YORUM | MAHMUT AKPINAR
Yıllarca siyaset bürokrasi ilişkileri üzerine lisansüstü seviyesinde dersler verdim. Geçen yıl Covid-19’dan vefat eden, lisanstan itibaren hocam olan Prof. Dr. Bilal Eryılmaz’ın “Bürokrasi ve Siyaset” kitabı ana kaynağımızdı. Milli Görüş geleneğinden olup AKP’nin kirli iş ve ilişkilerine bulaşmayan, nezih kalmayı başaran hocamı rahmetle anmak isterim.
Devlet kadar eski olan bürokrasiyi “kamu yönetimi” anlamında kullanıyorum. Bürokrasi eskiden kralların, sultanların emrinde oldukça sınırlı ve küçüktü. Ulus devlet dönemine kadar, bugün devletin asli görevleri arasında sayılan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vs. devletin ilgi alanında değildi. Pek çok kamusal hizmet vakıflar, kiliseler, özel kişiler ve kuruluşlarca verilirdi. Devletlerin görevi adalet ve güvenlikle sınırlıydı. Modern devletlerde kamu bürokrasisi çok genişledi. Zira ulus devletler ulus inşası için eğitimi tekleştirdi, zorunlu hale getirdi. Eskiden her sosyal, dini grup kendi eğitimini kendisi verirdi. Bugünkü gibi devlete bağlı “milli eğitim” ve yaygın okullaşma yoktu. Osmanlı dönemi boyunca Kürtçenin yaşamasının, sorun olmamasının sebebi budur. Devlet, Enderun mekteplerinde görüldüğü üzere sadece kendi ihtiyacını karşılayacak alanlarda okullar açar, askeri veya sivil bürokrat yetiştirirdi.
1930’lardan sonra yükselen devletçilik ve yaygınlaşan sosyal devlet anlayışı devleti ve bürokrasiyi iyice büyüttü. Devlet ve bürokratik yapıları insanların hayatına her açıdan müdahil olmaya başladı. Eskiden vergi verip askerlik yapınca “makbul vatandaş” olmak mümkündü. Ama ulus devlet, konuşulan dile, giyilen kıyafete, inançlara kadar her şeye karışır oldu. 17. yüzyıl İngiliz filozoflarından Thomas Hobbes’un ejderhaya benzettiği devlet artık kolları her yeri saran devasa bir ahtapot. İcatlar ve teknoloji bürokrasiyi iyice büyüttü. Telefonla Telekom, bilgisayarla Bilgi Teknolojileri Kurumu, otomobille Karayolları, trafik kuralları-cezaları, muayene, sigorta vergi, emisyon gibi yığınla kurum ortaya çıktı, almanız gereken sayısız izin, belge, sertifika oluştu.
Modern çağlarda siyaset bürokrasi ilişkileri yeniden tanımlandı. Bürokratlar artık kralın/devlet başkanının adamları değil. Siyaset ve bürokrasi ayrımı gelişti. Siyasetin görevi karar almak iken bürokrasinin görevi yasalara uymak ve uygulamak olarak tanımlandı. Max Weber’e göre modern bürokrasiler “Modern ve karmaşık siyasal sistemin sonucudur”. Weber, modern bürokrasinin “uzmanlığa dayalı, gayrı şahsi, yasal ve rasyonel” yapılar olduğunu ifade eder. Rasyoneldir, zira verimliliği ve etkinliği esas alır. Gayrı şahsidir, zira devlet başkanı da olsa kişiye bağımlı değildir. Ne yapıp yapmayacağı yasalarla düzenlenmiştir. Memurların sadakati partiye, hükümete, lidere değil, anayasaya ve yasalaradır.
Bürokrasi kontrol edene büyük güç veren vazgeçilmez bir örgüt biçimidir. O nedenle demokrasilerde bürokrasi siyasetin mutlak emrinde değildir. Aksine siyaseti denetleyen, dengeleyen, frenleyen, otoriterleşmeyi engelleyen özelliklere sahiptir. İktidarlar değişir, bürokratlar sabit kalırlar. Hukuku, demokrasiyi hazmetmiş bürokrasi demokrasinin garantisidir, siyasetin yozlaşmasını, otoriterleşmesini engeller. Ancak Erdoğan örneğinde gördüğümüz üzere, siyasetçiler uzun süre iktidarda kalırlarsa bürokrasiyi dönüştürür ve yeniden dizayn ederler. Bu durumda bürokrasi halk için ve yasalara bağlı çalışan kamu hizmetkarları (civil servant) olmaktan çıkar. Siyaseti dengeleme, frenleme özelliğini kaybeder, politik enstrümana dönüşür. Dolayısıyla yozlaşmanın, otoriterleşmenin aracı olur. Tam da bu nedenlerle iktidar süresi sınırlandırılmıştır. Ama denetim mekanizmaları, bağımsız medya, kuvvetler ayrılığı olmayan ülkelerde (Rusya’da Putin, Çin’de Şi, Türkiye’de Erdoğan) liderler bunu delip Tek Adam haline gelir. Demokratik ülkelerde siyasetin her şeyi ve mutlak kontrol etmesi, liderlerin sorumsuz ve sınırsız yetki kullanması engellenir.
