Ana Sayfa HABER Bu savaşın sonunda ne olur?

Bu savaşın sonunda ne olur?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye kuzeydoğu Suriye topraklarında ne yapıyor? “Barış Pınarı” adı verilen saldırının objektif amacı nedir? Kuzey Suriye’de Türk çıkarları nelerdir? Neden bu bölgeye Türk ordusunun girmesine gerek duyuldu? Bu yazıda bu konulara odaklanmak istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmekle başlamak gerekiyor. Kuzeydoğu Suriye, Türkiye’nin Suriye ile olan sınırları dâhilinde en az güvenlik zafiyeti ortaya çıkabilecek bölgeydi. İç savaşın altüst ettiği bir ülkenin görece istikrar kazandığı, yol olan altyapısının kısmen onarıldığı, insanların iç savaş koşullarında tarumar olmuş bir ülkede elde edebilecekleri en olumlu koşullarda yaşamlarını sürdürdükleri bu bölgede, başından beri Türkiye’yi en fazla rahatsız eden şey, bölgenin İslamcılığı reddeden ve Arap olmayan bir grup tarafından idare edilmesiydi. Çünkü Ankara Suriye iç savaşının dallanıp budaklanması için elinde ne var ne yok seferber etti. Amacı Esad rejimini yıkarak yerine İslamcı-cihatçı bir Sünni rejimin kurulmasını sağlamaktı. Kürt varlığı, en az Esad kadar bu amaçların karşısında engel çıkaracak bir pürüz olarak algılandı.

Esad rejimine karşı çıkan Ankara’nın temel argümanına baktığımızda, söylemle fiiliyatın nasıl çeliştiğini apaçık görüyoruz. Türkiye neden Esad rejimini devirmeyi hedefledi? Resmi söyleme göre Esad antidemokratik ve insan haklarını hiçe sayan bir diktatördü. Arap Baharı hareketi esnasında Suriye’de yükselen protestoları antidemokratik yöntemlerle bastırdı. Bunun üzerine Ankara Suriye’deki Esad karşıtı tüm güçlerden “Suriye muhalefeti” diye bahsetmeye başladı. Kürtler de ilk başlarda bu gruplara dâhildi. Suriye Kürtlerinin lideri Salih Müslim defalarca Ankara’da resmi temaslarda bulundu. Ankara defalarca Kürtlerle görüşmeler yaptı. Kobani’de Suriye Kürtleri’ne Irak Kürdistan birliklerinin yardım etmesi, Ankara’nın özel izniyle gerçekleşmedi mi? Dahası, bu birlikler Türkiye sınırlarından giriş yapıp, Türkiye topraklarını güzergâh olarak kullanarak Suriye Kürdistan’ına ulaşmadılar mı? Yani Türkiye rejimi, Suriye Kürtlerini o dönemde terörist olarak görmüyordu. Eğer görüyorduysa, neden o “teröristleri” IŞİD’ten kurtarmak için Irak Kürdistan’ından gelen Kürt askerlerine geçiş izni verdi? Bu ne yaman çelişki demezler mi adama! Yani şunu tespit etmek istiyorum. Net olarak, Suriye’deki Kürt varlığı konusunda Ankara’nın tutumu zaman içinde değişti. Başlangıçta muhatap kabul ettiği, zımnen yardım ettiği, hoşlanmasa da tolere ettiği Suriye Kürtleri, ne olduysa bir süre sonra “PKK uzantısı teröristler” olarak nitelenmeye başlandı! Ve akabinde Türkiye’nin tutumunda inanılmaz bir dönüşüm meydana geldi. Neden?

Bu soruyu açalım. Ne gibi gelişmeler yaşandı da, Türkiye Esad’a karşı Suriye muhalefetinin bir parçası olarak algıladığı Suriye Kürtlerini düşman kategorisine aldı? Bu sorunun yanıtı, iç siyasette Çözüm Süreci’nin bitirilmesinde rol oynayan faktörlerle çok çarpıcı bir paralellik gösteriyor. Şöyle ki, içeride Kürtlerle Çözüm Süreci neden bittiyse, dışarıda, Suriye Kürtleri’ni “PKK uzantısı teröristler” olarak algılamaya başlamak da aynı nedenlerden dolayı gerçekleşti. Devletlerin politika değişikliklerinin iç ve dış gerekçeleri vardır. Bu gerekçeleri tespit etmeden, yapılan politika değişimlerini sanki meteorolojik veya astronomik değişimler gibi algılamak, sosyal bilimlerin mantığına aykırı olur. Çünkü sosyal olan her alanda olduğu gibi, politikada da değişimlerin kaynağı insandır. İnsanların belirlediği politikalardaki değişimleri rasyonel olarak ve mantık silsilesi içinde kavramak ve açıklamak isteriz. Yani şunu diyorum. Türkiye karar alıcıları neden Suriye Kürtlerine ilişkin algılarını değiştirdiler? Bu soruyu sormadan ve yanıtlamaya çalışmadan, Türkiye’nin bölgedeki amaçlarını da anlayamayız. Zira Suriye Kürtleri konusundaki algı değişimleriyle, Türkiye siyasi elitlerinin çıkar tanımlamaları arasında korelasyon var.

Bir senaryoya göre şunu düşünebiliriz. Suriye Kürtleri Türkiye’ye yönelik tutumlarını değiştirdiler. Bu nedenle Türkiye de Suriye Kürtleri konusundaki algılarını ve dolayısıyla da çıkarlarını dönüştürmek, yeniden formüle etmek durumunda kaldı. Yani bir aksiyona karşılık, reaksiyon verdi. Zorunlu bir tepki gösterdi. Öyle mi? Yakın tarihe baktığımızda, bu senaryoyu destekleyen bir olay yaşanmadığını görüyoruz. Suriye Kürtlerinin derdi, Suriye’deki cihatçı fanatiklerdi. Çünkü tüm cihatçı gruplar, seküler ve Arap olmayan Kürtleri düşman olarak algılıyordu. Dolayısıyla Suriye Kürtleri bu cihatçı fanatik teröristlerle uğraşmaktan zaten Türkiye’ye yönelik bir tehdit algısında olamazlardı. Dahası, Türkiye Suriye Kürtleri için en azından sırtlarını yaslayabildikleri güvenli bir sınır demekti. Ve bundan daha da önemli olarak, Suriye Kürtleri rasyonel aklın gereği olarak, çok güçlü bir askeri potansiyeli olan Türkiye’yi provoke etmekten kaçınmak durumundaydılar. Yani Kürtler Türkiye’ye yönelik tutum değiştirmedi. Ve bu nedenle Türkiye, bir reaksiyon olarak Kürtlere saldırmayı seçmek zorunda kalmadı. Bölgeden Türkiye’ye ve Türkiyelilere yönelik bir tehdit mevcut değildi. Peki, o halde Türkiye Suriye Kürtlerine yönelik olarak neden tutumunu değiştirdi? Başa dönüyoruz yine.

İkinci bir senaryoya göre, üçüncü bir gücün tutum değişikliği Türkiye’yi Suriye Kürtlerini tehdit olarak algılamaya itmiş olabilir. Bunu test edelim. Bu üçüncü ülke ABD veya Rusya olabilir. Sahada bir de İran ve Suriye rejimi var. Fakat bu son ikisi Rusya’ya bağlı, ya da en azından onun dümen suyunda bir görünüm arz ediyorlar. O halde zaten Rusya derken, doğrudan Esad rejimini, kısmen de İran’ı kast edebiliriz. Aynı kapıya çıkıyor çünkü. Rusya’yı bu bağlamda değerlendirirsek, Suriye’nin batısında kontrolü olduğunu, doğuda etkisi olmadığını tespit ediyoruz. Yani Ruslar Kürtlerle – şimdilik – ilgilenmiyorlar. O halde geriye ABD kalıyor. Washington, Suriye iç savaşı çıktığında Esad’ın devrilmesini önceleyen bir politikayı seçti. Fakat zamanla Esad’ın alternatifi olarak iktidara gelecek muhtemel gücün, cihatçı fanatik İslamcı bir Sünni grup olacağını değerlendirdi. Dolayısıyla Esad’ın devrilmesi önceliğini realist bir biçimde revize etti. Ve bunun yerine kendi çıkarlarını maksimize edecek bir politikaya geçti. Buna göre, ABD açısından Suriye’de IŞİD ve türevi cihatçı fanatik grupların etkisiz hale getirilmesi ön plana çıktı. Bunun iki nedeni var. Birincisi, bu grupların terör rejimi Suriye’den kitlesel göçü tetikliyordu. İkincisi, küresel cihatçı fanatizmi besliyordu. ABD bu nedenle Suriye’de IŞİD ve türevi ideolojileri düşman olarak algıladı. Bunlarla mücadele etmek için bir koalisyon kurdu. Türkiye bu koalisyondaydı. Bir NATO üyesi olarak bu doğal! Fakat Ankara fiilen asla bu koalisyonun amaçlarını desteklemedi. IŞİD’le mücadelede devamlı ayak sürdü. Yapıyormuş gibi yaptı ve kapalı kapılar ardında cihatçı fanatiklere her türlü desteği verdi. ABD bu durumu görünce Türkiye yerine başka ortaklar aramaya başladı. Bu iş için sahada zaten IŞİD’le savaşan seküler Kürtleri buldu. Onları organize ederek ve destekleyerek, IŞİD’i dengeledi. Türkiye kendi irrasyonel İslamcı ve Sünnici politikası yüzünden Kürtlerle ABD’nin çıkar birliğini sağlamış oldu. Ankara bindiği dalı kesmişti. Ama iş işten geçmişti. Kürtler ABD desteğiyle hem idari hem de askeri anlamda konsolide oldular. Bölgede elde ettikleri askeri başarılarla birlikte, daha fazla devletleştiler. Bu durum Ankara’yı rahatsız etti. Kürtlerle ABD’nin arasını bozmak için bahane aramaya başladı. Suriye Kürtleri’nin ideolojik olarak PKK’ya yakın olması ve kuzeydeki Kürt hareketiyle organik olmasa da duygusal biçimde bağlantılı olması, Ankara’ya iyi bir malzeme sundu. Böylece gideren Ankara Suriye Kürtleri’nin PKK uzantısı olduğu konusunu işlemeye başladı. ABD ile her görüşmede bu konuyu gündeme getirdi. Fakat Washington durumun farkındaydı. Geri adım atmadı. Suriye Kürtleri’ni destekleme politikasını terk etmedi.

15 Temmuz sonrasında TSK’daki NATO ile işbirliğinin devamından yana olan kadrolar büyük oranda tasfiye edildiler. Yerlerine, hapisten apar topar çıkartılan Ergenekoncu, Balyozcu, Sarı Kızcı askerler geldi. 17 Aralık sonrasından 15 Temmuz’a kadar geçen süre zarfında giderek artan biçimde bu askeri bürokrasi Türkiye güvenlik politikalarını içerde de dışarıda da belirlemeye başladı. Erdoğan ve AKP iktidarlarını korumak ve kendilerine yargı önünde dokunulmazlık kazandırmak adına bu duruma ses çıkartmadı. Erdoğan ve AKP böylece Ergenekoncu-Avrasyacı-Ulusalcı bir diskuru benimsedi. Bunun gereğini yapmaya başladı. Çözüm Süreci bitirildi. Kürtler konusunda içeride 1990’ların da gerisine düşen bir şahin politikaya geçildi. Kürtlerin yaşadığı köyler, kasabalar, mahalleler bombalanmaya başladı. Büyük insanlık suçları içlendi. Dışarıda ise gideren Moskova güdümüne girildi. ABD’den duyulan hayal kırıklığı ve Avrasyacı elitlerin tercihleri nedeniyle Türkiye giderek Rusya uydusu bir görünüme büründü. 15 Temmuz sonrasında “darbenin arkasında ABD var” söylemi iç kamuoyuna pompalandı ve ABD baş düşman ilan edildi. Bu çerçevede Türkiye toplumunda içeride Kürtlere yönelik radikal şahinleşme ve dışarıda Suriye Kürtlerine yönelik pozisyon değişikliği, bir tür tepkisel gereklilik olarak değerlendirildi. Muhalefet (CHP ve İYİ Parti) de bu söylemi ve politikayı benimseyince, bugünkü “Barış Pınarı” saldırısının taşları döşenmeye başlandı.

Peki başta sorduğum soruya gelelim. Türkiye ne istiyor? İçeride rejimi konsolide etmek, çöken ekonominin sorumluluğunu “dış güçlerin kötü emelleriyle” açıklamaya yönelik gerekçe hazırlamak, muhalefeti tuzağa düşürmek ve “savaş var, birlik olalım” diyerek rejimin ömrünü uzatmak! Dışarıda, Batı değerlerinden ve savunma-istihbarat topluluğundan daha da koparak, içerideki otoriterleşmeyi sağlama almak. Çünkü Batı kulübünde şekilden de olsa bulunduğu sürece, daima insan hakları ve demokrasi zafiyetleri bu rejimin yüzüne çarpılacaktır. Bunu biliyorlar. Dolayısıyla tümden Rusya-Çin-İran ligine katılmak!

Tabi ki bu saydıklarım dikkat ederseniz orta ve uzun vadeyi düşünen politika tercihleri değil. Dahası, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını değil, iktidar sahiplerinin siyasi kariyerlerini önceleyen politikalar. Yani kısa vadede günü kurtaran, ama ülkenin geleceğini ciddi şekilde tehlikeye atan irrasyonel tercihler. Maalesef Türkiye’deki milyonlarca sığınmacı Suriyeli, bu rejimin elindeki joker olarak, rejime – şimdilik – dokunulmazlık zırhı sağlıyor. Avrupa Birliği ve NATO, bunun bilincinde ve bu nedenle Ankara’ya haddini bildirecek bir tutum içine girme kararlılığını gösteremiyorlar. BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin de Türkiye’yi kınama tasarısını Rusya ile beraber reddetmesi, ABD’nin hale bir “arka kapı diplomasisi” olasılından medet umduğunu ortaya koyuyor. Belli ki ABD Trump’ın neden olduğu zararı zamana yayarak tamir etme düşüncesinde. Dahası, zaten Rusya’nın veto edeceğini ön gördüğü için, tasarıyı veto ederek Ankara’ya “hala uzlaşabiliriz” mesajı veriyor. Türkiye’nin tümden Rusya’nın kontrolüne kaymaması için uğraşıyor.

Sonuç olarak, Erdoğan ve rejimi, en azından şimdilik günü kurtarmışa benziyor. Yakın zamanda ABD yaptırımları Senato dayatmasıyla gerçekleşirse, ABD Türkiye’de artık açıktan rejim değişikliğine oynayabilir. Çünkü o saatten sonra ABD’nin kaybedeceği bir şey kalmamış olacak. Sanırım buna AB ve uluslararası toplum da katılacak. Bunun Türkiye’deki rejimi daha da konsolide etmesi ihtimal dahilindedir. Bu Türkiye’nin NATO’dan çıkartılmasına uzanan yolun başlangıcı olabilir. Rejim değişmez, aynen devam ederse, korkarım normalleşme bir geçişle değil, bir kırılmayla gerçekleşir. Bunun anlamı Türkiye’nin çok ama çok ağır bir hasar almasıdır. Bu hasarın en olumsuz ihtimali toprak kaybıdır. En iyi ihtimali, sosyoekonomik yıkım ve “sıfırdan başlamadan” kaynaklanacak maddi ve manevi kayıplardır. Çok yanlış bir tercih yapıldı! Faturası neyse, bunu Türkiye ve halkı ödeyecek. Umarım Kürtler daha fazla zulüm görmeden bu süreç tamamlanır. Savalın sonunda ne mi olur? Türkiyeliler savaşın, radikal milliyetçiliğin ve İslamcılığın doğru yol olmadığını öğrenir.

2 YORUMLAR

  1. Amedu Aliyan
    Merhaba abi..dediğin gibi evet...Vicdandır dürüst kalmamız gereken kaideye değen Yek Maide.. Kaide Vicdanın Emrinde... Vicdana dürüst olmak îSe ne mümkün bizlere KÎ nasıl tamamen dürüst olabiliriz Kî Dürüstlüğün kendisine..O YüzDem teşekkür ederim Mehmet Efe*ye bize yeniden Vicdana bile dürüst olabileceğimizi gösterdi diye... VicdÂNA SâdECE! HAŞA başka hiçbirşey yok KÂLBimizde.. KulKaderiyle... Feshedildi pkk! YeşilSarıKırmızı Allah ANKA Kelebek KürTürKardeş geVrek Viktorya Nîk Kîne geleK! Amena Emîne
  2. Eche Hepper
    Bir de şu makaleleri ''proofread'' edip öyle yayınlasanız biz de keyifle okuyabilsek. Bir çok imla hatası. Yazık. ...