YORUM | BÜLENT KORUCU
Uğursuz 15 Temmuz günü görev başında olan kuvvet komutanları emekli olduktan sonra tenezzül edip ifade vermeye başladı. Meclis Araştırma Komisyonu ve mahkemelerde konuşmayan ve konunun birinci dereceden tanığı (belki de şüphelisi) olan kişilerin beyanları bazı karanlık noktaları aydınlatıyor. Gerçeğin peşinde bir mahkeme olmamasına ve hasbelkader ortaya çıkanları görmezden gelen başkanlara rağmen yeni bilgiler çıkıyor. En önemlisi Hava Kuvvetleri eski komutanı Abidin Ünal’ın Başbakan Binali Yıldırım’ı arayıp ulaşamadığı bilgisiydi.
Emekli Orgeneral Abidin Ünal, Genelkurmay Karargâh Çatı Davası’nda müşteki sıfatıyla ifade verirken, havadaki uçakları vurma yetkisi almak için Başbakan’ı aradığını ama ulaşamadığını açıkladı. ‘Bir iki sefer çaldı sonra kesildi’ diyor Ünal. Anlaşıldığı kadarıyla bir daha denememiş. Darbeyi engelleyecek en önemli tedbir için yetki almak istiyorsunuz ama Başbakan’a ulaşamıyorsunuz. Oysa Başbakan Yıldırım, 23:02’de NTV’den başlamak üzere televizyon kanallarına konuşuyor. Televizyonların ulaştığı Yıldırım’a, asıl görüşmesi gereken kişi, Hava Kuvvetleri Komutanı ulaşamıyor.
Ünal, Başbakanı bir kere çaldırıyor sonra bir daha denemiyor ama Akıncı Üssü’ne inene kadar telefonunu kullanmaya ve Eskişehir Hava Harekat Merkezi’ne önleyici talimatlar vermeye devam ediyor: “Uçağa beni darbeciler bindirdiler ve bundan direk Ankara Akıncı Üssü’ne saat 02:00 sıralarında indik. İninceye kadar helikopterden Eskişehir’deki arkadaşlarla temasa devam ettim…” Evet darbeci olduğunu iddia ettiği kişilerin elindeyken cep telefonundan darbeyi önlemeye çalışıyor. Tuhaf değil mi?
Peki saat 24 civarında arayıp ulaşamadığı başbakanı neden tekrar aramıyor? Neden cumhurbaşkanı Erdoğan’a bilgi vermek için çaba sarfetmiyor? Neden diğer kuvvet komutanlarını aramaya kalkmıyor? Mesela Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu da telefonla konuşabilecek durumda ama Ünal’la teması yok. 19:26’da tüm ülke hava sahasının uçuşa kapatıldığını öğreniyor ama Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la ‘Komutanım ne iş?’ diye iletişime geçmiyor. “Bütün muharip hava gücünün komutanı olarak ilk benim öğrenmem gerekirdi bu kararı” diyen Korgeneral Mehmet Şanver yanı başında ama onunla bile paylaşmıyor önemli bilgiyi. Akar da böylesine önemli tedbiri aldıktan sonra kuvvet komutanlarını arama ihtiyacı hissetmiyor!
Bugüne kadar bilmediğimiz bir irtibatı da kayıtlara geçiriyor yeni ifade: Ünal, birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar’la 22:30 civarlarında görüşmüş. Bu önemli görüşme ne Dündar ne de Ünal’ın ifadelerinde yer almıştı. Oysa ihmal edilemeyecek, unutulamayacak kadar önemli bir temas bu. Komutanların unutkanlığı yeni değil. Yaşar Güler ve Salih Zeki Çolak da MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay’a geldiğini ilk ifadelerinde ‘unutmuş’ sonraki beyanlarında anlatmıştı.
Ünal, darbeyi öğreniş saatiyle ilgili de çelişkili bilgiler veriyor. İlk ifadesinde 21:53’te eşinden gelen Korgeneral Fikret Erbilgin’in lojmanda gözaltına alındığı bilgisiyle olağanüstü durumu fark ettiğini söylemişti. Ek ifadesinde Genelkurmay Başkanı’nın uçuş yasağını öğrendiği saate, 19:26’ya çekmişti. Geçen haftaki duruşmada Ünal, “Bana gelen bilgide uçuş faaliyetlerinin durdurulması dışında herhangi bir bilgi verilmedi. Darbeyi ima eden tek bir emare yoktu” dedi. Saat 22:10 sıralarında Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda general Cevat Yazgılı ile telefonla görüşürken jet seslerini duymuş ve bir anda şimşekler çakmış: “Anormal bir faaliyetin olduğu, bir darbe girişimi olduğunu o anda anladım.” Neredeyse Erdoğan’ın öğreniş biçimi kadar çelişkilerle dolu.
Düğün sahibi Mehmet Şanver ise saati yaklaşık bir saat geriye alıyor: “Havacı komutanlar olarak olayı 21-21:30 gibi öğrendik. Düğündeki masalarımızdan kalkıp bir köşede adeta ayaküstü bir karargah oluşturduk.” Şanver daha önemli bir şey söylemişti: “19.30-45 gibi yardımcım Kadıoğlu general geldi, telefon elinde, durumu, tam o da bilmeden ‘Komutanım Eskişehir’de bir şeyler varmış ve nöbetçi bıraktığımız General kendisini rahat hissetmiyormuş’ dedi, ben de ‘sen Eskişehir’e git o zaman’ dedim. Daha nikah kıyılmamıştı, misafirleri karşılıyordum. Nasıl gitsin diye düşünürken Hava Kuvvetleri Komutanıma söyledim, ‘izin verirseniz Kadıoğlu’na bir uçak ayarlayacağım, onu Eskişehir’e gönderelim dedim.’ Komutanımızsa bu aşamada gerek yok, gerekirse benim uçakla göndeririz’ dedi.” Şanver’in istediği takviyeye Ünal yaklaşık üç saat sonra ikna olmuş, iyi mi?
Son ifadesini baz alırsak 22:10’da darbe olduğunu anlayan komutan neden televizyonlara bağlanmadı? 22:30’da bir kuvvet komutanı açıklama yapsa olayın seyri tamamen değişmez miydi?
MAHKEME BAŞKANI YENİ BİLGİLERDEN RAHATSIZ
Girişte mahkemeler ve başkanlarla ilgili olumsuz bir yargıda bulundum. Şu diyaloglar haklı olduğumu gösteriyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklamadaki, “Hava Kuvvetleri Komutanı’nın talimatıyla Akın Öztürk’ün Akıncı Üssü’ne gönderildiği” yönündeki ifade konuşulurken Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, “O bildirinin bir önemi yok. Bizim için ifadeniz daha önemli” dedi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı’nın darbeye ilişkin emareleri bilmesine karşın birbirlerini aramamasının sorulması üzerine araya giren Başkan Dik, “İhmal diye bir şey varsa, ona sonra bakarız. Önce yapanları bir halledelim de. O ayrı dava konusu. Ayrı bir dava açılır…” şeklinde müdahale etti. Mahkeme başkanları adeta senaryonun dışına çıkılmaması teminle görevli yönetmen gibi davranıyor.
ORGENERAL ÇOLAK DAHA ZOR ANLAMIŞ!
Emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak, 15 Temmuz’daki en kritik isimlerden. O da aynı davada müşteki tanık olarak ifade verdi. Şu cümleler o ifadeden: “Hiçbir aşamasında böylesine bir darbe girişiminde bulunacaklarını hissetmedim. Genelkurmay’da derdest edilirken olayın vahametini anladım. Akıncı Üssü’ne indiğimden itibaren bu işin gerçek anlamda darbe girişimi olabileceğini düşünmeye başladım. Muhtemelen sabaha karşı gelen uçaklar pike yaparken aşağıdan hava savunma silahları ile ateş ediliyordu. Net olarak anladım.”
Filmi başa sararak tekrar bakalım. MİT Müsteşarlığına bir ihbar geliyor. Akşam, Kara Havacılık Okulu’ndan havalanacak iki helikopterin devletin istihbarat örgütünü basarak Müsteşarı kaçıracağı haber veriliyor. Genelkurmay Başkanı, İkinci Başkan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Kara Kuvvetleri Komutanı toplanıyor ve bunun bir darbe girişimi olduğunu anlayamıyor. Müsteşarı herhalde fidye için kaçıracaklar(!) Neyse yine de büyük bir şey olabilir diye ülke hava sahası uçuşa kapatılıyor. Kara Kuvvetleri Komutanı da Kurmay Başkanı orgeneral İhsan Uyar’la birlikte okula keşfe gönderiliyor. Komutan Çolak bir de askeri savcı istiyor. Fakat olağanüstülüğü fark etmiyor, MİT Müsteşarı da rahatlayıp normal mesaisine devam etmek için Teşkilata dönüyor.
Çolak’a, sanık Kara Havacılık Kurmay Başkanı Mehmet Şahin: “Karargâha geldiğinizde 10-12 kadar Sikorsky helikopteri hangarlardan çıkarılmış, uçuşa hazır, kolay uçacak şekilde apronda hazır vaziyette duruyor. Bu olayları nasıl yorumladınız” diye soruyor. Çolak: “Benim Kara Kuvvetleri Komutanı olarak hangi helikopterin nerede, ne zaman, nasıl duracağını bilmem mümkün değil. Samimi olarak söylüyorum anlamadım” cevabı veriyor. Çolak acaba havacılık okuluna neyi denetlemeye gitti? Musluklara bakarak mı olağanüstü durumu fark etmeyi düşünüyordu? İhbar, helikopterle MİT’i basacaklar şeklinde. Helikopterler hangar yerine uçuşa hazır vaziyette apronda bekliyor. Ve komutan her şeyin normal olduğunu rapor ediyor.
BOSTANOĞLU SAKLAMBAÇ OYNAMIŞTI
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu da 15 Temmuz’da adeti bozmayıp düğüne katılanlardan. Bazı birliklerdeki olağandışı hareketlilikten, saat 22.23’te gelen telefonla ilk defa haberdar olmuş. Genelkurmay Lojistik Başkanı Hava Korgeneral Fikret Erbilgin’in lojmanında derdest edilişi sanki bir işaret fişeği. Pek çok komutanın oturduğu lojmanda neden sadece o derdest edilmiş anlamadım. Lakin Ünal gibi Bostanoğlu da bu vesileyle olayın vahametini farketmiş. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı biraz daha temkinli davranmış, 10 dakika içinde eşi, damadı ve kızıyla düğünü terkederek güvenli bir yere geçmeye çalışmış. Oysa Ünal, 23:50’ye kadar 24 generalle birlikte açık hedef olarak beklemişti.
Darbecilerin, Bostanoğlu’nu düğünden almak üzerine plan yapmamaları da tuhaf ayrıntılardan. Oysa darbeye dahil değillerse ilk iş komuta kademesini toplamak olmalıydı. Komutan darbecilerle köşe kapmaca oynayarak İstanbul’u dolaşmış. Bu arada telefon diplomasisiyle iş bitirmeye çalışmış. Açıkçası bitirmiş de. Oramiral Bostanoğlu, Deniz Harp Okulu Komutanı Tümamiral Mesut Özel’in darbeciler tarafından Maltepe Askeri Cezaevinde enterne edildiğini öğrendikten sonra doğrudan kendisiyle temas kurmuş. Maltepe askeri Cezaevi Komutan Vekili Yarbay’a, “Yaptığı işin kanunsuz olduğunu ve amirali derhal serbest bırakmasını söylemiş”. Bir süre sonra Tümamiral Özel, taksiyle cezaevinden ayrılmış. Darbecilerin mi kafası karışık, komutanın mı ikna kabiliyeti yüksek karar veremedim.
İstanbul’da güvenlik problemi yaşayan bir kuvvet komutanının ilk arayacağı kişi herhalde Birinci Ordu Komutanı olur. Ümit Dündar’ın Abidin Ünal’ı aradığını son duruşmada öğrendik. Ancak Bostanoğlu ile bir temas olduğunu iki taraf da beyan etmedi. Bostanoğlu, yerin bilinmesin diye mobil telefonunu saat 23.11-01.11 arasında kapatmış ve görüşmeleri ‘bütün yetkililerin bildiği’ni söylediği emir subayının telefonundan yapmış. Darbeciler emir subayını takip etmeyi düşünememiş demek ki! Telefonunu açar açmaz da önce Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ile görüşüyor. Ardından CNN Türk’e bağlanıyor. Ünal gibi o da ilk öğrendiği saatlerde yapması gerekeni yapıp kamuoyunu bilgilendirseydi, yaşanan acı olaylar başlamadan bitebilirdi. İlginçtir ‘darbeciler’ Deniz Kuvvetlerinin iki numaralı ismi Veysel Kösele’yi de enterne etmiş ama onun da telefonuna dokunmamış. İki komutan zaman zaman telefonlaşmış.
Hulusi Akar’ın da Akıncı Üssü’nden iki defa konutunu arayarak eşiyle görüştüğü biliniyor. Mehmet Dişli, komutanın telefonunun önünde durduğunu isterse herkesle görüşebileceğini duruşmada söylemişti. Bu telefon meselesi epey karışık. İletişim kurulanlar kadar kurulmayanların masaya yatırılması lazım. Önce muhatapların tenezzül edip mahkemeye gelmesi gerekiyor tabii. Akar da bu hafta gelmesi gereken duruşmaya operasyonda bulunduğu gerekçesiyle mazeret bildirip katılmadı. Sınırdan fotoğraf çektirip gönderme işini ondan önce de Zekai Aksakallı yapmıştı. Akar’ın geçen haftaki programında çoğu Ankara’da görüşmeler ve Ürdün ziyareti var. 15 Temmuz’un aydınlanması hepsinden önemli, bence Afrin’den bile. Yüzyılın en büyük sabotajı ve en acı tecrübesi. Nedense birinci derece tanıklar konuşmaktan çekiniyor. Oysa hesap sormak ve yüzleşmek için mahkemeler kaçırılmaması gereken fırsat.
Konuşanların yaptığı gafları yapmaktan ve bir çuval inciri berbat etmekten çekiniyorlar herhalde. Rahmetli nenem dirayetli bir kadındı, yazının başlığını okusa bana kızardı. O, bunlardan iyi yapardı bu komutanlık işini…