YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Geçmişte yaşanan bazı sorunlar, içinden geçilen süreç ve özellikle de siyasetin kirli doğası ve işleyişi dikkate alındığında Gülen Hareketi mensuplarının seçimler konusunda aktif bir pozisyon alması, mağdurlara yönelik “siyasi” olduğu değerlendirilebilecek mesajlar vermesi elbette kolay olmuyor. Ancak, “tek bir oyun bir şeyleri değiştirebileceği”ne ilişkin değerlendirmelerin yapıldığı böyle bir dönemde yaşanan mağduriyetlerin giderilmesine yönelik çabalardan geri durulmaması ve hukuk devletinin yeniden tesisi için kayıtsız kalınmaması gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Günümüzde demokrasinin diğer tüm yönetim biçimleri içinde tek meşru seçenek haline geldiği ve artık vazgeçilmez bir yönetim şekli olduğu kabul edilmektedir. Demokrasinin varlığının en önemli kanıtı da partilerin ya da iktidar yetkililerinin seçimi kaybetmeleri durumunda iktidarı bırakması ve seçim sonucunda iktidar gücünün olaysız bir şekilde değişiminin sağlanıyor olmasıdır. Yöneticilerin seçilmesi demokrasinin özüdür ve demokrasi ancak bu yöneticiler yenilgiyi kabul ettiğinde düzgün çalışabilmektedir. Demokrasiden beklenen, bir şeyler ters gittiğinde rejimin değil yöneticilerin değiştirilmesidir.
Demokrasilerin üzerinde uzlaştığı en belirgin özelliktir yöneticilerin belli aralıklarla yapılan seçimler neticesinde belirlenmesi ve sorunsuz bir şekilde yönetimin değişiyor olması. Ancak günümüzde anti-demokratik uygulamalara, baskıcı, otoriter yönetim anlayışlarına sahip diktatörler bile düzenli yaptıkları seçimleri meşruiyetlerine dayanak olarak gösteriyorlar. Bu gerçek karşısında vatandaşların seçim konusuna kayıtsız kalmamaları beklenir.
İktidara karşı yurttaşın savunulması gerektiğini belirten Fransız filozof Emile Chartier’ın “Politika üzerine düşünmek gerekir. Gereği kadar düşünmüyorsak cezasını acı çekeriz” sözü siyasetin toplumsal hayata getireceği çatışma, karmaşa, gerginlik gibi tehlikelere dikkat çekmesi açısından önemlidir. Eğer siyaset üzerine yeterince düşünülmez ve çözüm için çabalanmazsa bedeli karmaşa, çatışma ve hukuksuzluklarla baş etmek zorunda kalmak olacaktır.
Yönetimin otoriter olup olmadığını belirleyen çok fazla kriter var. Bunlardan en dikkat çekici olanı bana göre yöneticilerin seçim sonucunda takınacakları tavra göre halk desteğine gösterdikleri ilginin düzeyi denilebilir. Demokrasiyi benimsemiş yöneticiler seçim sonuçlarına göre görevlerini bırakmaya her zaman hazır oldukları için halk desteğine çok fazla ihtiyaç duymazlar. Görevlerini bırakmak istemeyen otoriter yöneticiler ise neredeyse tüm çabalarını kendilerini destekleyecek bir kesim oluşturmak için harcarlar. Bunun için de her faaliyetlerini toplumun menfaati için değil kendilerine olan desteğin artmasını sağlamak için yaparlar. Tıpkı bizim ülkemizde olduğu gibi.
Sadece bizim ülkemizde değil otoriterleşmiş çoğu ülkede iktidarların halka bakışı, halkın iktidara ve seçim süreçlerine bakışı neredeyse aynı gibi. Mesela Rusya. Rusya’da medyanın tavrı, olayları yorumlama şekliyle bizim ülkemizin medyası neredeyse aynı. Rusya medyasını takip edenlerin söylediğine göre, tartışma programlarına çıkan kişilerle bizim ülkemizdeki tartışma programlarına çıkanlar bile neredeyse aynı özelliklere sahip.
Ruslar, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması ve ihlallerine rağmen Putin’i desteklemeye devam ediyor. Yapılan anketlerde üçte iki oranda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Putin’i tekrar destekleyeceklerini söylüyorlar. Ayrıca, yarısından çoğu Putin’in seçimlere katılmaması halinde, başka bir alternatifi göremediklerini de söylemişler.
Ne kadar tanıdık ifadeler değil mi? Aslında insanlar ülkesinin siyasi sahnesinde olup bitenlerin farkına varamıyor. Çünkü siyaseti dizayn eden partiler olayları farklı anlatmayı tercih ediyor. Ya da taraftar oluşturmak, oy devşirmek için konjonktürel söylemleri tercih ediyor.
Buyurun size Hindistan’dan başka bir örnek. Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin 2014 ve 2019 yılındaki seçim stratejileri incelendiğinde, 2014 yılındaki seçim kampanyasının 2019 yılındaki seçim kampanyasından büyük oranda farklı olduğu görülmektedir. 2014 seçim manifestosunun başlıkları “yolsuzluk”, “işsizlik”, “kara para aklama”, “yoksullukla mücadele”, “krizlerle mücadele” iken, 2019 seçim manifestosunda, “Önce Ulus” başlığı altında “terörizme sıfır tolerans”, “ulusal güvenlik”, “ordunun refahı”, “kaçak girişlerle mücadele”, “kıyı güvenliği”, “vatandaşlık yasasının değiştirilmesi”, “sol radikalizm ile mücadele” vaatleri yer almaktadır. Yani sorun sadece bizim ülkemizin sorunu değil.
Siyasetin yalanlar üzerine kurulu olduğu, seçimlerin siyasetin manipülatif aracı olarak kullanıldığını biliyoruz. Siyasetin kirli yapısının insanları siyasetten ve seçimlerden uzaklaştırdığının da farkındayız. Ancak bildiğimiz bir şey daha var ki o da hukuk devletinin devamını sağlamak için herkesin sorumluluğunu yerine getirme bilincine sahip olması gerçeğidir.
Hukuk devleti temelli demokrasilerde hiçbir güç ve otorite hukuktan üstün değildir. Hukuk devletinde; ifade hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, toplantı hürriyeti ve diğer tüm sivil özgürlükler güvence altına alınmıştır. Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, seçme ve seçilme hakkı, devletin şeffaflığı ve kamu kurumlarının denetimi gibi konular da hukuk devletinin vazgeçilmezleri arasındadır. Vatandaşların seçimlere katılma iradeleri de tam olarak bu özgürlüklerin yani hukuk devletinin güvencede kalmasını sağlayacak önemli bir argümandır. Elbette ki Gülen Hareketi mağdur edilmiştir, elbette ki mağduriyetin derecesi eşine az rastlanır düzeydedir, elbette ki siyasetle kol kola yürümenin Harekete katacağı bir değer yoktur ancak bir şeyleri değiştirmenin, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün yeniden inşa edilmesinin ‘vatandaşlığın gereği sorumlulukların’ yerine getirilmesiyle mümkün olabileceği gerçeğini unutmamalıyız. Elbette kolay olmayacak, elbette tüm sorunlar çözülmeyecek ancak yaşanan hukuksuzlukların durması, terör yaftasıyla tecrit edilmiş insanların mağduriyetlerinin son bulması, insanların gözaltına alınma, hapse atılma ve fiziksel şiddete uğrama korkusu olmadan özgürce konuşabilmesi isteniyorsa, ‘bu iş seçimle düzelmez’ anlayışı bir kenara bırakılarak harekete geçilmelidir.
Adamin gol dedi hala Kilicdaroglu’na oy istiyorsunuz. Kilicdaroglu 20 saat onceki aciklamasinda Feto’yle isimiz olmaz dedi. Ayrica ne ara ‘Siyasetten Allah’a siginirim’dan “Politika üzerine düşünmek gerekir. Gereği kadar düşünmüyorsak cezasını acı çekeriz”a geldik. Yavas manevra yapin ummet yetisemiyor size. Bence biz de ayni kivamin turuncusuyuz, isimize geldigi gibi egip bukuyoruz hakikati. Guven vermiyorsunuz hicbiriniz.
Öncelikle olarak şunu hatırlatmalyım: Biz bu yola insanlığın huzuru ve akıbetinin selameti için çıktık. Türkiye insanlık içinde 1/100 ü oluşturmaktadır.
Bazı kısım insanların aşırı hırsları hizmet hareketinin bütün hedeflerini kurban etmektedir.
Kandavasına dönüştü bu mevzu. Orayı adam etme hırsı için bu kadar yırtınacağınıza, ordaki bütün arkadaşlarımızı -hapiste olanlar hariç, hapistekinlerinin bütün yakınları dahil olarak- çıkartma çabası olsaydı, o cehennemde bugün hiç kimse kalmamıştı, herkes rabbimib arzında hayatlarına hizmetlerine başlamış olurdu
Okuduğum yazarların/yazıların bir çoğu kendinden, fikirlerinden, düşüncelerinin isabetli oluşusundan o kadar emin gözüküyor ki 14 Mayıs yazısıyla 15 Mayıs yazısı arasında 180 derece fark olanlar, analizlerinde karavana atanlar istifini hiç bozmadan aynı anlam veremediğim güven içerisinde yazılarına devam ediyor. Üstad Hazretleri boşuna siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım dememiş. Görülen o ki bir insana siyaset bulaştımı feraset ve basiret ölüyor.