Bu yaz olmasa da bir gün mutlaka: 10 yeryüzü cenneti

GEZİ | M. NEDİM HAZAR 

Bazı yerler vardır, sanki cennetten kopan bir parçadır. İnsanoğlu yaratıldığı günden beri hırpalayıp yok ettiği dünyada Allah’a şükür ki her yere ulaşıp, bozamamış. Dünyanın pek çok yerinde hala doğal alanlar tüm muhteşemliğiyle ziyaretçilerini bekliyor. İşte size cennet statüsünden 10 belde…

Saklıkent Kanyonu (Türkiye):

Saklıkent Kanyonu aslında medeniyete çok uzak olmayan, ancak bugüne kadar doğal korunması mucize eseri başarılmış nadir mekânlardan biri. Antalya merkezine 190 km, Fethiye’ye ise 45 km uzaklıkta. Saklıkent’e, Fethiye-Antalya karayolu istikametinde gidiyorsanız eğer, Seydikemer’den sağa dönerek yaklaşık 21 km yolculuğun ardından ulaşabiliyorsunuz.

Bu cenneti ziyaret etmenin küçük bir bedeli de var. Ama değiyor inanın. En son giriş ücretli, yetişkinler için 13, öğrencilere 6,5 TL olarak belirlenmişti. Kanyonda yürümek isteyenler için altı sert ve kaymaz sağlam ayakkabının çok önemli olduğunu belirtelim. Eğer ayakkabınızı getirmeyi unutursanız, kanyon ağzında yer alan kafede altı kaymaz plastik ayakkabılar kiralanabiliyor. Burada aynı zamanda kaya parçacıklarının düşme tehlikesine karşı baret de kiralamak mümkün. Kanyon sularında giysilerinizin ıslanma ihtimali yüksek olduğundan, şort ve sade bir tişört giymek yapılabilecek en iyi tercih…

Kanyonun uzunluğu 18 kilometre, yüksekliği 150-600 metre arasında değişiyor. Genişliği yer yer 2 metreye kadar düşen kanyonun, en çok 90 metreye kadar ulaştığı belirtiliyor. Kanyon önceleri Karaçay olarak bilinirken, 1990 yılında Ekrem Uçar isimli bir çoban tarafından keşfedilmiş ve sonrasında TRT’nin katkılarıyla bu doğa harikası kanyon bölge turizmine kazandırılmış. Kanyon ağzına taşkın akan suyun üzerine sol tarafta kalan vadi yamacına monte edilen yaklaşık 200 metre uzunluğunda demir profil destekli ahşap köprü üzerinden yürüyerek ulaşıyorsunuz. Köprüden geçiş sırasında nehrin coşkusu ve yüksek kayaların ihtişamıyla ortaya çıkan muhteşem görüntü, oldukça heyecanlandırıcı. İki yamaç arasında dalgalanan dev Türk bayrağı da bir kat daha artırıyor heyecanı.

Saklıkent Kanyonu’nun giriş kısmı oldukça geniş bir alan. İri kayalar arasından çok güçlü ve coşkun akan kaynak suları büyüleyici görünümüyle fotoğraf karelerinin vazgeçilmezi olmuş. Özellikle bu bölümde, ziyaretçilerin, kâh suların içindeki iri kayaların üzerine çıkarak kâh küçük çapta şelaleler oluşturan kaynak sularının çıktığı noktalarda diz üstüne varan sulara ayaklarını sokarak fotoğraflar çekip anı ölümsüzleştirme çabaları görülmeye değer!

Braşov (Romanya):

Eğer bir şekilde yolunuz Romanya’ya düşerse gizemin ve tarihin enfes güzelliğinin beraber sahne aldığı tarihi kent Braşov’u asla pas geçmeyin.

Romanya’nın güzel şehirlerinden olan Braşov, tarihi ve modern bir havaya sahip. Transilvanya’nın topraklarında bulunan Braşov’da ortaçağ esintileri bulmak mümkün. Avrupa’nın ‘Drakula’ olarak efsaneleştirdiği Kazıklı Voyvada’nın şatosunun bulunduğu şehir ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor. Gizemli şatolar, kulelerle bir zaman yolculuğuna çıkmak isterseniz burası tam size göre!

