Bunlar kötü işler yapan iyi insanlar mı?

YORUM | AHMET KURUCAN 

Başlığı dikkatlice yeniden okumanızı tavsiye etsem ayıp etmiş olur muyum bilmiyorum ama yine de edeyim. Kötü ve iyi birer sıfattır malum. En genel manada insan için kullanıldığı gibi eşya ve hadiseler için de kullanılır. İyi koltuk kötü koltuk, iyi hava kötü hava gibi. Bir şeye iyi veya kötü derken yaptığımız değerlendirmeler objektif de olabilir sübjektif de. Anlam çerçevelerinin nasıl doldurulduğuna bağlı olarak değişir iyi ve kötü.

Yukarıdaki misallerden hareket edecek olursak, sizin için kötü olan bir koltuk bir başkası için iyidir. Ucuzdur, rengini beğenmişsinizdir, belinize tam oturmuştur, doktorların tavsiye ettiği özelliklere sahiptir, dayanıklıdır, hafiftir vs. Bunlar sizin koltukta aradığınız özelliklerdir ve iyidir ama sizin için. Sizin eklem romatizması hastalığınız vardır. Yağmurlu havalar eklem ağrılarınızı azdırır. Onun için yağmurlu havaya kötü dersiniz. Bir başkası çiftçidir, yağmur onun can suyudur, geçim kaynağının ana unsurudur, o da yağmurlu havaya çok iyi der. Hasılı, iyi ve kötünün içinin nasıl doldurulduğu çok önemlidir ve bu şahıstan şahsa değişir.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Bu ayırım nereden aklıma geldi? İlk defa Mehmet Efe Çaman’dan duydum. Erkam Tufan Aytav ile 4. evre Maksiller Sinüs kanseri olan Ayşe Özdoğan için sözde Adli Tıp Kurumunun “Yeniden tutuklanmasında mahzur yok, hapishanede kalabilir” kararı üzerine yaptıkları programda dinledim. Efe Çaman bu kararı veren hem siyasetin köpeği olan yargının başı Abdülhamit Gül ve onun mensuplarına hem adli tıp kurumuna ve tabii ki Recep Erdoğan başta olmak üzere onun bu gayri insanı ve vicdani karar ve politikalarını destekleyen ortaklarına “Bunlar kötü insanlar” diyordu. O günden beri düşünüyorum bu “iyi insan kötü insan” nitelemesi üzerinde.

İnsana insan dedirten en temel iki özellik vardır. Biri maddi diğeri manevi. Maddi özellikler eli-ayağı, dili-dudağı, gözü-kulağı, kolu-bacağı gibi herkese “Aaa bak, hayvan değil, insan bu” dedirten dış görünüm. Yani sureti. Manevi özellikler ise insan görünümündeki o varlığın şahsiyetini, kişiliğini, huyunu, mizacını, karakterini, ahlakını gösteren düşünce ve o düşüncelerin Yunus’un ifadesiyle ete kemiğe büründüğü davranışlar. Eskiler bu ikisini enfes iki kavramla anlatmış. İlkine sureta, ikincisine sireta demişler. Sureta insan ve sireta insan. Bir insan sureta insan şeklinde yaratılmış olabilir ama ya davranışları?

Şöyle düşünmeye zorladım kendimi: “Bunlar iyi insanlar ama iyi insanların her hali iyi olmayabilir. Onlardan zaman zaman kötü haller de sâdır olabilir.” Bu hususta James Hollis’in yıllar önce okuduğum “Why Good People Do Bad Things” (Neden İyi İnsanlar Kötü Şeyler Yapar) kitabından aklımda kalanları çağırdım. Hiçbir faydası olmadı. Vücudumdaki her bir hücre anında itiraz ederek “Kendine gel, ne diyorsun sen, yaşananları görmüyor musun?” dedi. Kötülüğün bu ölçüde sıradanlaştığı ve her gün yeni kötülüklerle güne başladığımız zaman diliminde “… zaman zaman kötü haller mi? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?” diye de ilave etti.

