Yorum | Bülent Keneş
11 Kasım 2017 tarihli birçok Yunan haber sitesinde olduğu gibi ‘Greece Greek Reporter’ isimli medya organında verilen haberin başlığı da “Lesvos Kumsalı’nda üç çocuğa ait ceset bulundu” şeklindeydi. Haber şöyle devam ediyordu:
“Yunan otoriteleri son birkaç gün içerisinde Lesvos’da tüyler ürpertici bir halde bulunan üç küçük çocuğa ait cesetlere dair muammayı çözmeye çalışıyor. Perşembe (9 Kasım) günü adanın kuzeydoğusunda, Montamado’daki rıhtımın yakınlarında 12-13 yaşlarındaki bir kız çocuğuna ait ceset bulundu. Bir gün sonra (10 Kasım) aynı bölgede aynı yaşlarda erkek çocuğuna ait bir başka ceset bulundu. Cumartesi günü (11 Kasım) üçüncü bir ceset daha bulundu. Lesvos News’e göre, polis üç çocuğun adaya bir botla yaklaşmaya çalışırken ölen daha büyük bir mülteci grubun parçası olduklarını düşünüyor. Polisler Lesvos’a yakın zamanlarda ulaşan mültecilerle görüşmeler yaparak vakayı araştırıyor. Yapılacak otopsinin vakayı aydınlatması bekleniyor.”
KİMSE KAYIP DUYURUSU YAPMAMIŞ
Aynı gün Ekathimerini’de yayınlanan haberde de benzer ayrıntılar veriliyor ve bulunan cesetlerin yerel liman yetkililerini şaşkına çevirdiği belirtildikten sonra, diğer haberden farklı olarak, bulunan erkek çocuğa ait cesedin ileri düzeyde çürüdüğü ifade ediliyordu. Çürümenin düzeyine ise ‘yaşının tespit edilemediği’ belirtilerek dikkat çekiliyordu. Belki bir bilgi hatası olarak Ekathimerini’nin haberinde Perşembe ve Cuma günleri bulunan 12-13 yaşlarındaki iki cesetten birinin erkek olduğu belirtiliyordu. Bu haberdeki en çarpıcı bilgiyi ise, “Soruşturmayı yürüten yetkililer, üçünün de mülteci olduğunu düşünüyor, ancak mültecilerle ilgili çalışan oluşum ya da organizasyonların hiçbirinden herhangi bir kayıp duyurusu yapılmış değil,” oluşturuyordu.
Diğer bazı Yunan medya organlarında da haber 11 Kasım tarihinde benzer içeriklerle yer aldı. Lesvos’da bulunan çocuk cesetlerinin bizim gündemimize girmesi ise ancak 21 Kasım Salı gecesi mümkün olabildi. Sosyal medyada yarım yamalak yapılan paylaşımların peşine düştüğümüzde vakanın hangi açıdan bakılırsa bakılsın tarihe geçecek korkunç bir trajedi olduğu anlaşılıyordu.
5 KİŞİLİK AİLENİN KAYBOLMASI 20 GÜN BOYUNCA NASIL FARKEDİLEMEZ?
Yaşananın bir trajedi olduğu anlaşılıyordu anlaşılmasına ama iletişimin böylesine geliştiği bir devirde Ege’nin soğuk sularında hayatlarını yitiren 5 kişilik ailenin kaybolduğu nasıl oluyordu da hiç kimsenin dikkatini çekmemişti? 21 Kasım Perşembe gecesi bir grup gazeteci arkadaşımla konuya eğildiğimizde bilgileri güç bela teyiT ettirebilmiş, SCF için yazdığımız o ana kadar ki en somut bilgilere dayalı bir haberi ise, yine de aşırı temkinli bir dille siteye koyabilmiştik. O gece için yaşanan trajediye dair net olan şey şuydu, Erdoğan rejiminin alçakça zulüm ve baskıları yüzünden Türkiye’de yaşama imkânı artık kalmayan öğretmen Hüseyin Maden, öğretmen eşi Nur ve çocukları Nadire, Bahar ve Feridun tarihi tam belli olmayan bir zamanda Ege Denizi’nin karanlık sularında yitip gitmişlerdi.
Kafaları kurcalayan soru ise, en az 20 gün boyunca kendilerinden haber alınamayan 5 kişilik bir ailenin ortadan kaybolması nasıl olup da hiç kimse tarafından fark edilememişti? Nasıl olmuştu da ne yakınları ne de karı-koca koşturdukları Hizmet Hareketi’nden kimse bu ailenin kaybolduğunun farkına varamamıştı? Bu nasıl bir kara delikti?
Yaşanan trajediye dair ertesi gün daha fazla detaya elbette ulaşıldı. Türkiye’deki foseptik medyası tek satır görmese de ölenlerin 40 yaşındaki fizik öğretmeni Hüseyin Maden, 36 yaşındaki öğretmen eşi Nur Maden ve kızları Nadire (13), Bahar Nur (10) ile oğulları Feridun (7) olduğu artık net olarak biliniyordu. Edinilen ilk bilgilere göre, Ege Denizi’nde kaybolan ailenin üç çocuğunun cesedine ulaşılmış, öğretmen anne babanın izine ise rastlanılamamıştı.
MADEN AİLESİ’NİN HİKAYESİNİN ÖNCESİ DE HAZİN SONU KADAR TRAJİK
Anlatılanlara göre Maden Ailesi’nin hikayesinin öncesi de en az hazin sonu kadar trajikti. Devlet okullarında görevli Hüseyin Maden ve eşi, 15 Temmuz sonrası çıkartılan KHK ile mesleklerinden ihraç edilmiş, ardından Hizmet Hareketi ile bağları gerekçe gösterilerek haklarında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştı. Her ikisinin de tutuklanması durumunda küçük çocuklarının bir başlarına kalmasından korkmuşlar ve ailecek polisten saklanmaya karar vermişlerdi. Ancak, polisin kıskacı her geçen gün daha da sıkılaşınca ellerindeki son parayla ne pahasına olursa olsun yurt dışına çıkmayı denemekten başka çareleri kalmamıştı.
Yakınlarının verdiği bilgilere göre, Hüseyin Maden yurtdışına çıkmak amacıyla insan kaçakçılarıyla irtibata geçmişti. Ancak beş kişi için istenen rakamları karşılayacak imkânı olmadığından borç-harç eski bir tekne satın alarak ailesini Yunanistan’ın Midilli Adası’na götürmeye ve burada iltica etmeye karar vermişti. Öyle de yapmışlar ve bir geceyarısı Ege’nin serin sularına doğru yola çıkmışlardı. Kendilerinden alınan son haber, ailesine gönderdiği “Işıkları gördük, adaya çıkıyoruz” mesajı oldu. Oysa gördükleri o ışıklara asla ulaşamayacaklardı. Maden Ailesi’ne ulaşamayan yakınları ise, Midilli’de Yunanistan polisine yakalanmış ve mülteci kampına konulmuş olabileceklerini düşünerek kendilerini rahatlatmaya çalışmışlardı.
MEĞER AİLE TAA 1 KASIM’DA EGE’DE BOĞULMUŞ
23 Kasım Perşembe günü dünyaca ünlü Vice’ın Yunanca versiyonunda yer alan bir haberde ise, bazı resmi kayıtlara dayanılarak, Maden Ailesi’nin trajedisi ile ilgili biraz farklı içerikte bir haber yayınlandı. Haberde, ilk haberlerde çocuklara ait ilk cesedin Perşembe günü (9 Kasım) bulunduğu belirtildiği halde, Vice’ın haberinde ilk cesedin 7 Kasım Salı günü bulunduğu belirtiliyordu. Ayrıca, bulunan cesetlerden birinin baba Hüseyin Maden’e ait olduğu söyleniyordu.
Haberde şu bilgiler veriliyordu: “7 Kasım sabahı Lesvos’un Mithymna limanı açıklarında küçük bir çocuk cesedi bulundu. Üzerinde kırmızı ceket, kahverengi pantolon, botlar ve turuncu bir can yeleği vardı. İki gün sonra Mantamados Lesvos açıklarında bu sefer başka bir çocuğun cansız bedenine rastlandı. Mavi bir pantolon ve mavi ayakkabılar giyen çocukla birlikte 40’lı yaşlarda babaları da sahile çıkarıldı. Üzerinde kot pantolonu olan adamın bulunduğu tarih 11 Kasım’dı. Baba ve iki çocuğunun naaşları buradan Mytilene hastanesine götürüldü. Daha sonra bulunan ailenin büyük kızı Nadire’ninse tespitlere göre 10 gün suda kaldığı tahmin ediliyor.”
Haberde Türk kaynaklara dayanılarak Ege’de hayatını kaybeden ailenin yakınlarının kendilerinden 1 Kasım’dan bu yana haber alamadıklarını, ancak korktukları için gazetecilerle bağlantıya geçmekten çekindikleri de ifade ediliyordu.
ŞİMDİ SADEDE GELELİM VE EĞRİ OTURUP DOĞRU KONUŞALIM
Maden Ailesi’nin hazin sonuna dair haberlerden yapacağımız alıntılar bu kadar. Şimdi sadede gelebilir, artık eğri oturup doğru konuşabiliriz. İnsanlık dışı, ahlaksız, yoz ve yobaz İslamofaşist Erdoğan rejiminin bu trajedideki baskın sorumluluğunu uzun uzadıya anlatmaya sanırım hiç gerek yok. Erdoğan ve pis yakasını kaptırdığı kirli Avrasyacı/Ergenekoncu derin yapıların bu yaptıklarının hesabının eninde sonunda sorulacağını umut etmekten ve yaptıkları zulümleri bulduğumuz her imkânı değerlendirerek anlatmaktan başka elimizden bir şey de gelmiyor. Ama sorun harami despot Erdoğan’ın sorumluğundan ibaret değil. İğneyi, hatta çuvaldızı biraz da kendimize batırmanın zamanı geldi de geçiyor bile…
Benim sorunum, hep Türkiye ortalamasının üzerinde bir niteliğe, inisiyatif alma ve örgütlenme kapasitesine sahip olduğunu düşündüğüm Hizmet Hareketi’nin içinde bulunduğu dağınıklıkla. Her olayda kendisini ele veren koordinasyonsuzluklarla, kıt olsa da imkanların, hala anlaşılabilir bir travma yaşıyor olsalar da nitelikli insan sermayesinin seferber edilmesinde hissedilen beceriksizliklerle… Ne dersiniz, Türkiye’de yaşananların dünyaya anlatılmasından tutun da, mağdurlara el uzatılmasında imkanların son kertesine kadar kullanılmasındaki yetersizliklere varıncaya kadar yaşanan sorunlara bir neşter vurulmasının zamanı hala gelmedi mi?
Çok acı ama Maden Ailesi’nin başına gelen trajedi Hizmet Hareketi’nin lokomotifi olan kesimlerindeki yetersizliklerle birlikte belki kasti olmayan duyarsızlıkların kristalize olması bakımından da bir turnusol vazifesi gördü. Düşünebiliyor musunuz, 5 kişilik bir aileden tam 21 gün boyunca haber alınamıyor, anne-baba ve üç küçük çocuk Ege’nin karanlık suları arasında yitip gidiyor da bu faciadan haftalar boyunca hiç kimsenin haberi olmuyor, kimsenin ruhu bile duymuyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kabul edilebilir bir şey mi?
SÜREGİDEN DAĞINIKLIK VE ATALETİN HİÇBİR MAKUL AÇIKLAMASI OLAMAZ
Yaşananların travmatik etkisinden artık bir şekilde kurutulup Hizmet Hareketi’nin bütün varlığıyla mağdurlara el uzatmak için hızla örgütlenmesi, bu tür durumların gereği neyse onu yapması gerekmiyor mu? Olayların üzerinden 1,5 yıla yakın bir zaman geçtiği halde hala süren atalet, dağınıklık ve koordinasyonsuzlukların makul açıklamaları olduğuna dair beni kimse ikna edemez. Sözün özü, diyeceğim o ki, artık kendimize gelelim! Başka acılar yaşanmasın, başka trajediler hepimizi nefessiz bırakmasın istiyorsak n’olursunuz artık kendimize gelelim!
Başta özellikle öteden beri yurtdışında olanlar, iyi kötü bir çevresi, az çok imkânı olanlar ve yaşanan herc-ü mercin nispeten ilk safhalarında yurtdışına çıkmayı başaranlar olmak üzere hepimiz elinimizi vicdanımıza koyalım ve “Yaşanan dramlar, trajediler karşısında adam gibi topyekûn seferber olabilmek için daha kaç Maden Ailesi’nin yitip gitmesini bekleyeceğiz?” sorusuna samimiyetle cevap verelim.
Geçenlerde yabancı bir sitede benzer içerikli bir yazı yayınlayan genç bir akademisyen arkadaş, dil bilen, dili dönen, eli kalem tutan Hizmet Hareketi bağlantılı yüzlerce akademisyen ve gazetecinin anlamsız bir sessizliğe gömüldüğünden şikâyet edip, böyle bir dönemde böyle bir tavır alanların sorumluluklarının hayatları boyunca yakalarını bırakmayacağından bahsediyordu.
Hakikaten de normal bir zamanda isteyenin istediği tavrı almasının tamamen kendi tercihi olduğu söylenip üzerinde durulmayabilir. Ne profesyonel ne de insani olmayan böyle bir tavır belki saygıyı hak etmese de kabul bile edilebilir. Ama kötülüklerin, şerrin ve zulmün akın akın sökün ettiği böylesine ifritten bir dönemde yetecek nefesi, dökecek teri olup da canhıraş koşturmayanlar, edecek sözü, dönecek dili, yazacak kalemi olup da tek kelime etmeyenler emin olun tarih önünde hesap veremeyecekler ve çok mahcup olacaklar.
ENTELEKTÜELLERİMİZE DÜŞEN TEK SORUMLULUK İÇTEN ELEŞTİRİ MİDİR?
Öte yandan, Hizmet Hareketi’nin ‘creme de la creme’ entelektüellerine düşen tek sorumluluk, haklı-haksız iç tartışmalarla odaklanarak, üstesinden gelebilecekleri türden bir şey olamaz. Bunu yapılan eleştirileri son derece önemseyen, makuliyet zemininde mutlaka sürdürülmesi gerektiğine inanan biri olarak söylüyorum. Bununla birlikte Hizmet Hareketi’nin yanlışlarını içten eleştirenlerin eleştirilerinin hakkaniyeti ve kıymetinin ancak yaşanan zulümlere ve mağduriyetlere dair sarfettikleri gayret oranında anlamlı olacağını da eklemeden edemiyorum. Çünkü, diğer türlüsü her tür makamdan bolca seslendirilen hariçten gazeller niteliğinden öte olamayacaktır.
Onun için diyorum ki, eleştiriniz ya da yaklaşımınız her ne olursa olsun, gelin akıl, bilgi, tecrübe ve birikiminizin en azından bir kısmını oluk oluk kanayan yaralara bir nebze merhem olmaya ayırın. Eleştirdiklerinizin varsa beceriksizliklerini, ki her olayla birlikte bu becerisizliklerin var olduğu daha bir net görülüyor, gidermenin yolu da zannımca buradan geçiyor.
Maden Ailesi’nin başına gelen trajedi, geciken ve hatta işlemeyen refleksimizin, Hizmet Hareketi’nin içinde bulunduğu sürdürülemez durumun adeta bir turnusol kâğıdı oldu. Gelin bu acı teşhisi yapmaktan çekinmeyelim, bu teşhisten gocunup, adını koyanlarda da sakın ola ki art niyet aramayalım. Öndekiler başta olmak üzere, sorunun tedavisi neyse, neyi gerektiriyorsa yapmaktan bir lahza olsun kaçınmayalım. Şayet üzerimize düşenleri yerine getirmeyi şu ya da bu sebeple beceremiyorsak gölge etmeyelim ve varsa becerebileceklerin önünde engel olmayalım.
Sürç-ü lisan ettiysem binlerce insan gibi beni de kahreden küçücük çocuklarıyla yitip giderek cansız bedenleri kıyıya vuran o tertemiz ailenin trajedisine karşı hissettiğim derin isyana verin.
Yazıyı beğendim. Birkac yorum:
* bence verilmek istenen mesaj çok yerinde ve doğru
* bu mesajın egede yaşanılan trajedi ile iliskili verilmesi sanki tam olmamış, başka örnekler sanki daha iyi olurdu, ama olsun, yazının ana fikrine bakmak, ayrıntılara takılmamak gerekir.
* özellikle entellektüellerin yaptıklarına getirilen eleştiri çok yerinde. Ben de katılıyorum. Sadece eleştirerek birşey yaptıklarını zannediyorlar.
* herkese sorumluluğun hatırlatılması güzel. Keşke bu tür sorumluluk hatırlatmaları daha sık yapılsa. Farkında olmuyoruz, unutuyoruz…
* yapılması gerekenler hususunda biraz daha somut ve detaya ihtiyaç var gibi. Yoksa bu ve benzeri çağrılar havada kalabiliyor. Aslında somutlandırma ve detaylandırma işi muhataplar tarafından yapılması gerekiyor ama bu derece fikir çilesi çekecek ne kadar insan var bilemiyorum.
* değişim-gelişim zorlu bir süreç, yıllar boyunca edinilen memur zihniyetinden-ataletten kurtulmak ciddi azim ve sebat gerektiriyor. Çok hızlı olaz ama en önemli olan bu sürece girip girmediğimiz. Asıl soru bu? Yenilenme, dönüşüm, diriliş, diğer bir deyişle gelecek vadediyor muyuz?
* aydın kafaların değişim-yenilenme-diriliş konularına kafa yormalarında yarar var.
* eğer bir yazı bir yazıda sadece eleştiri var ve birşeyler önermiyorsa o yazı bana zararlı geliyor. Ama bu yazıda ana fikir eleştirme değil, yüzleşme olduğu için yararlı olacağını ümit ediyorum.
* Yüzleşmekten kaçtığımız, anlamamakta ısrar ettiğimiz bir gerçek karşımızda duruyor: Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal..
* Biz dış meselelerden, dış güçlerden, Rezadan… medet beklemeye devam edersek, kendimize gelemezsek, özümüze dönemezsek, yenilenemezsek.. zafer kazansak da asıl o zaman kaybetmiş olacağız.
Ne kadar doğru tesbitler inşallah muhtevasına göre davranma kıvamına nail olabilmek dua ve niyaziyla
Sayın Keneş sadede geldikten sonraki cümlenizi tekrar tekrar okuyun her kelimenin anlamını derinlemesine düşünün ve burada yaşananı anlamaya yaklaşmayı umun.
Sayın Keneş,
M yilmaz beyin yorumlarına aynen katılmakla beraber, eklemek istediğim birşey var . Bu dağınıklik koordine problemlerini görüp söyledinizde ‘ sen hizmetimi eleştiriyorsun’ gibi saçma sapan argümanlarla insanlar bastırılıyor ve yapilacak oln birşey varsa da yapilamiyor. Bence önce bu tarz aptallık ve eski kokuşmuş bazı alışkanliklardan vazgeçilmeli. Hürmetler.
.. çözüm bence Rum süresinde . .ilk üç yılı meşakket ve hezimet sonraki üç yılı toparlanma son 3 yılı galibiyet ve zaferdir en iyisini Allah bilir . Ebu Cehil karakterlilerin sonu da Ebu Cehil gibi olur . İnanıyorum ki ohal ile Mekke dönmei abluka dönemi aynı. Ebu Cehili bile aynı. Hatta Bedir’i de aynı olacak diye düşünüyorum. En iyisini Allah bilir.
Aydınlar Ne Yapmalı? Biz Ne Yapıyoruz?
