YORUM | M. NEDİM HAZAR
İletişim Başkanlığı diye kerameti kendinden menkul bir kurum var. Saray ile devletin arasında durup, kendini kraldan çok kralcı olarak gören, bir tür vitaminsiz Goebbels var başlarında. Ne tür bir bütçe var ellerinde bilmiyorum ama algı operasyonlarından siyasi polemiklere kadar bulaşmadıkları iş, kişi ve kurum yok.
Atanmış bir devlet memurunun gün aşırı atarlarını izliyoruz sosyal medyada. İletişim Başkanımız koca devletlerden siyasi parti başkanlarına kadar herkese ayar veriyor, gider yapıyor.
Ülkenin içine sokulduğu “Kimseye hesap vermeyiz aga” durumu en çok güvendikleri şey. Sırtını yasladıkları Saray’a dayanarak harcamayacakları insan, kesim, kurum, taraf, kişi, cemaat, yapı, girişim olmadığına inanıyorlar.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Son olarak büyük prodüksiyon ile dizi işine de girdiler.
MİT ile el ele vererek devasa bütçeli bir dizi çekiyorlar şimdilerde: Teşkilat.
Dizinin teknik, estetik ve içerik analizini başka bir yazıda yaparız belki, bugün söyleyeceğim başka bir şey….
Malum: Hollywood’un istihbarat kurumlarının elinde olduğuna dair pek çok komplo teorisi eskiden beri seslendirilir.
Elbette kısmen haklılık payı vardır bu şayianın. Pek çok sinema filmi ve TV serisinde Amerikan devletinin arzu ettiği şekilde hikâyeler yayınlanır. Bu konudaki en büyük yanılgı, sanki bu mesele 11 Eylül sonrasında ortaya çıkmış gibi nakledilmesidir.
Hayır!
Neredeyse sinemanın keşif dönemine kadar gitmek lazım güdümlü sinema sanatını incelemek için. Enteresandır, propaganda sinemasının en bereketli olduğu dönemler de savaş dönemleridir. Yani kontrolün askerde olduğu zamanlardır.
Ki sadece sinemada değildir bu tür işler.
Vaktiyle üç beş komplo teorisini öğrenen çapsız yazarlardan pek çoğu bu isimde eser yazmış, bu türe meraklı kitleleri tavlamaya çalışmıştı.
Özellikle iki dünya savaşı esnasında ve sonrasında propagandanın en kaba ve sanata ters yöntemleri izlenerek yapılmıştır bu iş.
Üstelik sadece Amerika’dan bahsetmek de doğru olmayacaktır.
Başta Almanya, İtalya, Rusya olmak üzere pek çok sömürgeci Batı ülkesi sinema sanatını propaganda aracı olarak kullanmaktan asla geri durmamıştır.
Hitler bu konuda özel ekipler yetiştirmiş, Mussolini bizzat damadını sinema kurumunun başına getirmiştir.
Soğuk savaş dönemiyle beraber propaganda sineması da evrilmeye başlamış ve kaba ideoloji propagandasından ziyade sübliminal mesajlara ve kültürel etkileşime ağırlık vermiş. Beğenelim ya da beğenmeyelim Hollywood bu konuda kendini epey aşmış durumdadır. Pek çok film ‘sistem eleştirisi’ yapıyor gibi görünerek tam tersi bir amaca hizmet etmek için çevrilmiştir son dönemde. Çok klasik bir örnektir ama meşhur ‘Homeland’ böylesi bir dizi olarak bilinir.
Altı ne kadar dolduruluyor tam emin değilim ama Yeni Türkiye söylemlerinde böylesi bir bilinçaltı refleksiyle “Güçlü devlet filmini de çeker, dizisini de yapar, algıyı da yönetir” gibi meşruluğu ve ahlakî yönü tartışmalı kanaat mevcut. Ve bir süredir yürürlükte aynı zamanda.
İşte yazının girişinde bahsini ettiğim yarı/legal/illegal yapı da böylesi bir alana el attı sonunda.
Yaptıkları sade suya tirit tanıtım filmleri, atarlı giderli video çekimleri kendilerini artık tatmin etmiyor olsa gerek.
Youtube’a yükledikleri her video büyük bir tepki ve eleştiriyle karşılaştığı için nicedir yoruma kapalı paylaşım yapıyorlardı.
Şimdi bizzat TRT aracılığıyla büyük prodüksiyonlara girmeye başladılar.
Bir dönem Samanyolu Televizyonundaki çaycıları dahil “sizi gidi senaryocular, siz yazdınız, film çektiniz, polis eylem yaptı, mahkeme tutukladı” suçlamasıyla senaristinden grafikerine kadar herkesi sorguya çekip, TV yöneticilerini tutuklayanların yaptıkları suçlamanın bin misliyle bu işlere bulaştığını görmek pek şaşırtıcı değil esasen.
Bir yerlerde hazırlanan belgeler ‘haber’ adı altında yayınlatılıyor ve bunun ‘güçlü devlet’in gereği olduğuna inanılıyordu ama artık bu da kesmiyor sanırım birilerini.
Senaryosu “Teşkilat Yazı Grubu” tarafından kaleme alınan dizi çekiyorlar artıkın…
İşi gücü bırakıp televizyon işine de giren paralel bir yapı var devletin içinde. Devlet memurundan senarist ayarlıyor, yönetmen, yapımcı, oyuncu vesaire… Zihinsel dayanak noktası belli; Amerika yapıyor ya, biz de yapalım! Ne de olsa Yeni Türkiye güçlü bir ülke!
Düşüncenin altı böyle doldurulmuş olunca, ne kadar arızalı, bu konuda aykırı, uçuk düşünen kişi varsa prim yapıyor, iltifat ve itibar görüyor.
Paranoyanın bini bir para olarak devlet aklının semtinden eksik olmuyor. Yapılan işlere bakıldığında ise “Yapıyorsunuz, hiç olmazsa işin hakkını verin, sanatın hakkını verin” demiyor, diyemiyor kimse. Saçma sapan hikâyeler, beşinci sınıf estetik kalite, kötü oyunculuklar ile getirilip orta yere atılıyor ve “Buyurun devletiniz sizin için yaptı, izleyin” deniyor…
Ancak sanat böylesi pespayeliklere çok yüz vermez açıkçası…
Doğrudur; devletimiz bugün pek çok şeyin sahibi ve patronu gibi görülebilir.
İşletmeci, holding, yayınevi, medya patronu, kulüp sahibi vs… Ancak film yapımcılığı işi çok daha yüksek bir zekâ ve rafine estetiği gerektirir.
Yoksa milyonları sokağa attığınız gibi, kendi yaptığınız işlerle el âleme maskara olursunuz. Ve çoğu zaman da oluşturmak istediğiniz etki ve algının tam tersiyle karşılaşırsınız.
Teşkilat başta yapanları, işin içinde olanları olmak üzere herkesi yakabilecek bir projedir bu yüzle. Bir aklı evvelin saraydaki şahsa, “Efendim bu ne saçmalık” dediği anda bu işe bulaşmış herkesi perişan ederler.
Uyandırayım hani…