Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman
Bugünkü durum ve gidişattan rejimden daha fazla toplum suçlu. Bu noktada birçoklarından ayrıldığımın farkındayım. Ağırlıklı olarak birçok yazar, bilim insanı, gazeteci ve düşünür bugün gelinen noktanın siyasal bir buhran olduğunu düşünüyor. Haksız değiller elbette. Fakat bu eksik bir düşünce. Siyasetin düzelmesi için gereken asgari sosyolojik ortam Türkiye’de mevcut mu? Daha başka bir soru sorayım: bugünkü toplumsal kokuşmuşluğa Erdoğan rejimi mi neden oldu, yoksa rejim bugünkü toplumsal kokuşmuşluğun bir yansıması mı? Bu konuyu incelemek gerekiyor. Bu elbette bir gazete makalesinin çerçevesinin çok dışında, detaylı olarak analiz edilmesi gereken bir durum. Yine de temel bazı noktalara işaret etmek ve fikir jimnastiği yapmak iyi olur kanısındayım.
Bir toplum düşünün ki, ülkeyi terk etmek zorunda kalan ailelerin minik bebekleri, küçük yaşta çocukları, kadınlar, erkekler, yaşlılar Ege’yi veya Meriç’i geçerken can veriyor, ama toplum bu dramları görmezden geliyor. Sadece görmezden gelse yine bir derece! Alkışlıyor! Bazıları ölen bebek ve çocuklar için “zaten yaşasalardı ‘Fetöcü’ olacaklardı” diye yazıyor. Belediyeler bu bebek ve çocukların cenazelerinin kaldırılması için tabut ve cenaze arabası tahsis etmiyor. Sağ kalan ebeveynleri alelacele hapse atılıyor ve yavrularının ve sevgili eşlerinin cenaze törenlerine katılmalarına izin dahi verilmiyor. Bir toplum düşünün ki, yetmiş seksen yaşında gazeteciler, mesela çok saygı duyduğum Nazlı Ilıcak, hapishanede iki yıldır yaşam savaşı veriyor. Birçok kronik rahatsızlıktan muzdarip, yetmişli yaşlarda, eski milletvekili, duayen gazeteci bir insan, salt gazetedeki köşelerinde ve TV’de anti demokratik uygulamaları ve insan hakları sorunlarını kendi bakış açısından eleştirdi diye hapiste! Onun gibi Ahmet Altan’lar, Mümtaz’er Türköne’ler, Hidayet Karaca’lar! Gıyabında yargılanan Can Dündar’lar! Ve ne acıdır ki, ideolojik pozisyonlarına göre farklı listelerde sıralanıyorlar. 150 civarı gazetecinin olduğu bir ülkede, bazı listelerde ellili, bazılarında altmışlı rakamlarda “gazeteci” olarak “nitelenmeye hakkı olan” isimler (!) yer alıyor. Yani bendensen gazetecisin, değilsen teröristsin!
Bu nasıl iştir diye sormuyor kimse!
Aynı şey siyasi tutuklular için veya akademisyenler için de geçerli. Selahattin Demirtaş ve Enis Berberoğlu aynı değil mesela! Bu nasıl iştir diye sormuyor kimse! İlla Demirtaş’a destek olmanız için Kürt mü olmanız lazım! Demirtaş’la beraber onlarca HDP’li vekil sudan gerekçelerle, keyfi ve yoğun etki (baskı) altında çok uzun süredir içeride tutuluyor. Dahası, milli irade kavramını diline pelesenk etmiş bir İslamcı güruh, konu HDP’li vekiller veya belediye başkanları söz konusu olduğunda, başını gayet rahatlıkla diğer tarafa çeviriyor! Yüzlerce Kürt şehir, belde ve ilçesinin belediye başkanları hiçbir hukuki prosedüre uyulmaksızın, fabrikasyon gerekçelerle görevlerinden alındı ve yerlerine rejim memurları (kayyumlar) atandı! Bu sizi rahatsız etmiyor değil mi! Bir toplum düşünün ki, bu durumdan rahatsızlık duymuyor. Kendi tuttuğu partiye destek vermeyen ve onu eleştiren, ona alternatif düşünceler üreten herkes “hain” olarak niteleniyor! Kimse de kalkıp “dur bakalım, ne diyorsun sen!” demiyor, diyemiyor! O insanların da aileleri var, çocukları var oysa. Onların da anneleri, babaları var. Çocukları onları bekler her gece! Eşleri, kapıları kapar, sessizce ağlar. Bu susan, başını diğer yöne çeviren, televizyonda devamlı konuşan ve o yalandan bu yalana savrulan siyasi figürleri alkışlayan halk, bunların farkında! Farkında! Hapistekileri biliyorlar! Boğaziçi Köprüsü’nde ve diğer yerlerde derdest edilen, boğazı kesilen, linç edilen askeri öğrencilerin dramlarının da herkes farkında! NATO’da Türkiye’yi temsil eden en iyi eğitimli komutanların darbeye marbeye karışmadıkları halde apar topar Türkiye’ye çağrıldığının ve sonra da gerekçesiz, birisi öyle istiyor diye içeri tıkıldığının da herkes farkında. İşkencede makatı patlatan veya kafatası kırılan ve katledilen öğretmenlerin dramı da, Bankasya’dan kredi çekti diye KHK ile atılan memurun hüzünlü hikayesi de, Barış Akademisyeni olduğu için darp edilen ve işini kaybeden, sonra da hapse giren hocaların da, Kuran kursunda tecavüze uğrayan erkek veya kız çocuklarının da trajik öyküleri, bu toplum tarafından biliniyor. Biliniyor! Gazetelere ve üniversitelere çöreklenilirken televizyondan nasıl izledilerse, bu katledilen, ırzına geçilen, işkenceden geçirilen, hapislerde unutulmaya terk edilen, elimine edilen, KHK ile atılan, hain ilan edilen, nehir ve engin denizlerde cesetleri karaya vuran, hapishane köşelerinde bebesiyle gün sayan tüm mağdurların da farkındalar! Farkındalar!
Bunları onlara Erdoğan veya Ergenekon yaptırmıyor
Kendi tercihlerini kullanıyorlar. Onlardan bekleneni kimse onlara söylemiyor. Onlar kendilerinden beklenenin bu olduğunu düşünüp ona göre hareket ediyor. Hırsızlığa müsamaha gösteren, rüşvet ve yolsuzluk hırsızlık değildir gibi fetvalar veren ahlaksız ulemaya kulak kesen, kanıtını gördüğü veya kulaklarıyla duyduğu halde sırf işine gelmiyor diye susan bu halktır! Bu halktır! Susmayı anlarım, ama alkışlamayı anlayamam ben! Korkmayı anlarım, ama korkutmayı anlamam! Evet, bu bir tercihtir. Çünkü susanlar da var. İtiraz etmeseler de, an azından tempo tutmayanlar!
Erdoğan’a oy verenler değil, MHP ve CHP’ye oy verenler de bu asgari müştereklerde buluştular. Onların asgari müştereki hukuksuzlukmuş meğer. Enis Berberoğlu’nu unutan CHP, istese yüz bin kişiyi Silivri önünde toplayıp da barışçıl bir protesto gösterisi veya bir tür pasif direniş dahi yapamaz mıydı? Berberoğlu veya Demirtaş fark etmez deyip, HDP ile bir dayanışma kuramaz mıydı? Can Dündar’a destek veren, neden Ahmet Altan veya Nazlı Ilıcak’a destek veremez! Ölen bebeklerin anne babalarının kim olduğuna bakmadan “bu yanlıştır be!” diyebilecek kadar da mı şahsiyetiniz yok! Acılarında ve elemde ortak olamayan bir güruh, haydi biri çıksın anlatsın bana, Erdoğan’dan başkasını mı hak eder?
İşte bu nedenlerden dolayı, bugünkü durum ve gidişattan rejimden daha fazla toplum suçludur! İyi olmak yerine kötü olmayı tercih ettiğinizde, sizi iyi biri yönetmez! Kalp size doğruyu sözler. Suçu kanıtlanana kadar herkes masumdur der. Annenin veya babanın işlediği iddia edilen suçtan dolayı çocukları suçlanamaz der! Tutuklamak istediğinizi evde bulamayınca yaşlı anasını veya babasını rehin alamazsınız der! Vicdan olmadan ahlak olmaz! Dini sadece fiziki ritüellere indirgemiş, ahlakla, dürüstlükle, doğruyla, hakkaniyetle, liyakatle bağlarını kopartmış bir toplumun samimiyetten uzak, katı yürekli, şahsiyetsizleştirilmiş, topyekûn takıyyenin vücut bulmuş bireyleri, hukuk, adalet, mutluluk, huzur üretemez. Ve onların arasından, hukuk, adalet, mutluluk ve huzur için çalışacak lider de çıkmaz! Siyaset değil, bu sosyolojinin nedeni. Bu siyaset, bu sosyolojinin sonucu! Bugün gelinen nokta siyasal bir buhran değil! Toplumsal bir buhran, siyaseti de kapsayan!