YORUM | Av. FİKRET DURAN
10 Aralık, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünden esinlenilerek ‘Dünya İnsan Hakları Günü’ olarak kutlanır. Bildirgeyi 1949 yılında imzalayan Türkiye’de de her yıl aynı gün kutlama yapılır.
Fakat perdenin önündeki insan hakları günü fotoğrafı ile perdenin arkasında yaşananlar çok farklı. Örneğin Kürtler, nesiller boyunca mağdur edildiler, halen edilmeye devam ediyorlar. Kürt siyasi hareketin liderlerinden Selahattin Demirtaş uydurma sebeplerle tutuklandı. Hakkında tahliye kararı verilmesine rağmen, apar topar başlatılan başka bir soruşturma bahane edilerek cezaevinden çıkması engellendi. Seçimle iş başına gelen belediye başkanları tutuklanarak yerlerine kayyımlar atanıyor.
Aynı şekilde Aleviler de ötekileştirilip kapılarına işaretler konularak hedef gösteriliyor. Ölümle tehditleri altında bir hayata mecbur bırakılıyorlar.
Son yıllarda yaşanan mağduriyetlerde ise ilk sırayı Gülen Hareketi mensupları almış durumda. 15 Temmuz tartışmalı darbe girişimi, bu gruba yönelik insan hakkı ihlallerinde görülmemiş boyutlara ulaştı.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, işkence yasağından yaşam hakkına, özgürlük hakkından adil yargılanma hakkına, ifade ve inanç özgürlüğünden mülkiyet hakkına kadar, onlarca hak ve özgürlük korunuyor. Gelin görün ki, yakın zamanda bu hakların ihlal edildiği on binlerce örnek yaşandı.
Örneğin bildirgenin 5. Maddesinde “Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz” der. Fakat Türkiye’de son 3 yılda 3502 kişinin işkence gördüğü İnsan Hakları raporlarına yansımış durumda. İşkencenin en önemli sebebini “itirafçılığa zorlamak” oluşturuyor.
Bildirgenin 3. Maddesinde “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” der. 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana 54 kişi karakolda veya cezaevinde uğradığı işkence veya kötü muamele nedeniyle öldü. 126 kişi de yaşadığı travmanın etkisi ile intihar, hastalık gibi sebeplerle hayatını kaybetti. 15 Temmuz gecesi öldürülen 275 kişinin katilleri, otopsi raporu alınmaması ve detaylı soruşturma yapılmaması nedeniyle ortaya çıkarılamadı. Bu şüpheli durumlar, Türkiye’nin faili meçhuller siciline işlenmiş oldu.
Bir başka husus, 24 kişi kendilerini “devlet görevlisi” olarak tanıtan kişilerce kaçırıldı. Aileler defalarca başvurmasına rağmen devlet kurumları cevap dahi vermedi. Kaçırılan kişiler aylar sonra Emniyet Müdürlüklerinde ortaya çıktıklarında ise uğradıkları işkencenin fiziksel ve psikolojik etkilerini taşıyorlardı.
- Maddede “Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.” denmesine rağmen, en az 559.000 kişi uydurma suçlamalarla keyfi gözaltı veya tutuklamaya maruz kaldı.
Bildirgenin 23. Maddesi “Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır” demesine rağmen 140.000 kamu çalışanı, objektif kriterlerden uzak ve yasal olmayan “güvenlik soruşturmaları” ile fişlendikten sonra “sakıncalı” bulunarak KHK’larla ihraç edildi. Diploma, ruhsat ve unvanları iptal edilerek özel sektörde dahi çalışmalarına izin verilmedi.
Liste bu şekilde uzayıp gidiyor…
“Gerekirse yaptığını suç olmaktan çıkarırız.”
Hükümet tarafından OHAL KHK’sı ile güvenlik güçlerine getirilen “yargılanmazlık zırhı”, yaşanan ihlaller ile evrensel hukuk arasındaki makasın açılmasında etkili oldu. Siyasetçilerin kanunsuzluğu aleni bir şekilde teşvik etmesi de hak ihlallerinin artışındaki önemli etkenlerinden biriydi.
Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’nın, iktidarın hoşuna gitmeyen haberler yapan bir internet sitesini mahkeme kararı olmaksızın kapatması yönünde baskı yaptığı BTK başkanına, “gerekirse suç olmaktan çıkarırız, yüzde elli oy almış partinin iradesini söylüyorum ben” demesi ve aynı olay üzerine İstanbul Valisini arayarak gazetecinin gözaltına alınması için “resmi konuttayız, herkes burada, kır kapıyı gir” sözleri yukardaki fotoğrafı tamamlıyor.
İktidar mı toplumu kirletir, toplum mu iktidarı?
Yozlaşmada, halk ile iktidarın birbirlerine arka çıkması ne kötü. Tam da burada iktidar mı toplumu kirletir, toplum mu iktidarı kirletir sorusunu sormak gerekiyor. En az ‘yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar” sorusunun cevabı kadar çetrefilli bu konuyu başka bir yazıya bırakmak en iyisi.
Şimdilerde İçişleri Bakanlığı yapan Süleyman Soylu’nun mahkemede beraat eden KHK’lılar için söylediği “Elbette ki güvenmeyeceğim. Herkes devletin içine girmek zorunda mı?” sözleri de kanunların AKP için bir anlam ifade etmediğini gösteriyor. İşkence ve kötü muamele iddialarının merkezindeki Emniyet’in bağlı olduğu İçişleri Bakanlarının kanunsuzluğu teşvik etmesi demokrasi ve hukuk adına büyük bir talihsizlik.