Türkiye’de sivil ve askeri bürokrasi yanında bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı AKP’nin mutlak denetimine girmiştir. Ancak bürokrasinin ve yargının önceden de hukuka uyduğunu, adil ve eşit hizmet ürettiğini, kamu çıkarlarını öncelediğini söyleyemeyiz. Ordu siyasete sık sık müdahale ediyor, halka ve bürokrasiye ayar veriyordu. Yargı, hukuka ve anayasaya aykırı kararlar alabiliyordu. Bürokratlar keyfi, seçkinci davranışlar sergiliyor, ideolojik davranıyordu. O nedenle de Erdoğan’ın sivil ve askeri bürokrasiyi etkisizleştirmesi, yargıyı kontrol etmesi halkta gereken tepkiyi görmedi. Zira bürokrasi iktidarlara ve halka problem üretiyor, yasal olmayan yetkiler kullanıyordu. 28 Şubat gibi laikçi uygulamalar münhasıran askeri bürokrasiyi yıprattı. Erdoğan halktaki bu rahatsızlıkları istismar ederek bürokrasiyi, yargıyı, orduyu mutlak denetime almakta çok zorlanmadı. Çünkü yıllarca askerler, bürokratlar kendilerini “devletin sahibi” “rejimin koruyucusu” görmüş, halkı küçümsemişti.
Erdoğan başlarda her şeyi kontrol edemediği için otoriterleşme fırsatı bulamadı. Parti, iktidar ve devlet içi dengeler vardı. Üçüncü dönemden sonra kendi bürokratik yapısını, kendi yargısını kurmaya yöneldi. 15 Temmuz ise “şahsım devleti” için – muhalefetin de desteğiyle – “Allah’ın lütfu” oldu. Bugünlerde bürokrasi, yargı, ordu AKP’ye de değil, doğrudan Erdoğan’a bağımlı, Erdoğan’ın sopasına dönüştüler. TBMM dahil siyaseti denetleyecek hiçbir güç bırakılmadı. Erdoğan padişahlardan öte kul sistemi kurdu.
Cumhuriyet döneminde hiçbir lider Erdoğan kadar iktidarda kalmadı. Uzun süre iktidar halkın sandığı gibi istikrar ve huzur getirmedi, tek adam rejimi doğurdu. Denetimsiz, frensiz tek adam rejimi nedeniyle toplum bölündü, kaynaklar tükendi, devletin her birimi çöktü. Şimdilerde yönetilemez hale gelen başarısız devlete (failed state) gidiyoruz.
Bu noktaya gelmemizde muhalefetin, aydınların ağır vebali var. Muhalefet 17/25 Aralık ile bürokrasiyi siyasete feda etti. Yasal görevini yapan bürokratları siyasete kurban verdi. AKP hâlâ her gün yüzlerce bürokratı, memuru hukuksuz şekilde işten atmaya, hapse koymaya devam ediyor ama CHP, İYİ Parti, Deva, Gelecek Partisi ve aydınlar ısrarla sukut ediyor. Bürokrasi Erdoğan’ın tetikçisi ise muhalefetin, aydınların ve halkın suskunluğundandır. Halk, muhalefet ve aydınlar Erdoğan’ın bütün bürokratik yapıları kendisine halayık yapmasına göz yummuştur.
Bugünlerde başta Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefet bürokrasiyi, yargıyı güya Erdoğan’ın keyfi talimatlarından kurtarmak için çabalamakta, kurumları ziyaret etmektedir. Kılıçdaroğlu bürokratları yasalara bağlı olmaya, “saraya değil halka hizmet etmeye” davet etmektedir. Ama ironiktir ki bu çağrıyı yaparken dahi bürokratların kıyımına sessiz kalmaktadır. CHP hâlâ Erdoğan ağzıyla “FETÖ” nefret söylemini kullanmaktadır. Bürokratlara “Dik durun, yasalara uyun!” diyen Kılıçdaroğlu yasalara uyup dik duran kamu görevlilerinin adlarını bile anamamaktadır. 17/25 Aralık yolsuzluklarını siyaseten kullanmakta, lakin polislerin-yargıçların 7 yıldır hapiste olduğunu görmezden gelmektedir.
Sayın muhalefet, Kılıçdaroğlu! Yasaları uyguladığı için “terörist” ilan edilen, sebepsiz işinden atılan yüzbinlerce memurun, bürokratın hakkını savunamayıp, üstüne Erdoğan ağzıyla onları etiketlerken bürokratlar sizi neden dinlesin? Size neden itibar etsin? Hakkını koruyamadığınız bürokrasi şimdi size kapılarını kapatıyor, üstüne zincir vuruyor. Sizi dinlemiyorlar zira siz yasaları dinleyenleri Erdoğan’ın kinine, insafına terk ettiniz!