Buruk bir aşk hikayesi: Hoşea ve Gomer!

Esrarlı bir teras: Yuşa Tepesi (6) 

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyor diye, 
onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır. 
Bir adamın ‘benden başka herkes aldanıyor’ 
demesi güç şüphesiz; 
ama sahiden herkes aldanıyorsa, o ne yapsın?”
Daniel De Foe

Aslında planladığımız bir kurgu değildi bu. Çok daha minimal bir hikayeyi kaleme almak niyetiyle başladığımız bu küçük yolculuğumuzda -farkında mısınız bilmem ama- peygamberler tarihi, İslam ve dinler tarihine de dalıp dalıp çıkıyoruz. Şunu açık yüreklilikle ifade etmek isterim ki; anlattıklarımızın hepsi belgeli delilli ve sağlam bilgiler. Ancak bu demek değildir ki, hakikatin kendisi budur!

Öyle bir iddiamız şüphesiz olamaz. 

Ancak şunu da belirtmek isterim ki, bazı hakikatleri keşfettikçe hem şaşkınlığım artıyor hem de bu hakikat üzerine bir mantık inşa ederek sizinle paylaşmak çok zor, hatta rahatsız edici olabiliyor. 

Bugün ele alacağımız konu da böyle, ileride ele alacağımız “Türbe” meselesi de böyle. 

Bugün Yuşa peygamberin karısı hakkında kısaca bir şeyler yazıp bu parantezi kapatacak, ardından Yuşa Tepesi’ne döneceğiz inşallah. 

Kur’an-ı Kerim’i dikkatle incelediğimizde, anlattığı ve anlatmadığı hikayelerin kendinden önce gelen semavi kitaplardaki -muhtemelen- tahrif olmamış kısımlarıyla bir tamamlayacılık özelliğinin olduğunu rahatlıkla görmek mümkün. Sadece bu kadar da değil, bir sonraki bölümde ele alacağımız, Musa-Hızır Aleyhisselam ilişkisindeki gibi ayetin birebir görünen anlamının mı, yoksa metaforik kastın mı peşine düşeceğimiz hakkında da muazzam ipuçları veriyor. 

Kur’an, isim vermeye ihtiyaç duymadan Yuşa peygamberden bahsediyor, dikkat buyurun onun peygamberliği öncesinden bir yan hikaye (subplot) olarak bahse mevzu yapıyor. Yuşa peygamberin esas hikayesi Ahdi Atik’te bulunuyor. İnanılmaz detaylarla. 

Şimdi size birinden bahsedeceğim.

Abdullah Yusuf Ali. 

Üstadımızdan 5 yaş büyük olan Yusuf Ali’nin yazdığı (Takdimini Mevdudi yazmıştır) Hristiyan ve Yahudi kaynaklarla karşılaştırmalı Kur’an tefsiri efsanedir. Bir tür paralel okumalarla yazmıştır tefsirini. 

Aslen bir avukat olan Ali, Arapça ve İngilizceyi ileri derecede biliyordu ve hafızdı.

Abdullah Yusuf Ali (1911)

Yusuf Ali, Cihan Harbi’nin bitiminden sonra seri parçalar halinde ““The Holy Qur’an: Text, Translation and Commentary” (Kutsal Kur’an: Metin, Meal ve Tefsir) isimli emsalsiz eserini yayınlamıştır. 

Yusuf Ali tefsirinde enfes bir şey yapar; surelerin başlarında bulunan “Introduction to Sura/Sureye Giriş” adı altındaki bölümlerde o surelerin diğer surelerle olan münasebetine değinir; sure içindeki konular, ayet numaraları verilerek tekrar özetlenir. Yine surelerin içinde konu birliği olan ayetlerin tercümesi yapılmadan önce bunların manzum bir özeti daha sunulur. Bazı surelerin sonlarında ise daha fazla açıklamaya ihtiyaç duyulan konularla ilgili on üç adet ek (appendix) bulunuyor. Bundan sonra hurûfu mukattaalar, sözgelimi Nûr suresi 35’le ilgili olarak Gazâlî’nin Mişkâtü’l-Envâr isimli eserinde yer alan tasavvufi yorumlar, Tevrat, İncil ve kıssalar hakkındaki bilgiler, bu eklerde yer alan konular arasında gezinip dururuz. 

