YORUM | ALİ TOPDAĞ
Cahit Zarifoğlu’nun 1977-1984 yılları arasında kaleme aldığı yazılarından oluşan ‘Bir Değirmendir Bu Dünya’ isimli kitabını okuyunca bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim.
1987 yılında 47 yaşında vefat eden Zarifoğlu’nu, şimdilerde “İslamcı” geçinen birçok kişinin duymadığını, duyanların ise fikirlerinden, kitaplarından ve şiirlerinden haberdar olmadığına eminim. Ne kadar acı değil mi? Hem “Din-Vatan-Millet” diye piyasada dolaşacaksın hem de bunun altyapısını oluşturanlardan haberdar olmayacaksın… Taklitçilik, düşüncesizlik; artık ne derseniz deyin.
Bahsi geçen kitaptaki yazıların genel çerçevesini “Müslümanların durumu” şeklinde ifade etmek mümkün. “Müslümanların durumu” derken yanlış anlaşılmasın; Zarifoğlu yaşadığı dönemin Müslümanlarından bahsediyor, bugünlerden değil.
Bir fikir vermesi açısından kitaptaki konulardan bahsetmek istiyorum:
Müslümanların hem dinini öğrenme hem de öğrendiklerini şuurlu bir şekilde hayata geçirmek için okuyacakları kitapların az olduğu bu dönemde artık ‘Namaz Hocası’nı geçip ‘İlmihal’ okunmasını tavsiye ediyor Zarifoğlu. Bunun bütün aile fertleriyle birlikte yapılmasının şart olduğunu söylüyor.
Hacca gitmek isteyen mü’minlere çıkarılan zorluklardan bahsediyor ve Müslümanların bu sıkıntıyı aşabilmeleri için daha bilinçli olmaları gerektiğini dile getiriyor.
Kendisini ziyaret eden ihtida etmiş Avrupalıların İslam’ı ne kadar güzel yaşadığını, ibadetlerinde ne kadar dikkatli olduklarını anlatıp Anadolu’daki Müslümanların bu konudaki perişaniyetinden şikâyet ediyor.
1979’da TRT’de yayınlanan Kurban Bayramı programında Veda Hutbesindeki ‘faiz’ kelimesi yerine ‘haksız kazanç’ ifadesinin kullanılmasını sorguluyor ve Müslümanların televizyon seyrederken daha dikkatli olması ve bir an önce bu tür programları yapacak ehil kadroların yetişmesi gerektiğini söylüyor.
Namaz kılarken yaptığı bir hatadan dolayı kendisini uyaran mü’min kardeşini hayırla yâd ediyor. Dinle alakası olmayanların İslam için reform tekliflerine verilen cevaplardan bahsediyor. Üniversitede okuyan dindar gençlerin ihtiyaçlarını karşılarken ailesini ihmal eden babaların çocuklarına da sahip çıkmalarını tavsiye ediyor.
Ayrıca, israf, moda defileleri, seçimlerde oyların şuurlu kullanılması, sömürge-emperyalizm, Afganistan’ın işgali, zulüm gören Müslüman coğrafyalar, Türkistan, İsrail/Yahudi düşmanlığı, Osmanlı tahşidatı, Humeyni övgüsü ve Hama konularına da değiniyor. Bugünlerde birilerinin diline pelesenk olan “Avrupa bizden korkuyor, artık medeniyetlerinin sonu geldi” muhabbeti de yapıyor.
Ve kitaptan bir paragraf: “Eski nesiller çok şeylere şahit oldular! Müslümanlardan binlercesinin devrimlere karşı oldukları gerekçeleri ile katledilmesine, sürülmesine, kendi vatanlarından hudut dışı edilişine şahit oldular. Rejimin, kurulduğundan beri, Müslümanı horlayan resmî edasına yıllarca tahammül ettiler. İçlerine öfkeler depoladılar. Bu öfkelerin patlama dönemlerine geldiği zamanlarda alınan korkunç tertipleri gördüler.”
Kitabı okurken ister istemez Necip Fazıl’ın vefatından kısa bir süre önce Türk Edebiyatı Dergisi’ne verdiği röportajdaki o meşhur sözleri aklıma geldi: “Biz Allah kelimesini söylemenin yasak olduğu devrin insanıyız! O zaman buz kaplıydı ortalık… Yani hiç bahsedilemezdi bu tip meselelerden… İşte biz hohlaya hohlaya buz dağlarını erittik! Ve biraz fikri değişikliği elde eder olduk. Şimdi de çamurdan geç geçebilirsen!” Zannedersem Üstad bugünleri görseydi, ‘çamur’ yerine ‘bataklık’ ifadesini kullanırdı.
Zarifoğlu yaşıyor ve kitabında bahsini ettiği şeylerin bugün İslamcılar tarafından ayaklar altına alındığını görseydi acaba ne yapardı? Kendisi gibi dini yaşama ve anlatma adına geçmişte ‘dava’ deyip koşturan ama bugün iktidar nimetlerinden nemalananlar arasında mı olurdu yoksa bir kenara çekilip “Biz nerede hata yaptık?” diye kendisini mi sorgulardı? Zannedersem bu konuda kimse kesin bir cevap veremez.
“Allah rızası” diyerek yıllarca birlikte koşturan ama bir samyelinin esmesiyle birbirini terk eden eşleri, devlet baskısının hiç eksilmediği Türkiye’den ayrılıp da Batı ülkelerindeki özgürlüğü tattıktan sonra bir anda ‘aydınlanıp’ bütün geçmişini bir kalemde silenleri, dünya insanlarına sevgi ve hoşgörü götürme derdinde olanların sosyal medya üzerinden bilse de bilmese de her konuda atıp tutmalarını görünce “İslamcı geçinenler ne ki?” diye sormadan edemiyor insan…
Çünkü onlar miting meydanlarındaki vaatlerle İslamcı oldular… Makarna ve kömürle muhafazakâr oldular… Televizyonda seyrettikleri dizilerle ‘Osmanlı torunu’ oldular… Evine ekmek götürebilmek için partili oldular… Kendi başlarına bir şey gelmesin diye çocuklarını gözü kapalı emanet ettikleri öğretmenlere ‘terörist’ dediler…
Dünya böyle işte… Efendimiz’e (sav) vahiy katipliği yapmak insanı kurtarmıyor; bir anda Müseyleme’nin safında bulabiliyor kendisini insan. Ve bunu yaparken -doğru veya yanlış- mutlaka bir gerekçesi oluyor.
Bu islamcıları elestirip duran yazılardan bıktım, tamam onların en buyuk sorunu dini bilmemeleri, bence onları konusup durmayalım, isimize bakıp cennetin izdusumu olan hayatı dunyada yasayabilecekmiyiz ona bakalım onu kuralım . Islamcıların munafıkca kotulerin tezgahını islettikleri ortada onlar islam adına bittiler, biz bitmeyelim.