Herşeyden önce ben aydın olduğum iddiasında değilim, ancak bu sorumlu olmadığım anlamına gelmez. İddiaya göre şu anda yurtdışında olan çok nitelikli yüzlerce aydın/akademisyen Hizmet’e yada Hizmet’i temsil durumundaki “abilere” kızgın/küskün oldukları için uzak duruyor ve bu dönemde ellerini taşın altına koymuyorlar imiş. Bu epeyce su götürür bir iddia, bence doğru da değil, ama kötü niyetli olmadğı için, sadece bir eleştiri olarak değerlendirilmelidir. Elhak doğrudur bu kadar okumuş yazmış adamız ama ciddi bir üretim yapamadık, bu kadar akademisyen/gazeteci vs. Batı’ya sığındık ama bir Can Dündar kadar ses getiremedik. Elbette sebepleri var, bunların içinde küskünlük bence önemsiz bir etken ama bu sonucu değiştirmiyor.
Herşeyden önce “ne yapılması gerektiği” konusunda bir belirsizlik var. Bu sadece akademisyen veya gazeteciler için değil, herkes için söz konusu. Kendi kendimize soruyoruz, şimdi ne yapalım? Belki bu soru Hizmet’in bundan sonraki yol haritasını da belirleyecek ve bizi doğruya götürecektir. Genel çerçeveler çizmek yetmiyor, somut adı konulmuş, çerçevesi çizilmiş işler yapmamız lazım. Türkiye’ye dönük, oradakileri informe etmeye yönelik birşeyler yapmak çok zor, oradakileri de riske etmesi de kuvvetle muhtemel görünüyor, bir işe de yaramayacak gibi. Dış dünyayı bilgilendirmek için harekete geçilebilir diye düşünüyorum. Bu konuda şu ana kadar bazı adımlar atıldı ama yurtdışına çıkmış akademisyenlerin buna nasıl katkı yapabileceği hiç belli değil.
Herşeyden önce bu kişiler önce hayatta kalma mücadelesi verdiler. Yurdışına çıkan akademisyenlerin çok azı bekar, genç ve kolayca adapte olabilecek durumdalar. En erken gelenler bile hala geldikleri ülkede stabil bir ortama kavuşamadılar. Birçok kişi geldiğinde ailesi yanında değildi, onların ülkeden çıkışı veya çıkamayışı vs. ile uğraştılar. Ailesi birlikte gelenlerin yerleşme problemleri hala devam ediyor. Tamamen yeni olduğunuz bir ülkede (üstelik de dilini bilmiyorsanız) adapte olmanız hiç de kolay değil. İnternet bağlantısı bulmak bile oldukça zor olabiliyor. Yeni geldiğimiz sırada yani 15 Temmuz’un hemen sonrasında Türkiye’de neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk ve bu lanetlik darbe girişiminden dolayı niçin Hizmet suçlanıyor diye kafa yoruyorduk. Ben bir yıl içinde tam altı defa taşındım. Bu şartlarda ciddi bir üretim yapmak hakikaten zor olsa gerek.
Esas problem kafa karışıklığı. Bu akademisyenlerin nasıl katkıda bulunabileceği konusunda ciddi yol gösterilmesi gerekiyor, bu yapılabilirse ancak o zaman istenilen verim alınabilir. Şu anda ne yapılması ve nasıl yapılması konusundaki kafa karışıklığından dolayı kimse adım atmak istemiyor desek yeridir. Akademisyen veya bürokrat birçok arkadaşın en ciddi handikapı, yapacakları işin Hizmet’e zarar vermesi korkusu. Yani “acaba bu yaptığımız Hizmet prensiplerine aykırı mı” endişesi.
Hangi vasıta ile dünyaya duyuralım? Bizden bu dönem yazmamızı, sesimizi dünyaya duyurmamızı isteyen arkadaşlara kısaca şunu hatırlatmak isterim. Bizim Hizmet dışı/Hizmet’in çatısı altında olmayan bağımsız akademik oluşumlarımız yok, üye olduğumuz Hizmet dışı oluşumlarda biz belirleyici konumda değiliz. Hizmet’in neredeyse bütün kurumları Türkiye merkezli idi ve hepsi kapatıldı. Yurtdışında (ABD hariç) neredeyse hiç akademisyen olmadığını da dikkate almakta fayda var. Yani ekmeden biçilmiyor, akademik meyveler uzun zamanda olgunlaşıyor, 15 Temmuz sonrası yurtdışına çıkıp kendine bir pozisyon bulabilen çok az kişi var. Diğerleri adapte olmaya ve pozisyon bulmaya çalışıyor. Şimdi bunlar için kimseyi kınamanın anlamı yok, şöyle yapsaydık, böyle olsaydı demek de mantıklı değil, çünkü böyle bir facia yaşanacağını kimse bilemezdi, ona göre tavır da belirlenmedi. Şimdiden sonra ne yapmalıyızı tartışmak ve ona göre yol haritası çizmek daha doğru olandır.