Haklıydı hücrelerim dile getirdikleri bu itirazlarında. Muhalefette iken iktidara gelmek için söyledikleri her şeyin iktidara geldikten sonra tam tamına tersini savunan, hırsızlıktan yolsuzluğa, terörden uyuşturucu kaçakçılığına, yağmacılıktan uçkurlarını helal-haram demeden salmaya kadar akla gelebilecek her türlü rezilliği yapan ve ardından bunların üzerine kapatmak ya da meşrulaştırmak için İslam dinini kullanan bu sureta insanlara sireta insan demek mümkün değil. Onun için Efe Çaman Bey’in kötü insanlar tespitine A’dan Z’ye katılıyorum. Hayır, hayır, bunlar kötü işler yapan iyi insanlar değil aksine kötü insanlar.

Ne oluyor böyle olunca? Yapılan hukuksuzlukların, vicdansızlıkların, baskıların, zulümlerin, eziyetlerin, işkencelerin duyurulabildiği tek mecra olan sosyal medyada duyarlı olan herkesi ayağa kaldıran 4. evre kanser hastası Ayşe Özdoğan’ın tutuklanmasına kulak tıkıyorlar, görmezden geliyorlar. Bununla da yetinmeyip kendisi de kanser hastası olan ve “kızımı istiyorum” diye adlı makamlar önünde protesto yapan 72 yaşındaki annesi de gözaltına alıyorlar. Çünkü kötü insanlar. Kendilerinden, kendilerine kayıtsız şartsız destekleyen kişilerden başka hiç kimseyi insan olarak görmüyorlar. Şeytan onlar, onların nazarında. Kendileri ve destekçileri ise melek. Heyhat!

Bu düşünce ve inancın sonucu olarak hayvanların bile hemcinslerine yapmadığı ve yapmayacağı davranışları yapıyor, orantısız devlet gücüyle muhaliflerini ezmeye, yok etmeye, sindirmeye, kaçırmaya ve öldürmeye duruyorlar. Mehmet Akif’in “sırtlanları geçen beşer” diye tarif ettiği güruh bu olsa gerek. Evet, sureta insanlar ama kötü insanlar. Böylelerine “hayvan gibiler, hayvandan da aşağı” deme inanın bana, hayvanlara hakaret olur. Zira iki cümle önce yazdığım gibi hayvanlar bile hemcinslerine bunu yapmıyorlar. İnanmıyorsanız hayvan belgesellerini izleyin. Binlerce, milyonlarca örneklerini görebilirsiniz oralarda.

Pekala ya bütün bu hukuksuzluklar kendi gözlerinin önünde cereyan eden ama hiçbir itirazda bulunmayan, ‘bu kadar da olmaz!’ demeyen suskun topluma ne diyeceksiniz? Afgan mültecilerinin kabulünde çıkardıkları ses ile Erdoğan’a geri adım attıran toplum Ayşe Özdoğan konusunda orada çıkarttığı sesin yarısını çıkartamaz mıydı? Hala çıkartamazlar mı?

Çok boyutlu bir mesele bu. Dini, siyasi, tarihi, kültürel, ekonomik birçok boyuttan bakarak cevaplar verilebilir bu soruya. Ama bu cevapların hiçbirisi ama hiçbirisi tedavisi hapishane şartlarında yapılması imkansız bir hasta kadının hakkını müdafaa etmek için susmayı haklı göstermez. Eğer bu manzara karşısında bile susuluyorsa orada kötü insan iyi insan, sureta insan sireta insan ayrımına yeniden müracaat etmek zorundayız.

Aklıma sosyal medyada gördüğüm ve bir kenara not ettiğim Orhan Doğan’a ait şu cümle geldi birden bire bu satırları yazarken: “Yeryüzünde sadece bir tükürük hakkım olsaydı eğer, haksızlık yapana değil o haksızlığı seyredenin yüzüne tükürürdüm.”

Bu dönemde çokların çok defa tekrar ettiği Ahmet Arif’e ait şu meşhur sözle bitireyim yazımı: “Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, umutlarını yok ettiniz, bahçeleriniz bahar görmesin.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

15 YORUMLAR

  1. “Mubalaga, zimni yalandir.”

    Neden yalan soyluyorsunuz?

    “Vücudumdaki her bir hücre anında itiraz ederek ‘Kendine gel, ne diyorsun sen, yaşananları görmüyor musun?’ dedi. Kötülüğün bu ölçüde sıradanlaştığı ve her gün yeni kötülüklerle güne başladığımız zaman diliminde ‘… zaman zaman kötü haller mi? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?’ diye de ilave etti. Haklıydı hücrelerim dile getirdikleri bu itirazlarında.”

    Bu arada, zahmet olmazsa, hucrelerinize bi sorabilir misiniz:

    (1) Insanlar zulmeder, kader adalet eder mi?

    (2) Yasanan hadiselerde, kaderin, nefsin, seytanin, zulme maruz kalanin da birer hisseleri var midir?

    (3) Yoksa, tek sorumlu, niyeti ve talebi neticesinde, Allah’in azze ve celle celali isimlerinin tecellisine vesile/perde olan zalim insanlar midir?

    Bizim hocamiz Muhammed Fethullah Gulen Hocaefendi, ve onun hocasi Bediuzzaman Said Nursi Hazretleri, bu uc sorunun ilk ikisine “EVET”, ucuncusune “HAYIR” seklinde cevap veriyorlar.

    Bu sorulara hucreleriniz nasil cevap veriyor, merak ediyorum dogrusu.

    Son olarak, “bütün bu hukuksuzluklar kendi gözlerinin önünde cereyan eden ama hiçbir itirazda bulunmayan, ‘bu kadar da olmaz!’ demeyen suskun topluma” ne deseniz bos gercekten de… Turkiye’ye gidip, nasil itiraz etmeleri gerektigini bizzat gostermedikten sonra.

    • İmdi İlber Ortaylı gibi “o kadar cahilsin ki, keşke ölsen” demek geliyor içimden. Üstad bazılarının Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yapılan katliam gibi kıyımları temize çıkarmak için yaptıkları “bakın bunlar sayesinde bazı yeni manevi canlanma ortaya çıktı” benzeri sözlerine ne cevap verdiğini okuyunuz. Hazır oraya gitmişken, kaderle ilgili konulara da giriniz. Üstad’ın söylediği sözler, tevekkül noktasında nasıl düşünmemiz gerektiğine dairdir. Yoksa zalimin hiçbir günahını hafifletmez, üstad da bunları hafif göstermeye çalışmaz. Sizin kafayla düşünmek gerekirse, insanların en üstü sayılan peygamberlere zulmü bile haşa hoş görmemiz, zalimlere de “onların da hakkı var canım, öyle sabah akşam insanlar nasihatle sıkıştırılmaz, morali bozulmuş, sinirlenmişlerdir” diye hak vermek gerekecek.

      • 👍💖👍 Bendeniz de, sizin, hakkinizda hayirli oldugu uzunlukta yasamanizi temenni ederim.

        Tekrar konuya donmek gerekirse; yazarin, isaret ettigi zalim insanlarin, “kotu isler yapan, iyi insanlar mi; yoksa, bizatihi kotu insanlar olup da, kotu isler mi yapiyor” olduklarini tartisiyoruz.

        Yazida da acik secik ifade ettigi uzere, yazar o insanlarin, bizatihi kotu olduklarini dusunuyor / iddia ediyor. Bu inanisinin kaynaginin da yine acik secik olarak, yazisinda iki kez ismini zikrettigi Mehmet Efe Caman (“MEC”) oldugunu soyluyor.

        MEC, gecenlerde israrla yedi duvele duyurdugu uzere, Islam dinine inanmiyor. Hristiyan oldugunu iddia ediyor kendisi. Hristiyanlik inanci geregi, insanlarin kategorik olarak gunahkar ve kotu olduguna inanmasi bu sebeple normal.

        Yazar zaten kendisinin de oyle inaniyor oldugunu bizzat soyluyor. Dolayisiyla orada bir kafa karisikligi yok. Benim merak ettigim, kendisini yogun bir sekilde sigaya ceken hucrelerinin de hangi ara oyle inanmaya basladigi. Gerci bu tali bir mevzu.

        Benim yorumumdaki maksat, yazarin, belli ki, ilim ve irade sahibi oldugu izlenimini verdigi hucrelerinin ilminden biraz daha fazla istifade etmeye calismak.

        Malum, biz muslumanlar, insanlarin mutlak kotu olmadiklarini, hatta mutlak iyi de olmadiklarini, esfel-i safiline dusme ve ala-yi illiyyine cikma potansiyeline sahip, Allahin (azze ve celle) serefli mahluklari olduklarini biliyoruz. Hal boyleyken, yazarin hucreleri neden farkli dusunuyor onu anlamaya calisiyorum.