Abdullah Yusuf Ali’yi diğer müfessirlerden ayıran bir diğer özelliği ise, tıpkı Bediüzzaman Said Nursi gibi Kur’an’ın tercüme ve yorumlanmasında özellikle 20. yüzyıl Müslümanlarının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmasıydı. (Merak edenler için eser şurada ve  şuradadır.)

Hemen bir örnek verelim:

Maide suresi 60. Ayeti tefsir ederken, ki ayet şöyledir: 

“De ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, bir kısmını maymunlara ve domuzlara çevirdiği, tâguta tapan kimselerdir. İşte bunlar, yeri daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha fazla sapmış bulunan­lardır.” (Maide, 60)

Yusuf Ali, bu ayette kastedilen kavmin ve peygamberin ismini Ahd-i Atik’ten şu örnekle izah eder: 

“Çünkü İsrail, Yaratıcısı’nı unuttu, saraylar yaptı; Yahuda’ysa birçok kenti surlarla çevirdi. Ama ateş göndereceğim kentlerinin üstüne, yiyip bitirsin kalelerini.” (Hoşea 8:14)

Yusuf Ali’nin tefsiri için son bir not ekleyeyim; Özellikle Zü’karneyn Kıssası’nı o kadar şahane anlatır ki, tadına doyulmaz. (Okura not; umarım bir gün onu da sizinle paylaşmak nasip olur.)

Hemen ana konumuza dönüyorum, Yuşa hazretlerinin peygamberliği ve sonrasında olanlar… 

Wikipedia, Tevrat’taki Hoşea Kitabı’ni anlatırken şöyle bir ifade kullanıyor: 

“Hoşea, kuzeydeki krallık olan İsrail Krallığı’nın düşüşe geçip yıkıldığı zaman olan MÖ 8. yüzyıldaki karanlık ve melankolik bir dönemde kehanetlerde bulunmuştur.”

Karanlık ve melankolik dönem… 

Tam da anlatmak istediğim ifadeyi burada bulmuş oldum.

Metinlerden ve tarihçilerden anlıyoruz ki, Musa’nın (AS) ölümünden sonra İsrailoğulları hızla Allah’tan uzaklaşıp putlara meylettiler. 

Mesela bu savrulma neticesinde II. Yarovam’ın buzağılarına ve Kenan tanrısı Baal’e tapınmaya başladılar. Azap ve felaket gelmek üzereydi. Çünkü akıllanmamışlardı. Allah’ı bırakıp diğer tanrılara, özellikle Kenan’ın bereket tanrısı Baal’e tapmaları ilahi bir öfkeyi tetiklemişti. Bunu, cinayet, yalancı şahitlik, hırsızlık ve cinsel günahlar gibi başka günahlar takip etti. Yuşa (Hoşea), eğer halk tövbe etmezse, Allah’ın, ulusun yıkılmasına izin vereceğini ve zamanın en güçlü ülkesi olan Asurlular tarafından halkın sürüleceğini açıkladı.

Fenike kıyısı yakınlarındaki Ras Şamra’da (antik Ugarit ) bulunan, MÖ 14. – 12. yüzyıllara ait bronz bir Baal heykelciği. Louvre Müzesi.

Bu arada beni epey şaşırtan bir ayrıntı da şu oldu: 

Hoşea zamanındaki Kuzey Krallığı krallarının, aristokratik destekçilerinin ve halkı tek bir ilahtan uzaklaştıran rahiplerin listesi Tevrat’ta yer alıyordu. 

Ama buralara takılıp meseleyi daha fazla dallandırırsak esas konumuzdan zaten uzaklaşmışken tamamen farklı bir evrene geçmiş olacağız. 

Biz tekrar Yuşa ve eşinden bahsedeceğiz. 

Ki pek çok Yahudi kaynak da eşi hakkında sağlıklı bilgilerin Eski Ahid’de olmayabileceğini vurgular. 

Misal Yahudilerin pek bir bayıldığı “The Shalvi/Hyman Encyclopedia of Jewish Women – Yahudi Kadınların Şalvi/Hyman Ansiklopedisi”e göre mesele tam olarak Tevrat’ta anlatıldığı gibi değil. Artı; klasik Yahudi tarihçiler için kendi güvendikleri bir tevatür kaynakları ve mecrası var. Bazı geleneksel Yahudiler bu kaynaktan başkasına itimat etmezler. Düşünün kendi kitaplarından bile daha çok inandıkları tevatür kaynakları var!

