YORUM | İDRİS GÜRSOY
Hüseyin Cahit Yalçın, Türk demokrasi tarihinin özetidir.
Yalçın’ın gazeteci, yazar ve politikacı şapkaları var. Muhalif görüşlerinden dolayı başı iktidarlarla hep derde girmiş.
Cumhuriyet öncesi, ittihatçıları eleştirince Malta’ya sürgün edilmiş. Tek parti döneminde ise üç defa istiklal mahkemelerinde yargılanmış. Müebbet hapis cezasına çarptırılmış. Gazetesi kapatılmış. İş verilmemiş.
Onu mahkemelik yapan yazılarından biri, M. Kemal Atatürk ile ilgili. Yalçın, (2 Kasım 1923) Tanin’de cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı ve meclis başkanı olmasını eleştiriyor. Hakkında hemen soruşturma açılıyor… “Vatan haini” ve “bozguncu” suçlaması ile yargılanıyor.
1924’te Hintli müslüman liderlerin İsmet Paşa’ya “Halifeliği güçlendirin” mealindeki mektubunu Tanin’de yayınlaması dava konusu oluyor.
Tanin’de çıkan “Terakkiperver Fırka basıldı” manşeti de yargıya taşınıyor. Savcı, “Baskın kelimesinde suç kastı var, hükümet tarafından gayrimeşru bir harekete kalkışıldığı ima ediliyor.” diyor. 6 Ekim 1924 tarihli makalesinde ise Cahit Bey’in orduyu tahrik ettiğini ileri sürüyor. Takrir-i sükun kanunu çıkmadan önce yapılmış bu yayınlar. Kanun geriye doğru işletiliyor!
Hüseyin Cahit Yalçın savunmalarında hakkındaki iddiaları reddediyor, basın kanununu hatırlatıyor, haberden dolayı gazete sahibinin suçlanamayacağını söylüyor: “Hangi kanuna ve vicdana göre beni yargılıyorsunuz? Beni ancak kuvvet mahkum edebilir.” diyor.
Mahkeme başkanı Kel Ali’nin müebbet kararına karşı söylediği şu sözler ise tarihe geçiyor; “Böyle bir mahkemede ben hakim olmaktansa mahkum vaziyetinde bulunmayı tercih ederim.”
Yalçın, 1925’te ebedi sürgün cezasına mahkum oluyor. Çorum hapishanesinde 1 yıl yattıktan sonra Ceza kanunundaki değişiklikle serbest bırakılıyor. 1938’de İnönü ile görüşmesi sonucu Halk partiden milletvekili oluyor. Gazeteciliğe geri dönüyor.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın yazıları DP döneminde de yargı konusudur. Ulus gazetesinde (9 Eylül 1951) ara seçimler öncesinde yayınlanan “Gözü Kapalı Oy Verme” başlıklı yazısı hakkında soruşturma açılır. Kars milletvekili olduğu için dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor. Ankara cumhuriyet Savcılığı, yazının Büyük Millet Meclisi’ni tahkir ve tezyif ettiğine karar veriyor. Yalçın ise kendini şöyle savunuyor:
“Millet umumi heyeti itibariyle Demokrat Partiye inanmış, onu tercih etmiş ve Demokrat Parti’nin listesini sandıklara atmıştır. Bu listenin içinde yazılı olan adayların yüzde doksan dokuzu seçmenlerin büyük ekseriyetinin meçhulü olduğu muhakkaktır. Milletvekili seçtiği vekillerinin şahıslarına itimadını göstermiş değil, o şahısları bulan ve tavsiye eden partinin şahsiyetine inanmıştır. Bu manadaki gözü kapalı oy vermiştir, diyoruz.”
Sonuç değişmiyor. 80’e merdiven dayadığında, 1954 Aralık ayında 26 ay mahkumiyet alıyor. Üç ay kadar hapis yattıktan sonra sağlık şartlarından dolayı cumhurbaşkanı Celal Bayar’ ın affı ile cezaevinden çıkıyor.
Yalçın, “hükümetin manevi şahsiyetine hakaret” suçlaması ile yargılandığı bir davada kendini şöyle savunmuştur:
“Efendim, Başbakan bize çatınca biz “Başbakanın yansız olması gerektiğini” söylüyoruz. O da, “Ben parti genel başkanı sıfatıyla konuşuyorum” diyor. Biz de kendisini parti genel başkanı olarak eleştirince, bu kez de, “Ben başbakanım, bana hakaret ettiler” diyor. Bizim Başbakan bazen Başbakan bazen parti genel başkanı sıfatını öne çıkararak, hem denizde yüzen, hem karada yürüyen, hem havada uçan garip bir hayvana benziyor.”
1957’de vefat eden Hüseyin Cahit Bey, yaşasa ve bugünkü tek adam rejimine aynı eleştirileri yapsa yeri Silivri olacaktı.
Cumhuriyet öncesi, tek parti dönemi ve çok partili dönemler… Nasıl oluyor da iktidarlar değiştiği halde gazetecilerin makus talihi hiç değişmiyor? Türkiye, gerçek bir demokrasiye geçemeyecek mi? 14 Mayıs seçimleri belki bu yönde bir işaret de verebilir.