        Dile getirdiginiz, zalimin zulmunu hosgorme, gunahlarini hafifletme mevzuuna gelince. Bu hataya, teknik olarak, sadece zalimin zulmunun kendinden oldugunu sananlar duser. Zulmun sonunda mazlumun eristigi halin iyi oldugunu gorunce, bunu yine sebeplere ve hatta zalimin zulmune baglayanlar ancak oyle bir hataya duserler.

        Biz muslumanlar, basimiza gelen her hadisenin, mutlak ilim, irade, adalet, rahmet ve inayet sahibi olan Allah’in (azze ve celle) takdir etmesiyle, oyle yaratmasiyla, oldugunu biliriz. Zalim degil de mazlum oldugumuz icin hamd, zalim olmamak icin dua, ve cektigimiz zorluklarin bosa gitmemesi, bizlerin icin kurtulusa vesile olmasi icin de Allah’tan (azze ve celle) niyazda bulunuruz.

    • Mehmet K bey, kanser hastası masum bir kadının hapse atılmasını gerektirecek hangi amelleri varmış, kadere bir sorar mısınız, malum kaderin payını bildiğinize göre ayrıntılara da matufsunuzdur. Hangi duygunun tesiri, kanser hastası ve onun binlerce masum hastanın, kadının, bebeli sabinin, haksız yere hapsedilmesini, ölüme terk edilmesini gerekçeli kılıyor sizde.

      ” Hakim zulmetse de kader adalet eder” derken bu adaletin kanser hastası için gerekçesi neymiş onu da bilmek istiyorum. Ne biliyorsun kaderin adaletinin tecellisi yerine, masum bir kadına Cenabı Hakkın hikmetiyle muale ettiğini, derecesini yükseltmek için bu zulme maruz bırakmadığını. Kaderin adaletinin hissesi yerine, hikmetle iş gören Cenabı hakkın o kulları için güzel bir muradı olamaz mı?

      Mesela, Kaderin adaletini, ilk müslümanların toprağa diri diri gömülüp susuz bırakılması cephesinden izah edebilir misin? Mekke deki o 3,5 yıllık ambargo döneminde çölde yaşamaya, deri kemir meye bırakılmış ilk müslümanların hangi amelleri sebep olmuş olabilir. Daha akıl baliğ olmamış vebalden yoksun bebelerin, ağzı dualı anaların, yaşmaklı genç kızların, ömrünü hayır severlikle geçirmiş beli bükülmüş ihtiyarların hapse atılmasındaki Adalet dünya hukukunda yokken, Kaderin nasıl bir adaletinin tesiri varmış? Klişe değil mi bu yaptığın? Neden bu durumu “Cenabı Hak hikmetle iş görür, hikmetten sual olunmaz” ile ilişkilendirmiyorsun?

      Kader kavramına can, kan herşeyden öte Allahlık vasfını giydirmek değil midir bu? Allahın kaderinin adaleti mi kastın? Eğer öyleyse, Allahın kaderinin adaleti kavramına gerek var mı, doğrudan Allahın adaleti değil mi bu? Allahın adaleti ile Kaderin adaleti ayrı şeyler mi? Değilse Allahın adaleti sonucuna ulaşıyorsak buradan, şunu mu demek istiyorsun, bu başımıza gelenler Allahın adaletinin gereği diye.

      Eğer öyleyse, kendi başına gelenlerin, Allahın adaleti yönüyle hak mı görüyorsun? Kendine gördün diyelim, masum bir kadının bu başına gelenlerin, Allahın adaletinin tecellisi olarak nasıl görebiliyorsun? Suçu ne idi ki, adaletle ilişkilendiriyorsun? Ne biliyorsun Allahın hikmetinin tecellisi olmadığını.Cenabı Hakkın kulunun derecesini artırmak istemediğini.

      Kardeşim kaderin adaleti bu başımıza gelenler diyorsan, soruyorum sana, sen ne yaptın öyle ki, masum bir kadın senin yüzünden hapislere düşüyor–bunu demek hak değil mi ozaman sana. Diyorsan ki benim de suçum yok bir başkası yaptı, onun için böyle gurbet ellerdeyiz, hapislerdeyiz? Bu çok çarpık bir anlayış değil mi? Doğru bir bakışsa bu, Müşriklerin ilk inananları çöllere mahkum etmesi, ambargoya maruz bırakması, Sümeyyenin develerle koparılmasında Efendimizin suçumu oluyor ozaman bu? Kaderin adaleti mi diyeceğiz buna?