Önce Ahd-i Atik’ten mevzuyu takip edelim:

Gomer… Tevrat’ın verdiği isim bu. Enteresan bir kadın. Profesyonel hayat kadını diyor pek çok Yahudi uzman, ancak daha insaflı olanlar var, aşırı hedonist ve keyfine düşkün, dönemine göre sadakatsiz sayılabilecek tavırların sahibi, şeklinde tanımlıyorlar karakteri. 

“RAB bana şöyle dedi: “İsraillilerin başka ilahlara yönelmelerine, üzüm pestillerine[a] gönül vermelerine karşın, RAB onları nasıl seviyorsa, sen de git, o kadını sev, başkasınca sevilmiş, zina etmiş olsa bile.” (Hoşea Kitabı 3:1)

Hristiyan ve Yahudi teolog ve akademisyenler, Hoşea 1-3’te Gomer’in tasviri hakkında tarihsel soruları hesaba katmak için bir dizi teori geliştirmiş . Bazı yorumcular, Hoşea ve Gomer’in evliliğini, kelimenin tam anlamıyla alınmaması gereken bir alegori olarak görüyor. Böyle bir yorum belki de gerçek bir kadın olarak varlığını silerek ve Tanrı’nın amaçlarına hizmet etmesini sağlayarak Gomer’in ahlaki iyiliğini koruyacaktı, deniliyor. Diğerleri, Gomer’in aslında ahlaksız bir kadın, hatta belki de bir fahişe olduğunu, Hoşea’nın evlenmek zorunda hissettiği ve gayri meşru çocukları Hoşea’nın evlat edindiği bir fahişe olduğunu düşünüyor. Dengeli yorumcular ise ahlaksız Gomer ile proleptik olarak (gerçekten sonra) evlenme emrini şöyle bir mantığa oturtuyorlar: Gomer, evlilik sırasında iffetliydi, ancak daha sonra bir zina, adi bir fahişe veya bir tapınak fahişesi olarak Hoşea’ya sadakatsizlik etti. 

Bir Müslüman olarak burada beni rahatsız eden şey bir peygamberin eşinin iffetiyle alakalı bu kadar rahat bazı şeyler yazmasından ziyade, Allah’ın tıpkı öfkeli bir insan gibi (haşa sümme haşa!) İsraillilerin putlara dönmesine acayip sinirlenip, “Hadi sen de git bir fahişe ile evlen” demesi. Pek çok Tevrat yorumcusu bu durumu, bir metafor olarak yorumluyor; Gomer’in önüne gelen erkekle beraber olmasıyla İsrail halkının putlara tapması bu metaforla anlatılıyor. 

Olabilir elbette… Ama biz bu magazinel olaya takılmayalım, zira Tevrat Yuşa Nebi’nin ne kadar başlık verdiğini bile yazıyor. “Onu on beş şekel[yaklaşık 170 gram] gümüş, bir homer bir letek arpa[yaklaşık 220 kg] karşılığında satın aldım kendime.” (Hoşea Kitabı 3:2)

Ve nihayetinde bu eylemin hikmeti de Yuşa dilinden İsrailoğullarına söyleniyor: 

“Ona, “Uzun süre benimle yaşayacaksın” dedim, “Zina etmeyecek, başka bir erkekle dostluk kurmayacaksın. Ben de sana öyle davranacağım.” Çünkü İsrailliler uzun süre kral, önder, kurban, dikili taş, efod, aile putu olmadan yaşayacak. Sonra dönüp Tanrıları RABbi, kralları Davut’u arayacaklar. Son günlerde korkarak RA’be ve O’nun iyiliğine yönelecekler.” (HK, 3: 3,4,5)

Hoşea Kitabı bu andan sonra adeta bir tragedya metni gibi “Tanrı”nın (!) öfkesini, bu öfkeye sebep olanları, halkın neler çekeceğini peş peşe sıralıyor. Şekspir tiratlarından bile fena!

Öfkesini -tabiri caizse- “kusan” Tevrat’taki Tanrı sonunda sakinleşiyor ve şöyle diyor: “Ey İsrail, öteki halklar gibi sevinme, coşma! Çünkü kendi Tanrına vefasızlık ederek zina ettin, harman yerlerinin tümünde zina kazancına gönül verdin.” (HK, 9:1)

Divlayim’in kızı Gomer’in öyküsü. 

Aslında günümüzde bile hala yaşanan klasik bir hikayedir. 

Ne ki, eski kaynaklarda epeyce yorum farklılıklarıyla günümüze ulaşmıştır. 

İsminden başlar bu tenakuzlar ve bilgi farklılıkları. 

Bunun için yine Şalvi/Hyman Ansiklopedisi ile klasik Yahudi kaynaklarını karşılıklı okuyacağız.

Pek çok kaynak Gomer ile aynı dönem bir otel yani han işleten Rahab ile aynı kişi olduğunu savunuyor, ki bu durum mantığa çok aykırı değil. 

Rahab’ın hikayesi Yeşu, Yargıçlar, Ruth gibi bölümlerde defaatle geçiyor. 

Yahudilerin sözlü geleneği Midraş’ta (Midrash) derinlemesine tartışılan meseleyi sabırla okuduğumuzda karşımıza çok enteresan bir Rahab (Gomer) portresi çıkıyor. 

Midraş kaynağı diyor ki; “Tanrı’nın İsrailoğullarını Mısır’dan çıkardığı zaman onlar için yaptığı mucizeleri duyduğunda 10 yaşındaydı. Musa’nın kayınpederi Jethro gibi, onlara katılmak ve dinlerine geçmek için hemen memleketinden ayrıldı. İşte o zaman Eriha Prensi onun ne kadar güzel olduğunu gördü ve onu köle yaptı. Onu fahişe olmaya zorladı. O kadar çekiciydi ki, kendi kuruluşunu etkilemek ve yönetmek için hızla yükseldi. 40 yıl sonra, 50 yaşındayken, Jericho’yu araştırmak için Joshua tarafından gönderilen casusları sakladı. Onlara yardım etti ama onlardan bir söz de aldı; eğer şehri ele geçirirlerse ona ve ailesine iyi davranacak hak ettiklerini vereceklerdi. Çünkü Rahab hem çocukluktan beri kendisine yapılanların intikamını almak istiyor hem de aşırı merhametli yüreği Jericho’da yaşananlara artık dayanamıyordu. 

İşte bu andan itibaren hikaye çatallaşıyor. İncil Rahab ile Yuşa’nın asla evlenmediğini yazarken, Rahab’ın Yeşu’nun generallerinden Salmon ile evlendiğini yazıyor. Bu kadar magazinel mevzuların açık açık bir kutsal kitaba nasıl girebildiğine hayret etmekle beraber şu neticeyi çıkarabiliriz; Yuşa Peygamber Gomer ile evlendi ancak Gomer ile Rahab aynı kişi mi emin olamıyoruz. Ancak kesin olan husus şu: İsrailoğullarının sözlerinden ve dinlerinden dönmesini ise Ahd-i Atik çok ağır bir ithamla metaforlaştırıyor; fahişelik!  Bu da bize bir bağlam ve perspektif veriyor. 

Biliyorum işin çok ayrıntısına indik, buradan geri dönmek durumundayız, çünkü esas konumuzu unutacağız yoksa. 

Yarın, bu metaforik anahtar ile Kur’an ayetini ve Yuşa Peygamberin İstanbul’a gelip gelmediğini araştıracağız…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Nedim bey, birçok tarihçi yazar gibi kitapları derinlemesine araştırıp derleyip ortaya bir eser koyma çabaniz gerçekten takdire şayan. Anlattıklarınizin hepsinin belgeli, delikli ve sağlam bilgiler olduğunu ifade etmişsiniz. Müsaadenizle birkaç noktaya işaret etmek istiyorum.
    Sağlam kabul ettiğiniz bir delil sadece bir veya birbirinden bağımsız birkaç yazarın cümlelerinde ifade bulmuşsa, bu delil gerçekten sağlam mıdır? “Eğer mümkünse” çapraz sorgulamalar, kritikler yapmak daha sağlıklı sonuçlara ulaştırmaz mı? Bir delili sağlam olarak kabul etme kriterleriniz nelerdir? Tarih, objektiflik yakalanması oldukça zor bir alan. Buna rağmen mümkün olan en objektif düzeye ulaşmanın bir yolu ve yöntemi var mıdır? Bir konuyu ele almadan önce o konunun nasıl analiz edileceğine dair metot usul ve yöntemleri belirlemek ve analiz sırasında bu usullere bağlı kalarak analizi geliştirmek daha sağlıklı sonuçlar doğurmaz mi?
    Bir de öneri… Bu kadar Israiliyat kaynaklarına emek harcamak yerine sizin gibi tarihten ve filmografiden anlayan ilim erbabı, yaklaşık 23 yıl süren Devr-i Risaleti mümkün olduğunca “gün gün” ele alıp kronolojik bir sıra ile irdelemeye çalışsa daha faydalı bir çalışma olmaz mı? İlk vahiyden itibaren o 23 yılda yaşanan her olay, söylenen her söz, inen her ayet, zaman çizelgesi üzerine rivayet analizleri yapılarak ve insan oğlunun “şahsi yorumlarından” ve “hayal gücünün boşlukları tamamlamasından” titizlikle imtina edilerek yerleştirilse ve bu şekilde Devr-i Risaletin bir portresi çizilmeye çalışılsa, filmografisi oluşturulmaya gayret edilse, nasıl olur?

  2. Sevgili Eyüp beyciğim, bir ahbap ile tam da bu konuları konuşuyorduk. Bir kaç noktada fikirlerinizi değerlendirmek isterim.
    1. Benim yaptığım bu çalışma sadece israiliyat ya da İslam dışı kaynaklara başvuru olarak görülmemeli. Ben şunu yapmaya çabalıyorum; Bediüzzaman’ın hayatından bazı kesimleri bağlamlarıyla ortaya çıkarmayı deniyorum. Yani eğer Yuşa peygamber var ise bir şekilde Bediüzzaman’ın hikayesine daeğdiği için orada. siz sadece bölümler halinde gördüğünüz için üç gün Hz Yuşa ve Tevrat okuyunca “Ne bu yahu!2 diyebilinsihis. Ancak çalışmanın tamamına bakınca göreceksiniz ki, Said Nursi Hazretlerinin hayatına değdikleri yerlerde bir bağlam açılımı yapmayı denemişim.
    2. Var olanı eleştirmek ayrı bir durum, “şu niye yok” demek daha ayrı. Elbette size katılıyorum, Hz. Peygamberin 23 yılı enfes bir çalışma olur ancak bu benim haddimi de yaşımı da aşan bir efor gerektiriyor amma Allah var yapmak isterdim.
    3, Hatta birakınız 23 yılı, sadece birinci günü çok detayla yazmak isterdim. Düşünün 40 yaşında bir mağaradasınız ve bir “melek” gelip karşınıza duruyor ve diyor ki, sen peygambersin, korkma sakın! Acaba oradan nasıl uzaklaştı, yolda Cebrail onu takip etti mi? yoksa gittiği yerde yine mi karşısına çıktı? Hangi kılıkla nasıl göründü, sonrasında eve gidince neden saklandı vs.. Bana acayip çekici geliyor.
    Son olarak ilk sorunuzu cevaplayayım. Hani iddialı konuşmak istemem ama, gerek İslam, gerek İslam dışı tüm kaynakları pararlel okumalarla analiz etmeye çabalıyorum. Zaten dikkat edersiniz, benim fikrimden ziyade şu kişi şunu demiş diyorum elbette varsa o konudaki kanaatim söylüyorum. Muhakkak ki ben nüfus memuru da değildim o dönem tarih memuru da. Gücümün ve kapasitemin nispetinde araştırıyorum.
    Vesselam..
    Nedim Hazar

    • Nedim Bey, ben yazılarınızı çok seviyorum.
      Bu sıkıntılı dönemde içimin daralmasına, ümitsizliğime çok iyi geliyorsunuz.
      Allah işlerinizi kolaylaştırsın, projelerinize güç ve hızlılık nasip etsin

  3. Nedim bey, Devr-i Risaleti “mümkün olabildiği ölçüde” gün gün kronolojik bir sıra ile, yaşanan tüm olayları, söylenen tüm sözleri, nazil olan tüm vahiyleri, baglamlariyla, 5N1K yaklaşımıyla mümkün olduğunca filmografik hale getirilebilecek tarzda kayıt altına almaya çalışmak, yeni bir düşünce olmasa gerek diye düşünüyorum. Her ne kadar siz tevazuunuzun gereği olarak prensipte enfes olacağına inandığınız bu projenin haddinizi aşacağı kanaatinde olsanız da, günümüzde bir tane ayeti veya hadisi araştırmaya bile motivasyon bulamayan, efor sarfedemeyen yüzbinlerce insana kıyasla muazzam bir tecrübe ve bilgi birikimine sahip olduğunuz da su götürmez bir gerçek. 20 yıla yakın bir süredir yazdıklarınızı takip eden ve filmografi gibi bir alanın cahili olan, sizin sahip olduğunuzun kuvvetle muhtemel onda biri kadar bile çevresi olmayan birisi olarak bu konuyu dost ortamlarında ele almanız dahi oldukça güzel bir durum. Muhakkak ki bu denli büyük bir çalışma bir kişinin veya bir meslek grubunun tek başına altından kalkabilecegi bir iş değildir, çok büyük ekip hatta ekipler, belki yıllarca sürecek emek ve mücadele de gerektirecektir. Lakin bu konuyu sürekli gündemde tutmak, sıcaklığını muhafaza etmek, belki yıllara da yayilsa bayrak teslimi tarzında süreklilik kazandiracak şekilde ardını bırakmamak güzel bir yaklaşım olmaz mı?
    Günümüzde İslam ile ilişkilendirilen 50’den fazla ülke, müslüman olarak tanımlanan 1,5 milyar civarında insan olmasına rağmen, bu insanların yoğunlukla yaşadığı coğrafyalarda nereye bakılırsa bakılsın, bir zulüm, bir adaletsizlik manzarası olduğu, üzerinde tartışmaya bile gerek olmayan bir vakıa. Sadece Türkiye değil, İslam’la ilişkilendirilen diğer ülkelerin zindanlarında da yüzbinlerce belki milyonlarca insan zulme maruz kalmaya devam ediyor. Türkiye’de dahil olmak üzere kiyida kuytuda kalmış zindanlarda adı bilinmeyen milyonlarca insan haksız ve hukuksuz yere işkence görüyor. Işin en can alıcı noktası ise, zulme maruz kalan bu insanlara zulmeden zalim kadrolar yaptıklarını İslam’a nispet ederek yapıyorlar. Aynı kitabı okuyan insanlar aynı sözlerden kendi pencerelerinden anlamlar çıkarınca, ortaya sadece farklı görüşler değil, ardı arkası kesilmeyen çelişkiler ve tutarsızlıklar zincirleri de cikiyor. Belirlenen usul ve metoda bağlı kalarak sağlanabilecek tutarlı ve objektif yaklaşım tarzı gözden uzaklaşmaya ve unutulmaya başlıyor. Devr-i Risaletin bitmesinden hemen sonra başlayan karışıklıklar bir döneme kadar kontrol altına alınmış olsa da ilerleyen dönemlerde tutuşturulan fitne ateşi çok nadir dönemlerde gücünü azaltmış olsa da, hiç sönmeden günümüze kadar devam etmiş ve halen de büyük bir güçle insanları, toplumları, coğrafyalari yakıp kavurmaya devam ediyor.
    Ortada böyle bir manzara varken, sorunları çözmeye katkı sağlayabilecek yapılabilirligi olan projler de üretilebilecekken, eldeki enerjiyi, sarfedilecek eforu ve yılların getirdiği ve hiç de kolay edinilmeyen tecrübe ve bilgi birikimini bu noktaya odaklamak nasıl bir yaklaşım olur?
    Yanlış anlaşılmasın, bu satırları asla bir eleştiri olarak değil, imkanı olmayan ve yalnız başına olan bir insanin, imkanı olabilecek ve bu hususta potansiyeli de bulunan bir insandan ricası olarak yazıyorum. Bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyorum sadece. Her şeyin özü ve temeli olabilecek bir noktaya.

  4. Nedim bey öncelikle yazilarinizi ilgi merak ve istifade ile takip etmekteyim.Ana temayi(Bediüzzaman ve kaldigi mekanlar)Tarihi olaylar baglaminda kurgulamanizda teknik olarak orjinal.Fakat bu son yazinizda israiliyata çok yer verip fazla ayrıntiya girmişsiniz.Çok detaya girmeden bir an önce ana konuya dönüş yapip toparlarsaniz memnun olurum.Okuyucu müşteri gibidir..Begendigi zaman över..Beğenmediğinde yerer..Her zaman haklidir.Vesselam😊

  5. Nedim Bey , gerek sectigi konularin ilgi çekiciligi gerek yogun bilgi aktarimi ve gerek okuyunca insanin entellektüel bir is yaptigi hissini vermesi nedeniyle hele bu bu dönemde okumayi en cok sevdigim
    yazilarini heyecanla bekledigim tek yazardır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin