M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Çevremde kiminle konuşsam benzeri şeyler söylüyor. Erdoğan’ı seven de nefret eden de benzeri cümleleri kuruyor: “Gerçekten Ekrem İmamoğlu’nun önünü kesmek Erdoğan için bu kadar hayati mi? Bir rakibin önünü kesmek için ülkeyi bu kadar badire içine sürüklemek doğru mu?”
Bu sorunun tek kelimelik cevabı var: Evet.
“Şanlı” diye bize öğretilen tarihimiz, kanlı taht kavgaları ile dolu. Burada örnekler vermeyeceğim. Lise düzeyinde bile tarih okuyanların zihninde buna ilişkin onlarca örnek belirir. O zaman bir mantık hatası yapmıyor muyuz? Tarih için “mübah” gördüğümüz şeyleri, bugünkü halifemizden niçin esirgiyoruz? Tarihi perspektiften bakılırsa, Erdoğan’ın, tahtına “şerik” gördüklerini saf dışı bırakma girişimlerini gayet normal görmeli!
Niye mi böyle bir giriş yaptım? Şunun için… Erdoğan yaşadığı Beştepe Sarayı’nda devletin adını “Türkiye Cumhuriyeti İslam Devleti” olarak ilan etmiş durumda. Şimdi ufak ayrıntılarını tamamlıyor. Neyse ki bunu yaparken, Sultan III. Mehmed gibi tahtına şerik/ortak olur diye 19 kardeşini öldürüp Ayasofya haziresine gömdürmüyor.
Erdoğan, Selahattin Demirtaş, Ümit Özdağ ve Ekrem İmamoğlu gibi muhtemel şeriklerini öldürmüyor, sadece hapse attırıyor!
DARBELER KAZA DEĞİL, GELİRKEN ‘GELİYORUM’ DER
Türkiye bugüne bir anda gelmedi. 3 Kasım 2002’den bu yana adım adım sürüklendi. Daha ilk yıllarda “samimiyetle” Avrupa Birliği süreci yürütülürken aslında olmayacağını topluma göstermek için çaba harcandı. Tıpkı 2010’lu yılların başında Çözüm Süreci denilen dönemde çözümde samimi olmadığı gibi.
2013 Gezi Protestolarından sonra artık muktedir olduklarına da inanmaya başlamışlardı, bu tarihten sonra zaten gerçek yüzünü saklama gereği duymadı. 15 Temmuz darbesini halkına karşı yapan ve insanları tankların önüne atan bir siyasetçi var orta yerde!
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na duyduğu kin ve öfkeyi bu dünyada bir tek Gülen Cemaati mensuplarına duyuyor. Beylikdüzü Belediye Belediyesi’nde fazla kimsenin tanımadığı İmamoğlu, çıkıp geldi ve devletin bütün imkanlarına rağmen Erdoğan’ı üç kez yenilgiye uğrattı.
Erdoğan, bu gelmekte olan rakibini bir bahane bulup saf dışı bırakmak istedi. Bunun için önce etrafını boşalttı. Daha Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hapsedilip yerine kayyım atandığında niyeti ortaya çıkmıştı. İktidar her adımı, bir sonraki adımın nabzını ölçmüş olarak belirleyip attı.
- Belediye başkanları operasyonu sürerken birden 12 yıl önceki Gezi Protestoları bahane edilerek menajer Ayşe Barın tutuklandı. Sanatçıların sesi kesildi.
- İş dünyasını susturmak için TÜSİAD’ın iki başkanı, daha önce benzeri sözleri defalarca dile getirmelerine rağmen kollarına giren polislerle medyaya servis edildi.
- Medya üzerinde baskıyı artırmak için gazetecilerin içeri alınmasına hız verildi.
- Meslek kuruluşlarının pasif kalmasını sağlamak için İstanbul Barosu yönetimi görevden alındı.
15 Temmuz darbesinden sonra 19 Mart darbesi böyle hazırlanıp uygulamaya konuldu. Darbeler bilinen anlamda başka güçler tarafından iktidara karşı yapılır. Bu kez farklı bir şey oldu. Tabanı kalmayan Cumhur İttifakı, halka karşı darbe yaptı.
27 NİSAN 2007 e-MUHTIRASINA KARŞI GELEN AK PARTİ GİBİ DAVRANMALI
Bu kez darbeyi AK Parti halka karşı yaptı ise bu toplum da darbecilere karşı AK Parti’nin takındığı tavrı takınmalı. Tıpkı 27 Nisan e-Muhtırasında takındığı tavır gibi. Eğer e-Muhtıraya karşı AK Parti kurmayları, en küçük bir geri adım atsaydı, sonunu hazırlamış olurdu.
Bugün de muhalefet, yapılan haksızlıklara karşı Anayasanın 34. Maddesine dayanarak, “Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” çerçevesinde protestolarını yapmalı. Her fırsatta Gazze için sokağa dökülüp binlerce kilometre ötede yaşananları protesto etmeye çağıranlar, şimdi kendi şehirlerinde yaşanan gelişmelerin önüne geçmek için “sokak çözüm değil” diye insanları evlerinde oturmaya çağırıyor.
Yapılması gereken, darbede ne yapılırsa bunda da aynı şey yapılmalı.
STRATEJİK HATA YAPTI, BU KALABALIKLARI ERDOĞAN TOPLADI
Başta İstanbul olmak üzere bütün Türkiye’ye yayılan protestolar, Beştepe Sarayı’nın yaptığı stratejik hatanın eseri oldu. İmamoğlu’nun önce gözaltına alınması, ardından tutuklanması ve yerine kayyım atanması hesabını yaparak düğmeye bastılar.
Protestoların daha öncekiler gibi göstermelik üç-beş bin kişiyle yapılıp dağılıp gidileceği hesaplandı. Ancak, diplomayı iptal eden İstanbul Üniversitesi’nden ateşlenen protesto ateşi, dalga dalga ülke geneline yayıldı. Bu protestolardan sonra muhalefet, iktidara karşı hukuk varmış gibi tepki vermekten vazgeçti. Üniversite gençliğinin önderliğinde bu aşamaya gelindi.
Bugün 18-30 yaş gençliği hayatları boyunca devletin tepesinde Erdoğan dışında başka birini görmedi. Geleceğinin karartıldığını düşünen bu gençlik, düne kadar siyasetle hiç ilgilenmiyor görünüyordu. “İmamoğlu’na bunu yapanlar, bize ne yapmaz!” diye düşünen gençler, şimdi kontrolü ele alma noktasına gelmiş durumda.
Muhalefet darmadağın durumdaydı, dahası CHP’de bile iktidarın manivelası ile her kafadan bir ses çıkar noktadaydı. Erdoğan’ın stratejik hatası, sadece CHP’yi değil, bütün muhalefeti birleştirdi. Kayyım atamalardan en çok zarar gören DEM Parti bile, yürütülen barış sürecinin sekteye uğraması pahasına, CHP’ye destek verdi.
Burada CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile ilgili de bir tespitimi paylaşmak istiyorum. Özel hakkında bugüne kadar neler yazdığım bu köşenin arşivinde duruyor. Nasıl ki Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’dan İstanbul’a yaptığı “Adalet Yürüyüşü” ile liderliğini ispatlamışsa, Özgür Özel de Saraçhane performansıyla benzeri bir çizgiyi yakalayacak gibi.
EKONOMİDE İKİ YILDA ELDE EDİLENLER UÇUP GİTTİ
Tek Adamın koltuğunu korumak için demokratik olmayan yollara sapması, “Nas ekonomisi” sonrası tahribatı gidermek için iki yıla yakın zamandan bu yana elde edilen kazanımlar üç gün içinde uçup gitti. “İki yıllık kazanımlar gitti” tespiti ünlü İngiliz ekonomi gazetesi Financial Times’a ait.
- Yüzde 50 dolayında faiz vererek biriktirilen döviz rezervi 26 milyar dolar eridi.
- Borsada işlem gören şirketlerin değeri 2 trilyon TL buhar oldu.
- Türkiye’nin dış borcunun karşılığı 684 milyar TL artmış oldu.
- Hazinenin borçlanma maliyeti yüzde 12 arttı.
- Ülkenin risk primi 150 puan birden yükseldi.
- 2001 krizinden bu yana ilk kez bankalar bir haftada yüzde 26 değer kaybetti.
Sözün özü, Türkiye ya Saray rejimi tarafından etrafına örülen cendereyi yaracak ya da 15 Temmuz 2016’dan sonra yaşananlardan daha ağırı ile karşı karşıya kalacak.
Bazen her şey, “Her şey bitti!” denilen noktada başlar.