Tarihçilere göre; Osmanlı Devleti’nden ödü kopan Macar kralı zamanında, Transilvanya’yı koruması için bir Alman kökenli şövalyelerden yardım istemiş. Ama Transilvanya’nın asıl ünü Avrupa’nın Drakula nam-ı değer Kazıklı Voyvoda’dan gelmekte. Karpat Dağları’nın bir uzantısı olan Tâmpa Dağı, şehrin silüetini oluşturuyor. Zaten şehre girer girmez fark edeceğiniz afili Braşov yazısı aynı zamanda bir seyir terası. İster teleferikle, ister dolambaçlı dağ yollarından yürüyerek buradaki dinlenme tesisinde manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.

Daha sonrasında şehrin Arnavut kaldırımlı sokaklarında gezerek yemyeşil dağ manzarasının tadını çıkarmak size kalmış. Gezerken Strada Sforii’ye de uğramayı unutmayın. 17. yüzyılda itfaiyecilerin geçmesi için yapılmış, dünyanın en dar sokaklarından birisi burasıdır. Sokak, 1.32 metre genişliğinde ve 83 metre uzunluğunda. Şehirde bulunan en büyük ibadethane olan Siyah Kilise, şehrin en etkileyici yapısı. İstanbul- Viyana arası en büyük gotik kilise. 1989’da Romanya’nın komünizme karşı devriminden kalan kilisenin iç duvarlarındaki kurşun izleri de başka bir detayı.

Tianmen Dağı (Çin):

Eğer vaktiniz, imkanınız ve cesaretiniz varsa, bu tatilde epey uzağa, yeryüzündeki cennet kapısı olarak bilinen Tianmen Dağı’na uzanabilirsiniz. Çin’in Zhangjiajie, Hunan Eyaleti’nde bulunan Tianmen Dağı, en çok tanınan turistik yerlerden. Tianmen Dağı, büyüleyici manzarası ve etkileyici hikâyesiyle tüm ziyaretçilerini kendisine hayran bırakıyor.

Dağ adını özel bir hikâyeden alıyor: Anlatılanlara göre; M.S 260 yılında, dağdaki Tianmen mağarasının duvarının yıkılmasına tesadüfen tanık olan bir yerel yönetici, dağı gökyüzüne açılan bir kapıya benzetmiş ve bu durumu imparatora bildirmiş. Bunu şans ve uğur işareti olarak düşünen imparator çok sevinmiş ve dağa “cennet kapısı” anlamına gelen Tianmen adını vermiş.

Fakat durun, burayı ziyaret etmek istiyorsanız iyi bir kondisyona sahip olmanız lazım! Zira buraya ulaşmak için yaklaşık 11 kilometrelik bir tırmanış gerekiyor. Eğer “kusura bakmayın ama bunu yapamayız” diyorsanız o zaman dünyanın en uzunu olarak kabul edilen, 7.455 metre mesafeyi 1.279 metre yükseklikten geçen teleferiği kullanabilirsiniz.

Bitmedi: her güzelliğe ulaşmanın bir zorluğu ve bedeli olacak tabi! Teleferikten sonra tırmanmanız gereken birçok merdiven daha var. Eğer başarırsanız Çinlilerin deyimiyle Tanrı’ya en yakın noktaya ulaşmış oluyorsunuz. Tianmen dağına inşa edilen ve turistlerin ilgisini en çok çeken yer olan cam tabanlı patika, 1.432 metre rakımda ve 60 metre uzunluğunda. Her yıl pek çok turiste muhteşem bir manzara cam tabanlı yol, ziyaretçilere adeta havada yürüyormuş hissini veriyor. Yalnız yükseklik korkunuz varsa cesaretinizi epey toplamanız lazım, zira kırılmaz camdan yapılmış köprüden muhteşem manzarayı izlemek her babayiğidin harcı değil!

Cennet-Cehennem Çökükleri (Türkiye):

Bulutların üzerinde yürümek fikri size cazip gelmedi, diyelim ki yükseklik korkunuz var, peki yerin 30 kat altında bir geziye ne dersiniz?

Tarihin bilinmeyen dönemlerinde belki de pek çok korkutucu hadiseyi bilmiyoruz. Ancak, coğrafi alanlardaki oluşumlara bakarak bir takım tahminlerde bulunabiliyorlar konunun uzmanları. Cennet ve Cehennem Çökükleri de pek çok efsaneye kaynaklık etmekle beraber, muazzam ve benzersiz bir yapıya sahip turistik alanlarımızdan.

Mersin Silifke yolu üzerinde Narlıkuyu Mahallesi yakınlarında bulunan Cennet-Cehennem çökükleri, her yıl çok sayıda kişi tarafından ziyaret ediliyor. Doğal yollardan oluşan bu iki büyük çukur; obruk, mağara ve çökük gibi isimlerle de anılıyor. Ayrıca efsaneye göre Antik Yunan Çağı efsanelerinden Typhon’un burada yaşamış olduğuna inanılıyor. Mitolojiye göre Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u buradaki bir kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre Cehennem çukurunda hapsetmiş.

Yaklaşık 110 metre derinliğine sahip olan Cehennem çukuru, karstik (aşınıma karşı dirençsiz, kolay eriyebilen) kayaların, yeraltı akarsuyunun, yine açmış olduğu bir yeraltı mağara sistemi tavanını aşındırıp, çökmesiyle oluşmuş. Obruğun tabanından, batıdaki Cennet obruğunun altına yönelen bir yeraltı akarsuyu geçiyor. Cehennem çukurunun ağız çember çapları 50 m ve 75 m, derinliği 110 metre. Kenarları içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün değil. Cennet çöküğüne göre daha dar ve dik olmasından dolayı tabanına inilemiyor. Ancak özel dağcı ipi veya esnek merdivenle inip çıkmak mümkün.

Gelelim Cennet kısmına. Cehennem çukurunun yaklaşık 200 metre güneybatısında yer alan Cennet obruğu bir yeraltı deresinin yol açtığı kimyasal erozyonun etkisiyle tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 ve 110 metre olup derinliği 70 metre. Çökük tabanının güney ucunda 200 m. uzunluğunda ve en derin noktası 135 m. olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir de kilise var.

Bölgeyi ziyaret eden Hıristiyanların ilgisini daha çok çeken Meryem Ana Kilisesi’nin çatısının bulunmaması ilginç bir özellik. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında bir yeraltı deresinin sesi duyuluyor. Cennet mağarasının bitimine yakın bir yerdeyse Hellenistik dönemden kalma bir Zeus Tapınağı olduğu belirtiliyor. Merdivenli yolun da bu dönemden kaldığı sanılıyor. 

Como Gölü (İtalya):

Biliyoruz, özellikle doğal güzellikleri anlatırken kullanılan en çok kelimelerden biridir cennet. Aslında haksız da sayılmayız, zira insanoğlunun kirletmediği, bozmadığı her yer birer yeryüzü cennetidir. İtalya’nın kuzeyindeki Como Gölü; güzelliği, sakinliği ve sessizliğiyle cennetten bir köşe…

İsterseniz buraya nasıl gideceğinize dair biraz yol tarifi yapalım:

Milano’ya yakınlığı ile bilinen Como Gölü‘ne kent merkezinden trenlerle ulaşabilirsiniz. Trenord treni ile 30 dakikada varabileceğiniz bölgeye, Cadorna’dan kalkan Trenitalia ile 1 saatte varabiliyorsunuz. Como’ya araç kiralayarak veya kendi arabanızla da gidebilirsiniz. Menaggio, Varenna ve Bellagio gibi göl çevresindeki kasabalara ulaşım için vapur kullanılabiliyor. Brunate’e ise füniküler ile çıkılabiliyor. Günübirlik gezilerin yapıldığı bölgede doyasıya dinlenmek isteyenlerdenseniz, birkaç günlük planın sizin için yeterli olacağını tahmin ediyoruz. Gördüğünüz gibi yeter ki gitmek isteyin, bütün yollar Como’ya çıkıyor!

Lombardiya’da; İtalya‘nın kuzey kısmında bulunan Como Gölü, tam 146 metrekare büyüklüğünde. Alp dağlarının eteklerinde yer alan göl, lades kemiği şeklinde. İtalya’nın en büyük 3. gölü olan Como, dört mevsim ziyaretçilerini ağırlıyor. Yaz ve bahar ayları bölgede hareketlenme görülürken, kışın sakinlik arayanlar gölün ıssızlığında dinlenmeyi tercih edebiliyor.

Yaz aylarında ise dinlenme mekanlarında yer bulmak, otellerde oda ayarlayabilmek için ise şansınıza güvenmelisiniz. Gölün asıl sezonu suyun ısısının arttığı Temmuz – Eylül arası. Yağmurları ile meşhur olan doğa harikası alana giderken, ziyaretçilere şemsiyelerini almayı unutmayın, zira günün herhangi bir saatinde hava inanılmaz berrakken sürpriz yağmura yakalanmanız mümkün.

Gitmişken, Como şehir merkezini ve göl çevresindeki kasabaları da gezebilirsiniz. Bellagio kasabası, turistik yapısı ile dikkat çekiyor. Lüks restoranlar, oteller ve yerleşim yerleri size hitap ediyorsa kasabaya muhakkak uğramalısınız. Arabayla 30 dakikada gidebileceğiniz kasabaya vapur ile de ulaşabilirsiniz.

Kentin meydanlarında pili icat eden Como’lu fizikçi mucit Alessandro Volta’nun anıtını görebilir, Piazza Duomo’da bulunan Como Katedrali’ni ziyaret edebilirsiniz. S. Fedele Bazilikası’nı keşfedebilir, hem tarihi hem doğal hem de turistik güzelliklerin kenti olan Como’ya hayran kalabilirsiniz. Son olarak Brunate’e çıkarak tepe manzarasını izleyerek Como’ya veda edebilirsiniz. 

Cancún (Meksika):

Bu kez epey uzaklara, Amerika kıtasına uzanıyoruz ve “Cennet” parantezine alabilecek bir muhteşem yerden bahsetmek istiyoruz: Cancun… Meksika’nın Yucatan Yarım Adası’nın kuzeydoğu ucunda bulunan Cancun,  Karayip Denizi’nin kıyısında bulunuyor ve Maya medeniyeti, tarihi, beyaz kumlu plajları, palmiye koruları, mercan kayaları ve su altı heykel müzesiyle öne çıkıyor. Kafanızı dinlemek ve huzurlu bir tatil yapmak istiyorsanız Cancun tam da size göre bir yer…

Kökleri 4 bin yıl öncesine kadar uzanan, Maya’ların yaşam alanı olan bu bölge, adım attığınız ilk dakikalarda mistik havasıyla size etkiliyor.  O tarihlerde, balıkçılık ve tarımla geçimlerini sağlayan, bıraktıkları eserlerle astroloji, fizik ve matematik zekalarıyla ön plana çıkmış olan Maya’lar, yıllardır ülkenin en önemli turizm geliri kaynaklarını oluşturuyor. Cancún,150’yi aşkın oteliyle yılda yaklaşık 4 milyon turisti ağırlıyor. Bu kadar çok otelden mutlaka bir kaçı sizin bütçenize göre olacaktır.

Cancún şehrine Avrupa’dan ulaşım çok rahat. Air France ile Paris veya Atlanta aktarmalı olarak Cancun Havalimanı’na iniyorsunuz. Paris üzerinden gelirseniz transit vizeye ihtiyacınız yok ancak Atlanta üzerinden Amerika vizesi şart. Meksika Türk uyruklulara vize uygulamıyor diyebiliriz. Zira internet üzerinden 5 dakikada  elektronik vizenizi alarak ülkeye giriş yapabiliyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri geçerli vizesi olanların ise bunu yapmasına bile gerek olmuyor.

Oldukça büyük bir bölge olan Cancún’da tek otoyol var ve ulaşım çok rahat. Alternatifi olmayan bu yollarda kaybolmanız mümkün değil. Ancak otoyolda dikkat etmeniz gereken en önemli şey, benzin deponuzu ilk fırsatta doldurarak uzun yola çıkmak. Zira otoyola girdikten sonra, kilometrelerce herhangi bir tesis bulunmuyor.

Cancun’da aradığınız her şeyi bulmak mümkün. Deniz, dalış, eğlence, macera aktiviteleri, tarih, dinlence ve tabii ki Meksika yemekleri… Eğer otantik maya uygarlığının izlerini arayacaksanız, turistik otel bölgelerinden biraz ayrılmak zorundasınız…

Bay of Fundy (Kanada):

Bir sahil düşünün ki en fazla 6 saat yüzebiliyorsunuz, sonrasında sular çekiliyor ve aynı alanda yürüyüşe çıkmanız mümkün. Birkaç saat önce ayaklarınız yere değmezken, şimdi kumların üzerinde ürpererek adım atmanız mümkün. Kanada’nın gizemli kayalıkları Bay of Fundy’den bahsediyoruz.

New Brunswick ve Nova Scotia eyaletleri arasındaki Fundy Körfezi, efsaneleri, sıra dışı görünümlü kayalarıyla ünlü. Sular yazın altı saatte bir 17 metre yükseliyor. Çekildiğinde okyanus zemininde yürünebiliyor. Körfez Dünyanın Yeni 7 Harikası listesinde 28 aday arasında.

Fundy kelimesinin kökeni kimilerine göre Fransızcadaki “fendu” yani yarık, kimilerine göre ise Portekizcedeki “fondo” yani baca, huni sözcükleri. Ay ve Güneş’in çekim gücü Fundy’de harikalar görüntüler oluşturuyor. Körfezin son kısımları daraldığı ve sığlaştığı için okyanusun suları “gel-git rezonansı” etkisiyle daha güçlü bir gel-git oluşuyor. Sular çekildiğinde, tepedeki gözlem platformundan rahatlıkla görülebilen dev kayalar saksı gibi tuhaf şekillerde. İsimleri de dikkat çekici: Fil Kayası, Kayınvalide, E.T. , Sevgili Yayı… Fil Kayası ne yazık ki bir süre önce erozyona yenik düşmüş, yok olmuş.

Gel-git safhasında okyanustan 2 milyar metreküp civarında tuzlu su, 151 kilometre içerilere uzanan körfezi doldurup dünyadaki en yüksek gel-gitleri oluşturuyor. Su saatte 3.5 metre hızla yükseliyor. Bu olay her gün, hatta günde iki kez yaşanıyor. Her aşama yaklaşık altı saat sürüyor. Mevsime göre gelgit saatleri değişiyor. Fundy Körfezi’nde gelgitlerin başlangıcının yaklaşık 13 bin yıl önceye, buzul çağının sonlarına uzandığı tahmin ediliyor. Dev kayaların altını deniz suyu gelgitlerle oymuş. Yağmur, soğuk, rüzgâr ise üst kısmını. Sayısız mağara ve tuhaf kaya oluşumu çıkmış ortaya. Meşhur Saksı Kayalıkları böyle doğmuş.

Fundy’de “gel” aşamasında sular 17 metre, yani beş katlı apartman kadar yükseliyor. Rekor 21 metre. Körfez suyla dolduğunda, botla turlar düzenleniyor. Çekildiğinde kumlar üstünde yürüyüşe çıkılıyor. Gel-git saatleri körfezin sahile açılan her noktasında dikkat çeken tabelalarda yazıyor. En güvenli zaman, sular tamamen çekildikten sonraki dönem. Okyanus zemininde yürürken sular yükselmeye başlarsa, asla yamaçlara tırmanılmaması tavsiye ediliyor. En iyi yöntem bir kayaya tutunup suların çekilmesini beklemek.

Kanadalılar bu güçlü gel-git olayını değerlendirmenin yolunu bulmuş. Enerji üretiyorlar. Fundy, genellikle sisler içinde. Gelgit etkisi kıyıda farklı manzaralar oluşturuyor. Sahilde balık restoranları yer alıyor. Fundy’de deniz ürünü bol, fiyatlar ucuz.

Hay-On-Wye (Galler):

Bir kasabada neredeyse tüm evler kitaplarla dolu. ya da bir kütüphane düşünün ki kasabanın her tarafına yayılmış. İşte Hay-On-Wye dünyanın en ilginç tatil beldelerinden biri. Çünkü kasaba ağzına kadar tıka basa kitaplarla dolu.

Galler’de bulunan Hay-on-Wye adlı kasaba, büyük bir kitap koleksiyonuna ev sahipliği yapan yemyeşil bir yerleşim yeri. İkince el kitaplardan nadir bulunan kitaplara kadar birçok kitaba sahip olan kasabada, kitaplar sokaklarda ve bahçelerde serpilmiş durumda. Nüfusu bin 500 kadar olan kasabada tam 40 farklı kitabevi bulunuyor. 30 yıldan beri kitap festivali düzenlenen bu kasabaya, yıllardır ünlü yazarlar ve kitapseverler akın ediyor. Yani hem tatilci hem de kitap meraklısıysanız bu ilginç kasabayı ıskalamamanız lazım.

Kasabanın tarihçesi de çok ilginç: Richard Booth isimli kitapları seven bir adamın 1962’de, bulunduğu bölgede ilk ikinci el kitapçısını açtığında kasabanın kaderini değiştireceğinden habersizdi. 1962’de parasız aristokratlardan ucuza satın aldığı değerli kitapları kasabada satmaya başlayan Booth, kasabayı zaman içerisinde birçok kitapseverin akın ettiği kitap kasabasına dönüştürüyor.

Kitap dükkânını açtıktan sonra 10 sene kadar bir sürede Booth, Hay kalesine taşınıyor. Booth daha sonra kendisini bağımsız Hay-on-Wye kralı ilân edince, bu kasabanın popülerliği de son derece artıyor. Bunun sonucunda Hay-on-Wye binlerce kitaba ev sahipliği yapan ve milyonlarca turisti ve kitapseverleri misafir eden bir kasabaya dönüşüyor.

1970’e kadar artan kitapçı sayısıyla bu yılda Hay-on-Wye uluslararası olarak kabul edilen “Kitap Kasabası” unvanına sahip oldu. Her yıl yaklaşık 1 milyon turisti misafir eden Hay-On-Wye kasabası, Hay Festival of Literature & Arts isimli bir festivalle gelen kitap meraklılarını da ağırlıyor. Bu küçük kasabayı festival zamanında ziyaret etmek isteyenler yer bulabilmek için aylar öncesinden rezervasyonunu yaptırmak zorunda. Ayrıca, şehir içerisinde kamp malzemeleri satan dükkanlar da mevcut.

San Blas Adaları (Panama):

Bir tatil beldesi düşünün ki, bağlı olduğu devletin kanunlarından bağımsız, kendi ihtiyaçlarına göre çıkardığı kanunlarla, oranın yerlileri tarafından yönetiliyor. yine öyle bir belde düşleyin ki, buranın özellikle çevre ve hijyen kanunlarına uymadığınız an, dünyanın en zengini bile olsanız bir daha o beldeye ayak atmanıza asla izin verilmiyor. İşte Panama’nın San Blas Adaları böylesi bir cennet bölgesi.

Ülkenin Atlantik kıyılarında, yani Karayip denizinde yer alan, yaklaşık 360-380 adet irili ufaklı ada. Bu adaları kirletirseniz ya da insan eli değmiş izlenimi verirseniz Kızılderili Kuna Yerlileri tarafından adaya girişiniz engellenebilir, ada ziyarete kapatılabilir.

Adalar Panama’nın Kuna Yala bölgesinde yer alıyor. Yani Panama sınırlarında fakat kendi içerisinde bağımsız bir bölgede… Bu bölgede Panama Devleti’nin kanunları geçerli değil, yerliler kendi kuralları ile adaları yönetiyorlar.

Kuna Yala’lı yerliler de çok enteresan ve soyları çok azalmış durumda. Kafaları normale göre daha büyük, boyları ortalama 1.50 olan bu kabile Afrika’daki Pygmies kabilesinden sonra en kısa 2. kabile. Yerel kıyafetleriyle gezen, burunlarının güzellik temsilcisi olduğuna inanan, bu sebeple burunlarında boya ve halka olan yerli kabileler günümüze kadar modern hayattan uzak şekilde, kendi yaşam tarzlarını değiştirmeden gelmişler.

Panama City’den çıkıp San Blas tepelerini aştığınız noktada Kuna Yerlileri’nin kontrol alanları mevcut. Bu noktada hem giriş ücreti alıyorlar, hem de pasaport ve kimlik kontrolü yapıyorlar. Bu sebeple yolunuz bir gün San Blas adalarına düşerse yanınıza pasaportlarınızı almayı unutmayın.

Bölgede maksimum 40 adada yerleşim var, diğerleri kum ve palmiyeden ibaret. Bazı adalarda sadece 1 aile yaşıyor, bazıları ise daha kalabalık. Yerel halk gelirini adaya gelen turistlerden sağlıyor.

Adaya giriş yaptığınız anda ayakbastı parası alınıyor, yemek servisi ve konaklamaya göre ücretlendirme yapılıyor. Tabi bazı adalara daha fazla turist gidiyor, bazılarına ise daha az. Bu sebeple adil olabilmek için aileler belirli dönemlerde adalarını değiştiriyor.

Yerel halkın yoğun olarak yaşadığı ve kendi başkentleri saydıkları El Porvernir adasında daha yoğun bir yerleşim var. Adaların çoğunda elektrik ve temiz su yok. Kızılderili kültürüne bağlı şekilde yaşayan Kuna Yerlilerinin yoğun şekilde yaşadıkları adada hastane, kilise ve banka bulunuyor. Yeni dünyanın en renkli kabilelerinden birisi olan Kuna yerlilerinde kadının önemi büyük ve evin lideri kadın. Kanlarının korunması gerektiğine inanan yerlilerin keskin kuralları da var, örneğin Kuna olmayan birisiyle evlenen kadın sınır dışı ediliyor. Bekar ziyaretçilerin bu konuda dikkatli olması lazım!

Endülüs (İspanya):

Tam anlamıyla bir inanç ve kültürlerin kesişme noktası diyebileceğimiz eşsiz bir belde Endülüs. İslam’a ait ögelerle dolu ama şu anda Hıristiyan, bir yanıyla Arap, bir yanıyla İspanyol, biraz çingene, biraz Avrupalı, epey flamenko, mebzul miktar tarih, bolca güneş ve Akdeniz vaad eden topraklar İspanya’nın güneyindeki Endülüs Bölgesi.

Malaga, Seville, Cordoba, Granada, Cadiz, Ronda ve Benalmadena gibi irili ufaklı şehirleri içeren, Avrupa’nın güney batı ucundaki bir büyüleyici bölge Endülüs… Çok klişe bir tabir olacak ama Endülüs’ü anlatmak çok zor, dokunmak, gezmek, yaşamak lazım…

Bir kere çok derin bir tarihsel arka planı var Endülüs’ün… Endülüs diyarı yüzyıllarca iktidar savaşlarının ve fetihlerin gölgesinde yaşamış bir yer. M.S 711 yılında Vizigotlar’ın kendi içindeki hükümdarlık kavgaları sürerken Emeviler bölgeyi zapt etmiş ve öyle hızlı ilerlemişler ki 1 yıl sonra Fransa’ya kadar girmişler. 1492 yılına kadar Abbasiler, Murabıtlar, Muvahhidler ve diğer irili ufaklı İslam devletlerinin kontrolünde geçen 8 yüzyıldan sonra İspanyol Birliği güçlenerek bölgeyi tekrar ve günümüze kadar sürecek şekilde ele geçirmiş. Endülüs’ün Hıristiyan İspanyolların kontrolüne girmesinden sonra bölgede yaşayan Müslümanlara ne olduğuyla ilgili rivayetler muhtelif. Zorla Hıristiyan yapıldıkları, göçe zorlandıkları gibi bilgiler tarihi kaynaklarda yer alıyor ancak kesin olan şu ki bugün artık bölgede Müslüman nüfusun varlığından söz edebilmek zor. Endülüs bugün İspanya Krallığı’na ait 17 özerk yönetim bölgesinden biri. Müslüman pek yok ama İslam’a ait izler pek çok.

Tatil süresine bağlı olarak hepsini ziyaret edebileceğiniz gibi, en doğrusu akılcı bir seyahat planı yapmanız. Hem zamanınızı hem de paranızı ekonomik olarak kullanmanız mümkün olur. Endülüs şehirleri arasında seyahat etmek için seçenekler çok zengin. Otobüs, tren veya araba kiralama seçeneklerinin herhangi birini tercih edebilirsiniz.

Tüm şehirlerde turistik yerler birbirine yakın konumda. Bizdeki Sultanahmet Bölgesi gibi düşünebilirsiniz. Ancak yine de zaman zaman bu hinterlandın dışında kalan yerler olabiliyor. Veya bu bölgelere biraz uzakta bir otelde kalırsanız otele ve otelden ulaşım için araca ihtiyacınız olabilir. İyi bir planlama ve konaklamadan sonra, inanılmaz yoğun bir tempo sizi bekliyor olacak zira Endülüs’ün gezilecek yerlerini bir yazıya sığdırmak oldukça zor.

Uçsuz bucaksız bereketli tarlalarında yetişen zeytinyağı, bal gibi gıdaları mutlaka tadıp, bu medeniyet beşiğinin yemek kültürüne de dokunmanızı tavsiye ederiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin