YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye yaklaşık on yıldır devam eden ilkesiz, ufuksuz ve vizyonsuz dış politikanın bedelini ağır bir şekilde ödemeye başladı. Cumhuriyet dönemi boyunca hiç karşılaşılmamış şekilde bütün Batı dünyasını ve ABD’yi kendisine düşman yapmayı başardı.
Bu şartlar Türkiye’yi kısa dönemler hariç hiç dost ve müttefik olmadığı, dört yüz yıldan beri mücadele ettiği, toprak kaybettiği, milyonlarca Müslüman halkın göç etmesine sebep olan Rusya ile yakınlaştırdı.
Vizyonsuz dış politikanın ve “birkaç günde bütün Suriye’ye hâkim olma” ve “bir haftada Şam’da Cuma namazı kılma” söylemlerinin son dramatik bedeli, sayısını bile tam olarak bilmediğimiz onlarca Mehmetçiğin İdlib’te şehit edilmesi oldu.
Diplomatik Yalnızlık
AKP iktidarı ise bir taraftan klasik söylemlerle “şehitlerin kanının yerde kalmayacağını” dile getirirken diğer taraftan dahiyane bir çözüm bularak sınır kapılarının açıldığını ilan etti ve “mülteci” şantajıyla Avrupa’nın desteğini almayı amaçladı. Aslında bu bile Türkiye’nin çaresizliğinin ne boyutlarda olduğunu gösteriyor.
Elbette on binlerce “Müslüman” mültecinin ne Suriye’nin tek adamı Esad ne de Türkiye’nin tek adamı Erdoğan için bir kıymeti yok. Şark’ta zaten yüzlerce yıldır insanın bir değeri olmadığından “Hıristiyan Avrupa’ya sığınmak için” yollarda ölen, denizlerde boğulan insanlar da bir şey ifade etmiyor.
AKP iktidarı bu tabloyu bizzat kendisinin hazırladığını unutmuşa benziyor. Aklın yerini duygunun, realizmin yerini romantik “Kudüs, Şam, Halep, Kosova, Bosna” söylemlerinin yer aldığı politikanın faturası bugün ağır bir şekilde ödeniyor.
Uzun bir süredir yazılarımızda “diplomatik yalnızlığa” dikkat çekmiş ve Balkan Harbini örnek vermiştik. Balkan Harbi başladığında Osmanlı kamuoyu zaferden çok emin olduğu gibi Avrupa devletleri de “savaş sonunda statükonun değişmeyeceğini” açıklamışlardı. Ama Avrupalı devletler, dört küçük Balkan devleti bir ayda Osmanlı ordusunu hemen her cephede yenilgiye uğratınca sözlerinden caydılar. Böylece Osmanlı Devleti diplomatik yalnızlığın faturasını “Elveda Rumeli” diyerek ödedi.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Harekât Planları
Savaşların kazanılması için diplomatik güç ve destek yanında önemli bir faktör de önceden “realist ve stratejik harp planları” hazırlanmasıdır. Balkan Harbi öncesinde de dönemin Genelkurmay Başkanı A. İzzet Paşa on iki harekât planı hazırlatmış ve bunları Alman General Goltz Paşa’ya onaylatmıştı.
Bunlardan 1 numaralı plan Bulgaristan’a, 3 numaralı plan Yunanistan’a, 7 numaralı plan Karadağ’a, 9 numaralı plan Avusturya’ya ve 10 numaralı plan Rusya’ya karşı hazırlanmıştı. Bazı planlarda iki devletin birden Osmanlı Devleti’ne savaş açması ihtimali dikkate alınmıştı. Bunlardan 2 numaralı plan Bulgaristan ve Yunanistan’ın, 6 numaralı plan Sırbistan ve Karadağ’ın, 11 numaralı plan Rusya ve Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı birlikte savaş açmaları durumunda neler yapılacağı şeklinde düzenlenmişti. 4 numaralı planda ise Yunanistan dışında üç Balkan devletinin savaş açma ihtimalleri göz önünde tutulmuştu.
On iki harekât planından sadece 5 numaralı plan dört Balkan devletinin birlikte savaş açması ihtimaline göre yapılmıştı. Balkan Savaşı’nda uygulanması gereken 5 numaralı planken bu yapılmamış, 1 ve 4 numaralı planlar uygulanmıştı. İlginç olan A. İzzet Paşa daha sonra bu harekât planlarını aratmışsa da bulunamamıştı. Bugün de Genelkurmay ATASE Arşivi’nde 1 ve 4 planlar mevcutsa da 5 numaralı planın sadece kısa bir özeti vardır.
5 numaralı planın uygulanmama nedenini anlamak mümkün değildir. Cephede görev yapan komutanlar ve Genelkurmay karargahında görev yapan Pertev Paşa, 5 numaralı planı sonradan öğrendiklerini belirtmişlerdir. Harekât planlarının uygulanmamasının asıl sorumlusu ise elbette Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Nazım Paşa idi.
Savaş Naraları
Savaş öncesinde özellikle başkent İstanbul’da tam bir savaş atmosferi vardı. İktidardan düşmüş olan İttihatçılar ve onların tahrik ettiği Darülfünun öğrencileri düzenledikleri mitinglerle savaş istiyorlardı. Bu gruplar Babıali’ye de yürüyerek Sadrazam Kâmil Paşa’dan savaş kararı almasını talep ettiler. İttihatçılardan geri kalmayan Hürriyet ve İtilaf Fırkası da savaş yanlısı mitingler organize ettiler.
Savaş isteyen grupların gerçeklikle örtüşmeyen hayalleri vardı. Onlara göre Osmanlı ordusu kısa sürede zafer kazanacak önce Sofya’ya sonra da Belgrat ve Atina’ya kadar ilerleyecekti.
Buna karşılık 1897 Osmanlı-Yunan Harbinden beri savaşmayan Osmanlı ordusunun durumu hiç de iyi değildi. “Mektepli subaylar” olan İttihatçılar alaylı subayları tasfiye etmişler, Tasfiye-i Rüteb Kanunu ile de birçok subayın rütbesini düşürerek “gayrimemnun” bir subay kitlesi oluşturmuşlardı. Bu dönemde “ordunun siyasete karışmamasını isteyerek” kendileri de bizzat siyaset batağına düşen Halaskâr Zabitan grubunun ordu içinde güçlenmesiyle ordudaki ikilik daha da keskinleşmişti. Ayrıca uzun süreden beri silah altında bulunan yüz bine yakın asker terhis edilerek ordunun gücü iyice zayıflatılmıştı.
Taarruz Saplantısı ve Nazım Paşa
Balkan Harbine girildiğinde “Büyük Kabine” ya da “Baba-oğul Kabinesi” denilen Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti işbaşındaydı. A. Muhtar Paşa’nın Harbiye Nezaretine atadığı Nazım Paşa verdiği kararlarla mağlubiyetin en önemli elebaşlarından birisi oldu.
Kırım Harbinde büyük yararlılıkları görülen “Rumeli Ordu-yu Hümayunu Müşiri, Çerkezliği ile maruf İsmail Paşa’nın” oğlu olan Nazım Paşa, Fransız askeri akademisi St. Cyr’de eğitim görmüş, bu dönemde liberal görüşleri benimsemiş, bu özelliği onu Prens Sabahattin ve Kâmil Paşa’ya yakınlaştırmıştı. Nazım Paşa’nın Balkan Harbi öncesinde savaştığı tek cephe 1877-1878 Harbindeki Tuna cephesi olmuşsa da Osmanlı savunması burada da çökmüş, yaklaşık 25.000 esir verilmiş ve Ruslar önce Edirne’ye sonra da Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi.
Bu sırada Binbaşı rütbesinde olan Paşa, bundan sonra kıta görevi yapmadan “ferik” rütbesine kadar yükseldi. Ancak Paşa’nın bu dönemde yakınlaştığı ve kendisi gibi Çerkez olan Deli Fuat Paşa’nın adı Abdülhamit’in tahtan indirilmesi hadisesine karışınca onun da mallarına el konuldu ve Erzincan’a sürüldü.
Paşa Erzincan’da altı yıl kaldıktan sonra Avrupa’ya gitmek üzere buradan kaçmayı başardı. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle tekrar rütbelerine kavuşan Paşa, İttihatçıların iktidardan uzaklaştırılmasından sonra da kendisini Harbiye Nazırlığı koltuğunda buldu.
Paşa’nın böyle bir makama getirilmesinin mantıklı bir izahı yoktur. Çünkü Nazım Paşa 93 Harbi dışında bir savaşta bulunmamış, bir kolordu ya da orduya kumanda etmemiş, rütbelerini Genelkurmay karargahındaki görevlerle almıştı. Bir de Abdülhamit tarafından Erzincan’a sürülmüş ve burada sıradan bir asker olarak altı yıl geçirmişti.
Nazım Paşa Balkan Harbi öncesinde hazırlanan harekât planlarını dikkate almadığı gibi St. Cyr Mektebi’nin temel prensibi olan ancak realiteyle örtüşmeyen “daima taarruz” stratejisiyle Osmanlı ordusunu büyük bir felakete sürüklemiştir. Savaşın başında komutanlara gönderdiği emirde “merasim üniformalarınızı yanınıza alınız. Sofya’ya girerken lazım olacak” demesi, hayalciliğinin hangi boyutlarda olduğunu göstermektedir.
Öngörüsüz Komutanlar
Osmanlı ordusu, seferberlik tamamlanmadan askeri taarruza zorlayan Nazım Paşa başta olmak üzere üst komuta kademesinin hatalarının bedelini çok ağır bir şekilde ödedi. Birbirine düşen subaylar ve karnı bile doyurulamayan eğitimsiz askerler faturayı daha da ağırlaştırdı.
Osmanlı Devleti Balkan Harbinin sonunda Arnavutluk, Yanya, Manastır, Üsküp, İşkodra, Kavala, Selanik, Drama, Ege Adaları ve Batı Trakya’yı kaybettiği gibi on binlerce asker esir düştü. Diplomatik yalnızlık ve ordunun kötü durumu böylesine ağır bir tabloya zemin hazırladı.
Savaş sonrasında komuta kademesinden hayatta kalanlar Divan-ı Harp’te yargılandılar. Ancak hepsi Babıali Baskınında öldürülen Nazım Paşa’yı suçladılar. Hatta Ahmet İzzet Paşa “Eğer bugün ve gelecekte hataların tekrarlanmasına engel olunması için sorumlu aramak gerekliyse, Nâzım Paşa’nın adını söylemek kâfidir” demişti.
Bugün 15 Temmuz’u yaşamış ardından ciddi bir tasfiyeye maruz kalmış bir Türk ordusu ve siyasetin tam ortasına düşmüş bir komuta kademesi var. Muhtemelen binlerce subay hala ihraç korkusu yaşıyor ve bu durum ciddi bir güven problemi oluşturuyor. Özel ve Akar da günü kurtarmak için siyasetin emirlerini ordunun realitesine uygun olmasa da uyguluyorlar.
Bütün bunlar bugün Suriye’de Türk ordusunun düştüğü çıkmazın boyutunu ortaya koyuyor. Ama başta Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı, Akar ve üst komuta kademesinin Balkan Harbinden hiç ders almadığı anlaşılıyor.
Şu anki mevcut politika devam ederse bugün karar verici durumunda bulunan Erdoğan ve AKP iktidarıyla Akar başta olmak üzere üst komuta kademesi, Balkan Harbi bozgununun sorumlusu Nazım Paşa gibi tarihe geçecekler.
Kaynakça: A. İzzet Paşa, Feryadım, İstanbul, 2017; S. Zeyrek, Birinci Balkan Savaşının Nedenleri, İÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul 2012; Balkan Savaşları Paneli, İstanbul 2012; Y. Nizamoğlu, Balkan Savaşlarında Harekât Planları, Edirne 2013; Hikmet Bayur, Birinci ve İkinci Balkan Savaşları, İstanbul 1999, E. Korkmaz, “Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın İkinci Meşruiyet Öncesi Kariyeri”, CALESS, C. 1, S. 2, 2019;