Hizmet’i benimseyen akademisyenleri eleştireceksek başka konularda eleştirelim derim. Mesela neden uzun zamandır yanlış gittiğini gördüğümüz bu hususlarda yüksek sesle uyarılar yapmadık? Şu anda bir kısım cılız itirazları bile sindiremeyen epeyce dostumuz var, biz itirazlarımızı nerede duyurabilirdik? Yapsaydık; ki elimizden geldiğince yaptık, ama kamuoyu önünde değil, şu anda da “kamuoyu önünde eleştirmek doğru olur mu” endişemiz var; ne işe yarardı? Şu anda düşüncelerimizi nasıl ve nereden duyurabiliriz? Yıllar önce Zaman Gazetesine gönderdiğim birkaç yorum yazımı yayınlatmayı başaramıştım. Buna karşılık ne idüğü belirsiz bazı tipler (Mazhar Bağlı örneğinde olduğu gibi) Zaman’da uzun süre gedikli yorumcu olabildiler. Daha işler bu safhaya gelmeden Hizmet’e savaş açan bu tipler kim vasıtasıyla ve hangi üstün özellikleri ile gazetede yazmayı başardılar, hatta bizim gazetede yazarak şöhret oldular bilmem mümkün değil.
Kendi çapımda http://www.turkiyedeuniversiteveakademi.blogspot.com/ adlı blogda yazılarımı paylaşıyorum. Katkıda bulunan arkadaşlar olursa onların yazılarını da eklemeye hazırım. Lütfen blogu ziyaret edip katkıda bulunun demekten fazlası elimden gelmiyor. Tr724’ün editörüne e-mail yazarak katkıda bulunabileceğimi bildirdim ama bana dönmediler. Avrupa Zaman kapanmadan bir yazımı yayınlatmayı başarmıştım.
Şayet talep olursa Türkiye’deki akademik yıkımla ilgili Türkçe ve İngilizce yazabilirim. Diğer önerilerinizi lütfen detaylı yazınız.
Saygılarımla,
Hariçten gazel okumak…bu sözü kullanmışsınız yazınızda kusura bakmayın ama bu platformdaki bu tonda yazılan yazıların hakettiği tabir bu.
Öndekiler gerekirse
Gelenleri önüne cekilsin..
Fikrine hocaefendi haric..
Ve yazinin tamamina katiliyirum
* Bunu farkettim ki, yazı yorumları bölümü güzel değerlendirilebilirse yararlı oluyormuş. Özellikle Selim Sağlam beyin yorumlarından yararlandım. Hesaba katmadığımız zorlukları anlatmış. Çok doğru. Eleştirmek veya nasihat etmek kolay ama bir iş yapmak dışarıdan göründüğü gibi kolay değilmiş demek ki. Mazeretlere sığınmak doğru değil ama bu tür zorluklarında farkında olmak gerekiyor. Bazen küçük bir engel büyük şeyleri engelliyebiliyor. Belki de kabuğumuzu kırmamız gereken bir konuda bağımsız hareket edebilme özelliği. Şimdiye kadar biraz beklenti, biraz alışkanlık, biraz korku.. gibi nedenlerden dolayı genelde insiyatif almadık. Zaten almamız da istenmiyordu. Bu durum problem olarak görülmedi, hatta uyumlu, muteber kişi olduk. Yeni durumda da neden insanlar insiyatif almıyor, proaktif davranmıyor, projeler yapmıyor, birşeyler üretmiyor diye eleştiriyoruz. Sebebi az çok belli. Alışık değiller ve dışlanmaktan korkuyorlar. Ama bu alışkanlık ve korku ile yüzleşmek ve üzerine gitme zamanı geldi. Bence artık insiyatif alma, proaktif olma, düşünme, üretme, cesur olma zamanı…
Yazı ve sonrasındaki yorumlar güzel Yenilenebileceğimiz ümidindeyim
Bu sıkıntılar cürüyüşten bizi kurtaracak gibi
* Lafı uzatmaya gerek yok aslında gidişat çok olumlu ve ümit verici
bence hizmete gonul vermis ya da disaridan bakip yorumlayan insanlarin en buyuk ozelligi, cemaati bir butunden tesekkul etmis insanlardan ziyade, tek bir birey gibi gormesi ve bu bireyden bazi cikislar yapmasini istemesi. mesela eger hizmet icerisinde koordinasyon eksikligi varsa, neden cemaat sunu yapmiyor ya da neden abiler bu konuda su adimi atmiyor demek yerine, etrafindaki insanlarla istisare edip ne adim atilmasi gerekiyorsa yapilmali. ayni sey akademisyenler icin de gecerli. su su yanlis, bunlar dogru degil diye elestirmek yerine, oturup proje uretip dogrusunu yapip gostermeli.
Spor yazıları hariç tüm yazıları okumaktan derin zevk aldığım gibi, hatta daha da fazla (benle de ilgili olduğu hasebiyle) dikkatle okudum bu satırları. bence ciddi derecede hak var. (Ancak Selim Hoca’nın da hakkı yenmemeli.)
1.Her şeyden önce 15 Temmuz tiyatrosu (menfur darbe girişimi falan değil, sadece ve sadece tiyatro tiyatro) gelişi sezinlenmeliydi. Hem de tüm aktörleriyle beraber. Bu basiretle alakalı bir mefhum kanaatimce. Ve olgu sosyologlarla derinden ilgili. Diyeceğim o ki, sosyoloji bağıntılı akademikler, gazeteciler, ağırlığı olan kültür yoğunluklu abiler, ve ciğeri yanan gönüllü her şahıs bu olayı görebilme adına çaba harcayacaktı. Amma, olmadı.
2. Bu yenilgiyi bence ilk etapta “Artık elinizdeki değerler TR’de tutmayacak, çıkın dışarı. Değerlerinizi [ila-i kelimetullah adına] medeni insanların bulunduğu batıda serdedin” borusuydu. Zira artık 2., 3. evler, modelli arabalar, yazlıklar vs vs fikirleriyle (Türklük[!] diyebiliriz) bu bataklıkta çürüme hızlanmıştı kendi aramızda. Resmen köklerimizi bu bataklığa saplayıp hizmeti sözümona burada terennüm eder olmuştuk. AK müspetler gibi. Hizmete bundan daha büyük ihanet belki de itirafçılıktır, bilmiyorum, ötede tebeyyün edecek.
3. Hadi 15 Temmuz geçti, yaşananlara ne demeli? Korkup kopan yüzbinlerce insan olduğuna eminim. Çünkü çok duyuyorum. Korkunun 15 Temmuzun esas amacı olduğunu ŞAKİRDler ne zaman anlayacaklar? NE ZAMAN? Korku ile imanın iyi örtüşmediğini? Yok birbirleriyle irtibatlarını keserler, yok numaraları silerler, yok AKmış gibi davranırlar, yok yolda görünce yollarını değiştirirler, yüz çevirirler, yok “iyi ki yurt dışına çıkmamışız” derler, yok “ben artık salak değilim” derler, yok “artık hayatımıza yalnız devam edeceğiz” derler, yok “böyle ihanet olmaz” derler, yok “ben içerideyken kimse yoktu” derler…. Hatırlanırsa 17-25 sonrası TR malzemesinden bahsediyorduk. Bu malzemeye ne demeli? Ben Tr’deyim şu an. Çıkamadık. Sokaklardan akan irinden ziyade içimizdeki bu pis kokular beni rahatsız ediyor. dahasını söylemeyeceğim, büyüğümüz kendi hakkını ötede alsın.
4. Yurtdışı. Ve “Aaah vatanım” “Aaah evlerim, akrabalarım” diye bataklık özlemi çeken köylü tiplemeler. Bunlardan mı medet umacağız? Evet, ne yazık ki evet. Laflar bunlara aslında. Boru yurt dışı için çalmıştı. Dolayısıyla yurt dışı, yani batı medeniyeti için vakit kaybetmeden çalışmalara başlanacak. Bu hususta ne yapılmalı, detaylandırılmalı kanaatimce. Örgün bir şekilde her olaya müspet refleks verilebilmeli. hadiseler batıya bihakkın ve fakat ulusal basınlarına manşet olabilecek kadar anlatılabilmeli. Önce batının lisanı bihakkın öğrenilmeli. Bunun için vakit kaybına tahammül yok. Hizmetimiz lisan için çok geride kaldı ne yazık ki. Çıkış, kimseden medet ummadan, Canab-ı Hakka teveccühle, Efendimizin yolunu takibederek, hizmetimize tam ittiba ile ve korkusuzca olacaktır. Hürmetlerimle…
Hacı abi iyi tamam da tavsiyen nedir? Hizmet ile ilintili insanlar ‘kedi sevenler dernegi’ dahi kursa tutuklanir. Ne yapmalı, nasıl yapmalı? Bu konuda yorum yapmamissin.
Sayın Keneş,
Umarım, son bölümlerdeki temennileriniz yazılı halde camianın gelen evrak bölümüne bırakılmış ve haftalık icra kurulu toplantısında 128.426 no’lu gündem maddesi olarak kayda alınmıştır. Umuyorum dedim , ama zannederim böyle bir şey yok. İslama ve Allah’a etkin şekilde hizmet etmek istiyorum diyen herkes camiaya girmiştir. Yoruldum artık kendi işime gücüme bakayım diyen de çıkmıştır. Bunun dışında yapılan tüm kollektif çalışmalar küçük büyük projelerdir ve istişare ile “olsun” veya “olmasın” denebilir. Bazen sorulan kişi olsun der, çalışılır, bazen de bu beni aşıyor der, başka birine sorulur, ona göre yine çalışılır. Bu kadar basit. Cemaat çok suçludur, cezasını çekmesi lazım deyip önüne gelene saldırıp zulüm ve işkence etmek ne kadar yüzbinlerce belki milyonlarca insanı hayalinde tüzel kişileştirmek ne kadar akla , adalete ve hukuka uzaksa. Aynı içeriği belirsiz ve değişken topluluğa “ey cemaat kalk, silkelen, kendine gel ve bu işlere müdahil ol” diye bağırmak, o derece ortada terör örgütü diye nitelendirilebilecek bir örgütün olmadığının ispatı bence. Çünkü eğer öyle olsaydı, bu yazıyı yazmak yerine örgütün bu işlerden sorumlu üyesi kimse ona mail atıyor olurdunuz. Tabi ki bir organizasyon var, birtakım insanlar birşeylerden sorumlu, bunun, çoğumuz biliyoruz, ama bu şeyler hep, okul dershane açma, arsasını vs. Bulma, insan kazanma ekseninde işlerdir. Çeşitli yollarla sınırı geçme, geçmek durumunda olanların yolculuklarını organize etme, devletin hukuksuz ve ölçüsüz tutuklama ve aramalarından saklanma gibi işlerde bu insanlar acemidir, ve bu tür şeylerde Bilgi ve tecrübeleri pek yoktur, buna rağmen çok sayıda (binlerce) masum insan bu zulümden kaçıp kazasız belasız gidebilmiştir. Sizin bu yazıyı kaleme alırken ki ıstırabınızı biliyorum, çünkü aynısıyla muhatabım, ama camiayı oluşturan insanlar, bu gibi trajedilerin hesabına dair soruların gerçek muhatabı değildir bana göre.
