çoğu zaman göklerde yalnız yıldızlar haline gelirler.
Parlak, tekil ve erişilmez, aydınlatmaya çalıştıkları kişilerden uzak yörüngelere sürgün edilirler. Bugün yasını tuttuğumuz Fethullah Gülen’in kaderi de farklı olmadı; kendi zamanında uzunca bir süre takdir gören ancak muktedirin dünyevi hırslarıyla, yüceltmeye çalıştığı topraklardan sürgün edilen ve kendisinden önceki pek çok akranının yaptığı gibi bu hayatı evinden uzakta bir ‘garip’ olarak terk etmek zorunda kalan bir yaşlı adam.
İnsan, toplumu evrensel zenginliği için çalışanlara sırtını dönmeye bu kadar kararlı kılan şeyin ne olduğunu merak ediyor elbette. Kendisinden önce neredeyse tüm peygamberler, ayrıca buraya ismini sığdırmaya kalksam sayfalarca hacim tutacak kadar çok din alimi (Başta 4 mezhep imamı olmak üzere: Ahmed bin Hanbel, İmam-ı Âzam, İmam-ı Maliki, İmam-ı Şafii, ayrıca Rumi’den Nursi’ye, Şems’den Halid-i Bağdadi’ye kadar uzanan uzun bir liste), bunlara ilave olarak batılı bilge ve feylesoflar; Platon, Galileo, Hypatia ve Nietzsche gibi bu niceleri da yanlış anlaşıldı, şeytanlaştırıldı ve siyasi olarak tuzağa düşürüldü. Onların çağlarını aşan kavrayışları, vizyonu ve eleştirel gerçekleri, sunduğu rahatsız edici aydınlatmalardan ziyade uzun süredir sahip olduğu kesinliklerin rahatlığıyla daha rahat olan bir toplum tarafından tatsız, hatta tehlikeli hale getirildi. Öyleyse alimlik ve bilgelik, rahatsız edici olanı görme sanatı değilse nedir?
Esas soru şu: Filozof cehaletimizi yansıtarak onu aşmaya başlamamızı sağlayan bir ayna değilse nedir?
Fethullah Gülen de Yunan eski bilgeleri ya da aydınlanmanın katledilen düşünürleri gibi, çağının çılgınlıklarına tanıklık etti ve başka tarafa bakmayı reddetti. O, toplumunun içine düştüğü tuzakları ender rastlanan bir kesinlikle gören inançlı ve net bir insandı. Hayatı ve çalışmaları yalnızca kendi kültürünün hastalıklarını teşhis etmeye değil, aynı zamanda vatanını da aşacak ve toplumunu dünya sahnesinde bir işaret, bir referans noktası haline getirecek bir anlayış dili inşa etmeye adanmıştı. Ne var ki, yol göstermeye çalışan uzanmış el tokatla uzaklaştırıldı ve gerçeği söyleyen ses susturuldu.
Belki de en derin ironi, hareketinin tam da yaptığı çalışmalar sayesinde, cemaatini ellerinde uğradığı ret ve kınamaya rağmen uluslararası alanda tanınmış olması olsa gerek. Eleştirilere diğerlerini dinlemeye zorlayan bir açıklık getirdi ve evrensel değerlere olan bağlılığıyla anavatanı hakkında çok az kişinin başarabileceği bir farkındalık gösterdi. Ancak bu kavrayış ona korkunç bir bedele, yüceltmeye çalıştığı değerlerin linç yemesine mal oldu. Tarihteki tüm büyük beyinler genellikle kendi yaşamlarında bu kaderi yaşamışlardır ve bu alim de bir istisna değildi; ondan faydalanması gerekenler tarafından kanonlaştırılmadı, lanetlendi.
Tarihin, akranları tarafından dışlanan büyük beyinleriyle – fedakarlıkları sonunda insanlığı aydınlatacak Promethean figürleriyle – hafızanın yankılarında uzaktan yankılandığı söylenir. İlkelerinden taviz vermektense ölümü tercih eden Sokrates; toplumunun duymak istemediği gerçekleri söylediği için zulme uğrayan Galileo; inancın temellerini sarsan sorular sorduğu için dışlanan Spinoza ve ilaahir… Her biri dışlanma ve acı çekme deneyimi yaşamış, ancak yüzyıllar boyunca parlaklığı kaybolmayan aydınlar haline gelmişlerdi. Hocaefendi de bu yüksek ve yalnız halkaya katıldı.
Elbette ve şüphesiz bir gün anlaşılacaktır; daha şimdiden yetiştiği toplumun mide bulandıran siyasetinden ve aşılmaz önyargılarından uzak olan dünya, onun katkılarının farkına varmaya başladı bile. Ancak ülkenin siyasi ikbal uğruna yaşadığı bu talihsiz savrulma, onun yalnız ölümünün kederi karşısında ne anlam ifade edecektir? Sevdiği topraklardan uzakta, halkını kendisiyle, hakikatle ve dünyayla barıştırmayı arzulayan bir adam olarak yürüdü ruhunun ufkuna.
Şunu dost/düşman herkes kabul etmek durumunda: Onun vizyonu – ve toplumunu yüceltmeye zorlayan güç – ihanetle karşılık buldu, belki de sadece başka bir filozofun tam olarak anlayabileceği bir kader.
Kendi çağdaşları tarafından anlaşılmamak, hatta yanlış anlaşılmak, ötekileştirilmek, uzaklaştırılmak ve nihayetinde bu kaderin tüm yolcularının ortak temasıdır. Hep öyle olmamış mıdır; yüksek hakikatleri arayanlar bir şekilde, tarihin izin verdiği çerçevelere nadiren sığarlar.
Şurasını vurgulamak isterim ki, bir bilge bu kaderi övgü ya da onay için seçmez; ruhani bir mecburiyet, onu aşağılama, nefret, şeytanlaştırma ve alay yoluyla bile ileriye götüren daha yüksek bir “tarihsel gerçek/yasa” tarafından zorlanır. Aslında her bilgenin takip etmesi gereken içsel bir yıldız, yol gösterici bir yıldız, dünyanın görüş ve öfkesinin varlığına kayıtsız kaldığı göksel bir rehber vardır. Işığı şimdi takip edenlerin kalplerinde ve zihinlerinde parlayacak ve yanacak olan Gülen için de durum böyleydi. O gökyüzünde yalnız bir yıldızdı ve çok az kişinin izlemeye cesaret edebileceği bir yola öncülük ediyordu. Yanında sadece samimi olanlar kalmıştı bir de iflah olmaz bir sabırla muhafaza ettiği gerçek.
Evet, ne gam; yol yalnız olabilirdi ama bu kaçınılmazdı ve onun gücünün, vizyonunun ve bilgeliğe olan sarsılmaz bağlılığının bir ispatı değil miydi? Bu yönüyle tüm toplumu aşan beyin yapıcılar, çok eski zamanlardan beri gece gökyüzünü süsleyen bir yıldız gibidir – uçsuz bucaksız mesafeler ve kayıtsız boşluklar boyunca yanan bir ışık noktası, kaynağın kendisi solduktan çok sonra bile kalan bir ışık. Tıpkı bir önceki yazıda vurguladığım gibi Hocaefendi de fikirleri ve mefkuresiyle dünya döndükçe yaşamaya devam edecek.
Sanırım bunun birilerine dert olması, yasta olan tüm sevenlerini bir nebze teselli edecektir. Şurası kesin, siyasiler gelir geçer, toplumlar değişir ve evet çok kısa sürede olmasa da dönüşür, lakin Gülen’in düşüncesi, inşa ettiği mefkure ve gaye-i hayali hep yaşayacak, bu mefkure ve fikirler yankılanmaya devam edecek, dünya sırtını döndüğünde bile bu tür yüksekliklerin mümkün olduğunu anlatacak.
Sonunda hatırlanacak olan, uğradığı nefret linçi değil, düşüncelerinin etkisi, cesareti ve katıksız entelektüel cesaretidir. Nihayetinde Fethullah Gülen’in hikayesi, tarihin saygıyla yad ettiği yıldızların hikayeleri arasına katılacaktır. Dost düşman şunu bilmelidir; onunki bedenin sınırlarını aşan bir zaferdir, zamanın tarihçesinde yerini alacaktır; acınacası bir şekilde bu ateşi söndürmeye çalışan önyargıların asla söndüremeyeceği bilinen lakin bu çağın tek ve sönmez bir alevi.
Arz edeyim…