      Falan filan.. diyeceğim şu ki kavramları yerinde kullanmak gerek. Ayrıca şunu da unutmamak gerek, hükümler statik değildir. Üstad, bir ameli biri için vacip görürken, aynı ameli bir diğeri için mekruh, bir başkası için haram görmüştür. Yaşanılanlar sonuçlardır, bakış açısı onları yorumlama biçimidir. Yukarıdaki yazdığım girizgah gerekçelerle bakış açın tutarsız. Masum bir kadının hapse atılmasını gerekçelendirirken kaderin adaletiyle bunu izah etmek ise bir facia. Hürmetle..

      • Selim Bey, tesekkur ederim yorumumu anlamaya gayret ettiginiz icin.

        Cok onemli sorular yoneltmissiniz ve o sorulari kismen zaten cevaplamissiniz.

        Kavramlari, anlamlarini bilerek ve yerli yerince kullanmak gerektigi gorusunuze aynen katiliyorum.

  2. Bu konu ile ilisikili bir soru sormak istiyorum hocam. Bu sekilde davranan ve kötü davranislari artik o insanlari kötü yapmis olanlar hala müslüman olduklarini söylüyorlar. Yani ahiret inanclari var, hesaba inaniyorlar. Bunu bu insanlar inanclari ile nasil birlesrtiriyorlar. Ben bunu tam kavrayamiyorum. Heme bazi örnekler var ki bunun mantikli bir acikalamasi yok. Kin veya öfke veya maddi cikar bunlari bence aciklamiyor.
    Örnek verecek olursak: Hayrettin Karaman müslüman ve dini inanci olan bir kisi. Kendine göre de muhtelemelen “kili kirk yararcasina” dinini yasamaya gayret ediyor. Böyle bir insan öyle fetvalar veriyor ki, bu kadar insan bu fetvalari da kullanarak bir kesime insanliga sagimayacak davranislarda bulunuyorlar. Bu insan seksek küsür yasinda ve agir derecede hasta. Böyle bir insan, böyle fetvalari ancak iki durumda verebilir:
    1. Inanci yoktur ve icimize sizmistir. Bu sebeple amaci tamamen zarar vermek. Ki ben bu alternatife inanmiyorum.
    2. Bu verdigi fetvalara inaniyordur. Yani gercekten bu insanlarin yok edilmesi gerektigine inaniyor ve ona göre de inanci geregi fetva veriyordur. Bu durumda ise, “niyeti halis” olmasinin karsiligini alabilir mi?
    Ben ikinci alternatifin daha mantikli oldugunu düsünüyorum.

    28 Subatin agir zamanlarinda hatirliyorum Süleyman Demir bir Senfoni sonrasi cikip alkislayan seyircileri kasdederek “iste gercek Türkiye burada” demisti ve bütün inancli kesimi bir cümlede silmisti. Bunu niye yapar inanan bir insan derken de benzeri düsüncelere sahiptim. Eger Allaha inaniyorsa, Ahirete inaniyorsa byle bir yasli insan, ancak “yaptiginin dogru olduguna inaniyorsa” bu sekilde inananlari zor durumda birakabilirdi.
    Bilemiyorum Bu konuda bir yorum yazabilirmisiniz? Cevremde bu soruyu sordugumda devamli su minvalde benzer cevaplar geliyor : menfaat, cocuklarinin ikbalini düsünmek, korku, vs. Ama Allah inanci olan, 80 yasini gecmis hasta bir insan benim düsünceme göre bu kadar basit seyler icin ahiretini feda etmez.

  3. Lafin dönüp dolasip kötülügü seyredenlere gelecegini daha basta sezmistim. Cünkü „kötü insan“ betimlemesi sorunlu bir betimleme, sübjektif ellerde seyredenleri de „silme kötü insan“ kategorisine sokabilir. Sanirim adaletin bu gibi sorulara cerdigi cevaplar vardir ve onlarla yetinilmelidir. Aksi takdirde kötülerle yatip kötülerle kalkan ister istemez bir kin dinine dogru yelken acmaya baslar.

    Böyle bir ortamda su veya bu sekilde „önde gelen yazar“, „önde gelen alim“ sifatini tasiyanlar kalplerindeki karmasayi okura boca etmek yerine kitaba göre konusmalilar, kitaplarda yazilani anlasilir hale getirmeliler. Yoksa bu is, Allahin kötü insanlara firsat vermesini sorgulamaya kadar gider.