Sürç-ü lisan ettiysem
Siz de beni affedin
Selamlar
Ondekiler golge etmesin yeter.surec gelir gecer allah ihlasli gorunupte gurur kulelerinde yasayanlardan hizmeti muhafaza etsin
Eyvallah Allah senin gibilerin sayısını artırsın
Hobbit kardesim surec gelir gecer dogrudur, hepimiz kader karsisinda teslimiyetciyiz ama irademizi ortaya koymali degil miyiz? Zulum yapana yapma, hata isleyene isleme demicek miyiz? Yoksa siz de mi ‘liyakat degil sadakat esas’ diyenlerdensiniz
‘Hizmet Hareketi’nin yanlışlarını içten eleştirenlerin eleştirilerinin hakkaniyeti ve kıymetinin ancak yaşanan zulümlere ve mağduriyetlere dair sarfettikleri gayret oranında anlamlı olacağını da eklemeden edemiyorum.’ Dediginiz kesinlikle insafli ve hakli bir tesbittir, kaleminize saglik. Hepimizi derinden yaralayan Maden ailesi drami sizi de etkilemis ki vicdaniniz ciglik olup yaziya dokulmus. Yazabilen yazmali, soyleyebilen soylemeli; amenna. Akademyasindan esnafina hizmet hareketinin ozgur ve tehlikede bulunmayan her ferdine gorev dusuyor. Ki okur yazar orani hatta dijital (internet) okur yazar orani yuzde 90-95’lerde olan bir topluluk oldugumuz hesaba katildiginda bunun etkisi cok onemli. Benim bir onerim olacak; bu platformdaki yazi ve yorumlari okuyunca bu fikirlerden cok meyveler devsirilebilir, pratik hayata dokunabilecek faydali tesbitler cikartilabilir bunu gordum, acaba Herkul sitesinde yorum sayfasi acilsa nasil olur. Turkiye ve dunyanin degisik yerlerindeki hizmet sevdalilari yasadigimiz surecle ilgili tecrubelerini, fikirlerini, yardim cagrilarini, onemli haberleri olusturulacak platformda paylassa.. Elbette kacak girip kem sozler sarfedecek, moral bozacaklar cikacaktir; moderatorler onlari insaf ve etik suzgecinden gecirip sansurleyebilir. Kimbilir boylece Meydan ailesi trajedisinin bir daha yasanmasina engel olacak bir sinerji agi, haberlesme ortami ortaya cikabilir.
Yazınıza kızacaktım
Eleştirecektim
Yazınızın şu kısmını okuyunca vazgeçtim:
“””””” Öte yandan, Hizmet Hareketi’nin ‘creme de la creme’ entelektüellerine düşen tek sorumluluk, haklı-haksız iç tartışmalarla odaklanarak, üstesinden gelebilecekleri türden bir şey olamaz. Bunu yapılan eleştirileri son derece önemseyen, makuliyet zemininde mutlaka sürdürülmesi gerektiğine inanan biri olarak söylüyorum. Bununla birlikte Hizmet Hareketi’nin yanlışlarını içten eleştirenlerin eleştirilerinin hakkaniyeti ve kıymetinin ancak yaşanan zulümlere ve mağduriyetlere dair sarfettikleri gayret oranında anlamlı olacağını da eklemeden edemiyorum. Çünkü, diğer türlüsü her tür makamdan bolca seslendirilen hariçten gazeller niteliğinden öte olamayacaktır. Onun için diyorum ki, eleştiriniz ya da yaklaşımınız her ne olursa olsun, gelin akıl, bilgi, tecrübe ve birikiminizin en azından bir kısmını oluk oluk kanayan yaralara bir nebze merhem olmaya ayırın. Eleştirdiklerinizin varsa beceriksizliklerini, ki her olayla birlikte bu becerisizliklerin var olduğu daha bir net görülüyor, gidermenin yolu da zannımca buradan geçiyor. “””””””””