HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Saray iktidarı, ülkeyi yönetme konusunda mutlak bir acizlik sarmalının içerisinde. Buradan çıkamayacaklarını en iyi bilen de kendileri. Yeni plan, bunu nasıl lehlerine çevirebilecekleri üzerine kurulup hayata geçirilmeye başlandı.
Ekonominin çıkmaza sürüklendiği, son üç yıldan bu yana bütün mahfillerde dillendiriliyor ve bunu konunun muhatapları kendi üsluplarınca dillendiriyordu. Makro ekonomideki bozulmaları düzeltme yoluna gitme yerine hep dikkatleri başka tarafa çekmeye çalıştılar.
Bir ekonomide önce göstergeler bozulur. Gayri Safi Milli Hasıla, enflasyon ve faizler, işsizlik oranı, bütçe dengeleri, borç göstergeleri, ödemeler dengesi, Merkez Bankasının brüt rezervleri, mevduat ve fon toplamı, kredi stoku gibi alanlardaki göstergeler hep alarm verir oldu.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bunların tamamına yakını, yapısal ve yönetimsel hatalardan kaynaklanan sebeplerle ortaya çıkıp büyüdü. Dış kaynaklı denebilecek iki temel etken var. Bunlar da pandeminin yol açtığı bozulmalar ve uluslararası piyasalarda emtia fiyatlarının bu yıl içerisinde beklentilerin ötesinde artması. Bunun dışında Türkiye’nin makro ekonomik verilerini etkileyecek bir gelişme yaşanmadı.
“Uluslararası” diye gösterilmeye çalışılan Suriye, Libya, Mısır, Arap dünyası ile yaşanan sorunların altında yatan nedenlerin de Saray temelli olduğuna şüphe yok.
AİHM’İN 30 KASIM’A KADAR SÜRE VERMESİ FIRSATA ÇEVRİLMEK İSTENİYOR
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uyacağını T.C. Anayasasına koyarak taahhüt etti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) iş insanı ve aktivist Osman Kavala hakkında kararını 10 Aralık 2019 tarihinde verdi.
“Makul şüphe olmadan, siyasi nedenlerle tutuklanması ve bireysel başvurusunun makul sürede incelenmemesini” gerekçe göstererek, bu durumun hak ihlali olduğunu belirledi ve tahliye edilmesini Türkiye’ye iletti.
Türkiye’deki Saray hukuku, karara uyma yerine Kavala’ya yeni suçlamalar yöneltme yoluna gitti. AİHM kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise kararın uygulanması için Türkiye’ye 30 Kasım’a kadar süre verdi. Konsey, ayrıca HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın da serbest bırakılması çağrısını yapmış bulunuyor.
Kararın uygulanmaması halinde Komite, Türkiye’ye karşı alınan önlemleri değerlendirecek. Bunlar da Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılması veya oy hakkının askıya alınması müeyyideleri olabiliyor.
Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye tanıdığı sürenin bitmesine 40 günden az bir süre kaldı. Şimdi ortadaki tabloyu yeniden hatırlayalım. Bir tarafta yönetilemez hale gelen ve yarın daha kötü olacağı kesin görülen bir ekonomi var, öte tarafta ise Türkiye’nin 1963’te şekillenmeye başlayan Avrupa Birliği üyeliğinin noktalanmasına gidecek bir süreç var.
ERDOĞAN POLİTİKALARINI BİLENLER, HANGİ YOLU TERCİH EDECEĞİNİ TAHMİN EDEBİLİR
Orta yerde böyle bir tablo var. Tayyip Erdoğan’ın siyaset yapış tarzını bilenler, suçu başkasının üzerine yükleme konusundaki maharetine çok şahitlik etmiş olmalılar. Bu karanlık tabloyu sineye çekip mukadder sonu beklemek yerine toplumun yapısına uygun planı devreye sokmaya karar verdi.
“Dış güçlerin müdahalesi” iddiasına sığınmak için ortam hazırlandı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 10 Haziran 2021’de Kavala konusunda 30 Kasıma kadar süre verdiğinde Türkiye’nin önünde 6 aya yakın bir zaman vardı.
ABD vatandaşı Rahip Brunson ve Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel hakkında ABD Başkanı Trump ve Almanya Başbakanı Merkel’in talebi üzerine akşamdan sabaha karar verebilen Türk yargısı, istese Kavala hakkında bin kez kılıf hazırlayabilirdi.
Hazırlamak istenmedi tam tersine gerilimi tırmandırma yoluna gidildi. Saray çevreleri, geçtiğimiz haftalarda Kavala kararının uygulanmayacağı yolunda belli mahfillere “kontrollü bilgi sızdırmaya” başladı. Bu bilgilerin doğruluğunu test etmek için Batılı ülkelerin önünde bir fırsat vardı.
Osman Kavala’nın tutukluluğunun 4. yılı nedeniyle 10 ülkenin büyükelçisi ortak bir bildiri hazırladı. Bildiriye, ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda büyükelçileri imza koydu.
Kavala davasında süregelen gecikmelerin demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve Türk yargı sisteminin şeffaflığına gölge düşürdüğüne dikkat çekilen açıklamada, “Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ve iç hukukuyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz” denildi.
BÜYÜKELÇİLER, SARAY’IN PLANINA UYUMLU HAREKET ETTİ
18 Ekim’deki büyükelçiler çağrısından sonra Dışişleri Bakanlığı harekete geçti. 10 büyükelçi bakanlığa çağrıldı. Büyükelçilere Türkiye’nin insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olduğu vurgulandı ve Türk yargısının bu tür sorumsuz açıklamalardan etkilenmeyeceği hatırlatıldı.
CHP ve İYİ Parti’den gelen “Yabancıların iç işlerimize müdahalesine karşıyız” yolundaki açıklamaları, Sarayın planlarının doğruluğu konusunda bir gösterge oldu.
Esas beklenen gelişme ise Erdoğan’ın Angola, Togo ve Nijerya’ya yaptığı Afrika gezisinde uçağındaki gazetecilere söyledikleriyle yaşandı. Kavala’yı “Soros artığı” olarak nitelendiren Erdoğan, bu ülkelerin amacının Türk yargısı etkilemek olduğunu söyledi. Erdoğan ardından da önümüzdeki haftaların kilit cümlesini telaffuz etti:
“Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz.”
Gelecek günlerin en çok konuşulacak sözlerinin bu olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu sözler 10 büyükelçinin önümüzdeki günlerde “persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan edileceğinin sinyali anlamına geliyor.
Erdoğan’ın bu açıklamalarının kamuoyu ile buluştuğu gün olan 21 Ekim Perşembe günü Merkez Bankası, “bir dış operasyonla karşı karşıyayız” iddiasına zemin hazırlayan taktik adımını attı. Faizi 2 puan düşürerek TL’nin dalgalanmasına neden oldu.
Türkiye’nin “operasyon” olarak niteleyeceği gelişmeler bundan sonra peş peşe yaşandı.
-Avrupa Konseyi, Türkiye’deki bir dizi uygulamayı eleştirdiği “Türkiye 2021 Raporu”nu yayınladı.
-G-7 ülkelerinin “Mali Eylem Görev Gücü” kara para ve terörizmin finansmanının önüne geçmede gerekli adımları atmadığı gerekçesiyle Türkiye’yi “gri listeye” aldı.
-ABD’de New York Mahkemesi, Türkiye’nin Halkbank konusundaki talebini reddetti ve davanın görüşülmesine devam edeceğine karar verdi.
-Mısır, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan liderleri Atina’da bir araya gelip ortak bildiri yayınlayarak, Ankara’nın bölgede provokatif eylemlerde bulunduğunu ilan ettiler.
-Rusya, hem Libya’da, hem Suriye’de Türkiye’nin varlığını tamamen sona erdirmeyi hedefleyen yeni adımlar atacağının sinyallerini verdi.
Almanya, büyükelçiler bildirisinin arkasında durduğunu açıkladı. Erdoğan’ın “Bu büyükelçileri Türkiye’de ağırlamak istemiyoruz” sözlerini ise “not ettiklerini” duyurdu.
Türkiye’yi hem ekonomi hem uluslararası alanda bu kadar çıkmaza sokan bir yönetimin elinde kullanabileceği araçlar hayli sınırlı.
“Dış güçlerin Türkiye’ye operasyon çekiyor” diye özetlenebilecek bir tavır ise iç siyasette her zaman sonuç verdi, öyle görülüyor ki bu kez de sonuç verecek. Saray’ın bu yolda yürüyeceği ve “dış operasyon” diyerek muhalefeti de etkisiz hale getirmeye çalışacağı bir dönemin kapısından girmiş bulunuyoruz.
Burada genelde gözden kaçan ama bence çok önemli olan chp nin rolüne dikkat çekmek istiyorum. Meseleyi içişlerine çekmeye çalışmakta, dışarının müdahalesini kabul etmemektedir. “Eğer rejimi eleştirecek biri varsa o da benim. Dışardakiler bize karışamaz. Bu içişlerimizi ilgilendirir ve ben bu mesele ile ‘ilgileniyorum’ ” demek istemektedir. Yani benzetme olacaksa karı koca gibi. Yani “içimizdeki hukuksuzlukları biz kendi aramızda çözeriz. Dışarıdan kimse bize karışamaz.Bu bizim iç meselemiz” demektedir.
“Burada ben varım, kontrol bende, hukuksuzlukları da ben yönetiyorum, benim muhalefetim yeter. Başkaların muhalefetine ihtiyacımız yok. Muhalefet koltuğunda ben oturuyorum. Ben varım, ben olacam. Dolayısıyla muhalefet rolünü kimseye kaptırmam” demektedir. “Hukuksuzluk, demokrasi ile mücadele edilecekse ben edeceğim.”
Neden bunları söyledim? Osman kavala meselesinde hukuksuzluklar ile mücadele ediyormuş gibi görünen chp, konu dışarıya taşındığında birden bire içeri ile kavga etmeyi bırakıyor ve hukuksuzlukları yapan rejim ile işbirliğine giriyor. Bunu da sanki milli damar meselesinden ele alıyor. Aslında sorun kendisine oynattırılan muhalefet rolünü başkaları çalmak üzeredir. Rolü kaptırmamak için hemen karı koca meselesine indirgiyor olayı. “Bu bizim iç meselemiz, kavga da ederiz, barışırız da, bu bizim hukumuz” demektedirler.
Böyle durumlarda yani rejimin açıklarını, hukuksuzluklarını, insan haklarına uymayan davranışlarını dışarıdan birileri seslendirdiğinde bu sesin yani gerçeklerin bastırılması gerekmektedir. Hedefte rejim olduğuna göre, zor durumdaki bu rejimi kurtarmak muhalefete düşmektedir.
Muhalefet ısrarla kendi rolünü kimseye kaptırmamaya çalışmaktadır. Bu sayede insanların muhalefet bildiği yapılar, insanları kontrollü muhalefet ile kontrol etmektedir. İşte dış güçler bu kontrolü bozmakta ve insanlara rejimin hukuksuzluğunu duyurmaktadır. Yani herşeyi bozmaktadır. Muhalefetin de yardımıyla kontrol altındaki kirli çamaşırlar, dışarıdaki ses ile ortaya saçılmaktadır. Bu noktada rejimden çok muhalefete söz düşmektedir. Öncelikle muhalif insanların uyanmasına izin vermemelidir. Aynı zamanda rejimin peşinden sürüklenenler de muhaliflerin duruşunu görerek bir olmaktadırlar. Rejimin projeleri açısından hukuksuzlukların, zulümlerin, avrupadan kopuşun, cumhuriyetin yıkılışının ve türklerin iran ve rusyaya doğru sürüklenişin gerçekleşmesi aşamasında muhalefet muhalif konumunu kullanarak olayları sapıtmaktadır. Yani hukuksuzlukların üzerini örtmektedir. Rejime hizmet etmektedir. Tank palet, man adası ile oyalamaktadır. Dışarıdan gelecek bir ses rejimin sonu demektir. O yüzden muhalefet man adasını, tank paleti, 128 milyarı bir kenara bırakıp, rejim ile dışarıya karşı el ele tutuşmaktadır. Bu onların kaçıncı el ele tutuşları. Karı koca gibi bir barışıyorlar, bir ayrılıyorlar.