    Öyleyse kötü nedir? Sonbahar geldiginde o güzelim yapraklarin sararmasi, dallarindan kopup yok olup gitmesi kötü müdür? Kis aylarinda kara, camura batmamiz, dondurucu soguk, o her seyi ucurup götüren rüzgar kötü müdür? Ya o simsiyah saclarimiza aklarin düsmesi, taptaze cildi mizin gözlerimizin önünde kirisa kirisa ölmesi, sevdiklerimin birer birer agrilarla, sizilarla ölmesi ve benim de bir idamlik gibi bir gün ölecek olmam?

    Ben de cok sormusumdur cinnet gecirip yüz kisiyi öldüren adam tedavi altina alinirken, borcunu ödeyemeyen adam nasil hapse girer diye. Hukukcular diyor ki bunun bir aciklamasi var. Siz hukuku, kitaplardakini dinlerseniz eger Mekkeyi kimseye ilismeden fethedenlerin zihniyetini paylasmis olursunuz.

    Bir de su var tabii. Hizmet icinde bazi kötülükler olmus, bizi kötülerin eline teslim eden kisiler, olaylar olmus. Insanlar seffaflik istemisler, kimse orali olmamis. Hizmet ortaya ciktiktan belki 50, darbe girisiminden 5 sene sonra ilk kez bir istatistik cikti ortaya. Bu istatistiki dikkate alarak seffaf olunmayan yillari ve seyredenleri de bi kategoriye koyacak miyiz? Bizim icin daha önemli olan bu degil mi?

  4. Ahmet Kurucan hoca önemli bir noktaya temas etmiş. Bu dönemde sorulması gereken soruları soruyor:
    Bunlar kötü işler yapan iyi insanlar mı? Kötü insanlar mı?
    Yazının altındaki okuyucu yorumları olaya yaklaşırken dini kavramları kullanıyor. Ben bu konuda kısaca şunları söylemek isterim:
    1. Bir defa böyle bir tablo karşısında “İnsanlar zulmeder, kader adalet eder…” veya yaşanılan zulümlerde kaderin, nefsin, şeytanın, zulme maruz kalanların birer hissleri vardır…” şeklindeki yaklaşımlar zamanlama açısından hiç de insanice gelmiyor bana. Belli kavramları empatik, insanı yönümüzü dikkate almadan kullanınca böyle durumlar ortaya çıkıyor demek ki. Kendinizi o zavallı kadının ve annesinin yerine koyun. Bu kadının yaşadığı zulümde ne gibi bir payı olabilir?
    2. Bazı okuyucu arkadaşların Mehmet Efe´nin inancı şudur şeklindeki yaklaşımları da çirkin. İnancı öyle olsa ne olur, böyle olsa ne olur? Biz hala insanları inancına göre mi değerlendireceğiz? Bu dönemde Mehmet Efe´nin gösterdiği mert, dürüst, hakkaniyetli duruşu kaç kişi gösterdi? Zamanında hizmet medyasında yazan ve adını duyuran kaç Yasin´ler, Fatih´ler zalimin tarafına geçti? Hala biz bir yazarımızın inancı noktasında mıyız?
    3. Ahmet Kurucan hocanın yazısı iyi bir başlangıç. Ancak konu sadece meseleye dini açıklama noktasında kalırsa eksik kalır. Örneğin Avrupa´da İkinci Dünya Savaşı ve Yahudilerin uğradığı soykırım sonrasında “kötülük nedir, nereden kaynaklanır?” gibi konularda önemli açıklama çalışmaları olmuştur. Yazarın sorduğu sorulara cevap ararken dini yaklaşımların dışına çıkıp başka kaynaklardan da yararlanmak gerekir. Benim burada ilk aklıma gelen isimlerden biri Hannah Arendt ve onun “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramı.
    4. Bir okuyucu arkadaş yine Hayrettin Karaman ismini anmış. Ben üzerinde durulmaya değer bir kişi olduğunu düşünmüyorum, ama madem adı anıldı, kendisi herhalde şöyle düşünüyor olabilir: Bu iktidar büyük bir davanın peşinde, koca bir ülkede Müslümanların iktidarı söz konusu. Böylesine önemli bir dava için ufak tefek bazı kesimlerin hakkı yense değer. Bu konunun da irdelenmesi lazım. Bu mantıkla aslında her kötülüğe fetva çıkarılabilir. Git Kolombiya´dan uyuşturucu getir, paranın bir kısmı ile cami yaptır, gerisi ile de alem yap. O, ne güzel!
    5. Türkiye´de bu zulümleri yapanlar kötülük yapan iyi insanlar mıdır, yoksa kötü insanlar mı? Ben şimdilik kendimce şöyle diyorum: Bir katile biz kötülük yapan iyi insan diyor muyuz? Kanserli kadını hapse gönderen sözde doktor ve hakimlere kötülük yapan ama aslında iyi insanlar mı diyeceğiz?
    Bir insanın her sıfatı kötü olabilir mi? Sanmıyorum. Yakından incelense Hitler ve Stalin´in de muhtemelen iyi tarafları bulunabilir. Onlar da hayatlarının bazı dönemlernde bir kız çocuğuna çikolota vermiş olabilir. Şimdi bu durumda bu insanlar iyi mi oluyor?
    Bence hiç bir insan kötü doğmuyor. Kötülükte mutlaka çevre şartları da rol oynuyor. Ama bir insan bir çıkar uğruna veya başka bir düşünce ile, ki bu vatanseverlik düşüncesi de olabilir, başka bir insana kötülük yapıyorsa, yapılan kötülüğe karşı çıkmıyorsa kötüdür. Kötülüğün ortağıdır.

    • Makul bir soru soruyorsunuz.

      “1. Bir defa böyle bir tablo karşısında “İnsanlar zulmeder, kader adalet eder…” veya yaşanılan zulümlerde kaderin, nefsin, şeytanın, zulme maruz kalanların birer hissleri vardır…” şeklindeki yaklaşımlar zamanlama açısından hiç de insanice gelmiyor bana. Belli kavramları empatik, insanı yönümüzü dikkate almadan kullanınca böyle durumlar ortaya çıkıyor demek ki. Kendinizi o zavallı kadının ve annesinin yerine koyun. Bu kadının yaşadığı zulümde ne gibi bir payı olabilir?”

      Fakat yanilginiza sebep olan sey, adaletin tecellisinin sadece bu dunyada olabilecegini ya da olmasi gerektigini dusunuyor olmaniz. En azindan, yazdiklarinizdan o anlasiliyor.

      “İnsanlar zulmeder, kader adalet eder…” kaidesinin gecerliligi her hangi bir zamana ya da duruma has degildir. Kader adalet eder, “vardir muhakkak bir sucu, o yuzden haketmistir bu cektigini” demek degildir.

      Herseyi belli bir olcu ve hikmetle yaratan, Adil-i Mutlak (azze ve celle) mulkunde istedigi gibi tasarruf eder, ve adaletsiz is yapmaz; ve buna bagli olarak, hic kimsenin hakki hic kimsede kalmaz demektir.

      • Tabii ki adalet bu dünyada tecelli etmelidir. Haksızlıkları önleyeme bu dünyada çalışmak lazım. Suçlunun cezasını bu dünyada vermeye çalışılmalı.
        Hepimiz görüyor ve biliyoruz ki, bu dünyada her şey adalete uygun gitmiyor. Çoğu zaman zulüm de zalimin yanına kar kalıyor (gözüküyor). Mazluma ise çektiği acı kalıyor. Şimdi bu durumda hadiseleri sonradan yorumlama suretiyle, ahirette adalet tecelli edecek, zalim cezasını bulacak, çekilen acılar kulun günahlarına kefaret olacak vs. demek mümkün.
        Ancak bunun iki sakıncası var:
        1. Bunu hangi ortamda kime söylüyorsunuz? Söyleyiş tarzına göre bu dediklerinizi bazıları o zavallı kadına söylediğinizi anlayıp niyetinizi çok farklı bir şekilde anlayabilir. Bu sözler söyleniş tarzı ve ortama göre birilerini teselli edebileceği gibi tam tersi şekilde de anlaşılabilir. Sizin durumda galiba ikincisi oldu.
        2. Ahiret inancı tabii ki dinimizin temel unsurlarından biri. Ancak benim çoğu zaman gördüğüm gibi her meselede, “Ahiret var, orada yanacaksın, umarım senin cehennemde yandığını görürüm” gibi yaklaşımlar bana ister istemez şunu düşündürüyor: Acaba bu düşünceler Müslümanları atalete mi sevk ediyor diye soruyorum kendi kendime.
        Avrupa ülkelerinde insanlar toplu sözleşme arefelerinde üç kuruşluk zam için sokağa dökülürken, haklarını savunmak için gösteri veya başka türlü eylem içinde girerken bizde çıkıyor bir zalim, insanların her şeyini alıyor, ya bizdeki tepki? Ahirette bunun karşılığına göreceksiniz!
        Ayrıca gördüğümüz net bir şey var ki, ahiret inancı Müslümanları kötülük yapmaktan alıkoymuyor. Ahirete inansa bile başka mekanizmalar ile yaptığı zulümleri meşrulaştırabiliyor. Ya vatan-millet diyor, ya böylesi büyük dava için bazılarının hakkı yenebilir diyor, ya karşısındakini şeytanlaştırıyor ve vicdani rahat zulmediyor. Olmadı, gider bir camide bağışta bulunur, iyilik yapmış olma düşüncesi ile yoluna devam eder.
        Yanılıyor muyum?

  5. Bence kurucanın yeni din anlayışıyla büyük işler çıkardığını düşünüyorum hiç olmazsa sap samandan ayrılıyor bence tr724 ahmet kuru gökhan bacık abdullah anteplıyide yazdırmalı efe çamanda kurucanın hocalığında yeni dinimizi hizmetimizi anlatmalılar ne çok meraklısı varmış

  6. Kulak tıkadıkları, görmezden geldikleri ayşe özdoğan değil, kendileri. Hukuksuzluğa karşı gözlerini kapatmaktadirlar fakat asıl sorun iç dünyalarındadır. Onu kapatamıyorlar. Ne yapıyorlar? İç dünyalarındaki hukuksuzluğu ve çeteleşmeyi dışarı yansıtıyorlar. Buldukları bir örgüte bu suçları yamıyorlar. Ayşe özdoğanda bu çetenin üyesi yapılıyor. Yani katledilecek. O yüzden bakamıyorlar çünkü içlerindeki hukuk uyanmasın diye. İşte bu noktada kötü insan oluyorlar. Eğer hukuku hatırlayıp, önce kendilerini bu hukuka yada kurallara bağladıktan sonra ayşe özdoğanı serbest bırakmaları gerekmektedir. Ancak ısrarla bırakmayarak bir dava gütmektedirler. Bu dava kanunsuzlukları bırakmayacakları, sıkı sıkı bağlı oldukları anlamındadır. Yani kötülükte öyle bir diretiyorlar ki bir insana özgürlüğünü vermek sanki kurguladıkları kötülük mekanizmasının da yıkılması anlamını taşımaktadır. Mesele sanki bir inanç boyutuna taşınmış ve taviz verildiğinde bu inancın zedeleneceği düşünülmektedir. Zulüm üzerinde duran insanların sesinin çıkmasından korkulmaktadır. Hepsi kontrol altına alınmıştır. Bu durumu muhafaza etmek için kimsenin sesini çıkarmaması gerekmektedir. Adeta zaman durmuş, nefesler tutulmuş gibidir. Kendi projelerini gerçekleştirirken insanlar konuşamaz, düşünemez oldu. Yani insanları oyalarken, onlara ayrımcılık yaparken kendi çocuklarını yetiştirmeye devam ediyor. Sanki devlet bir kiracı, o ise ev sahibi gibi koşullar oluştu. Bu model daha çok örneğin ingiliz sömürgelerinde görülmektedir. Hakların kısıtlıdır, kontrol mekanizmaları çok sıkıdır. Aslında bizi kontrol eden dış güçler kemerleri sıkmaktadır. Türkleri dünyadan soyutlamaktadır. İnsanları dış dünyalarından çok iç dünyalarında sığlaştırmaktadır. İnsanların kendilerini tam insan olarak hissetmemelerini, yarı insan yarı hayvan hissetmeleri için uğraşmaktadır. O yüzden insanlara gözlerini ve kulaklarını kapatması öğretilmektedir. Bu sayede işkenceleri görmemekte ve duymamaktadır. Kurban olarak neden ayşe özdoğan seçilmektedir? Çünkü o insanlığı temsil etmektedir. Onun şahsında insanlık taşlanmaktadır. Buda şeytan maarifeti diyelim. Yani kendisini değil de insanları taşlatması. Bu talı atanlar yani masum bir kadına taş atanlar bunu bilerek yapmaktadırlar. O yüzden buna sessiz kalan insanlar da kötüdür.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin