Bölünme sırası İran’da mı, Türkiye’de mi? 

MAHMUT AKPINAR | YORUM

Türkiye’de ve dünyada İsrail’le İran’ın düşman oldukları algısı vardır ve bu algı oldukça güçlüdür. Kontrollü oluşturulan bu algı maalesef dünyada ve Türkiye’de Batı’ya diklendiği için pek çok Müslümanın İran’a sempati duymasına neden olmaktadır.

Çok değil bir yıl önce Netanyahu, milyonlarca İsraillinin protestosuna muhataptı ve koltuğu sallanıyordu. Dünyaya “İsrail’in 11 Eylül’ü” olarak sunulan Hamas’ın 7 Ekim saldırısı Netanyahu’ya yönelik eleştirileri unutturdu. Zira İsrailliler can derdine düştüler, ülkeyi korku sardı, düşmanlık duyguları kabardı, öfke, eleştiri Hamas’a yöneldi. Ayrıca bu saldırı, 6 ayda, çoğu kadın ve çocuk 35 bine yakın Filistinlinin öldürülmesine, Gazze’nin yerle bir edilmesine sebep oldu. İsrail bölgeyi baklava dilimi gibi güvenlik şeritlerine ayırdı ve Yahudi yerleşimcilere açmak için çalışmalara başladı bile.

Netanyahu koltuğunu sağlama almak ve siyonist hedeflerine varabilmek için daha büyük bir gerilime ihtiyaç duyuyor olmalı ki, siyasi tarihte görülmemiş, diplomatik bir fecaata imza attı. Suriye’deki İran konsolosluğunu vurdu ve üst düzey İranlı komutanları öldürdü. İran ve İsrail doğrudan çatışmama konusunda hassaslar. Vekalet savaşlarıyla, başka topraklarda kan dökerek aralarındaki tansiyonu sürdürüyorlar. Ancak Netanyahu’nun son hareketi İran rejimini ciddi zora soktu. Halk İsrail’in aşağılayıcı saldırısına tepki verilmesini, onurlarının kurtarılmasını bekliyordu. İsrail İran’ı doğrudan kendisini hedef almaya tahrik etti. Bunun üzerine İran davul çalarak, en zarar vermeyecek füzeleri kullanarak bir saldırı yaptı. Saldırı sonucu çölde yaşayan bir Müslüman Arap kızı öldü. Bu saldırıyla İsrail:

  1. İsrail, Netanyahu, bu saldırı ile “İsrail’in tehlike altında olduğu” tezini güçlendirdi. Yeni saldırılar, projeler için gerekçe elde etmiş oldu. Şiddet kullanmayı kendi açısından meşrulaştırdı.
  2. Kendi halkını tehditlere, dolayısıyla güvenlik politikalarına ikna etmiş oldu.
  3. “İran tehdidi” gerekçesiyle Netanyahu gibi aşırı sağ bir iktidar iktidarını konsolide etme,  muhalefeti susturma, farklı sesleri bastırma fırsatı yakalamıştır.
  4. İran ve İran güdümündeki örgütler üzerinden “radikal İslam’ı” dünya gündeminde tutmakta, İslam’ı “terörle”, “şiddetle” eş tutan söylemlere malzeme üretmektedir.  
  5. İran’la yüksek volümlü tartışmalara girerek, “Şii eksen oluşturma ve İran’ı Müslümanlar nezdinde kahramanlaştırma!” projesini aktif tutmaktadır. Bunun için “İsrail’e ve Batı’ya kafa tutan İran” hikayesine ihtiyaç vardır.
  6. İran ve İslam tehdidi üzerinden dünya Yahudilerinin İsrail’e desteğini sağlamaktadır.
  7. Başta ABD olmak üzere Hristiyan batıyı İslam ve İran korkusuyla yanında tutmakta, İsrail’in ve siyonizmin yayılmacı, saldırgan, insanlık dışı uygulamalarının sorgulanmasını engellemektedir. 
  8. Gazze’de yaşanan katliam, açlık, insanlık dramı İsrail’i bunaltma aşamasına gelmişti, gündemden düşürüldü. Sorgulama İsrail’den İran’a yöneldi.

Öte yandan İran saldırı ile birlikte iç kamuoyunun gazını aldı. Çok kimse saldırıyı müsamere tadında görse de İran medyası bunu halkına bir “kahramanlık”, “mukabele” olarak sundu. Etkisiz saldırı ile İran diplomatik anlamda potansiyelini kullanmadığını, İsrail ile sıcak çatışma istemediğini ifade etmiş oldu. Global haber kaynaklarına ulaşabilen Müslümanlar muhtemelen bu saldırıdan sonra İran-İsrail arasındaki danışıklı dövüşe daha çok ikna olmuştur.

İran ve İsrail bu coğrafyada iki iddialı bölgesel güçtür. Her iki güç de revisyonist (yayılmacı) politikalar izliyor ve komşularına huzursuzluk üretiyor. Her ikisi de halk desteği bulabilmek, toplumu bir ve bütün tutabilmek için tehdide ve düşmana muhtaç. Coğrafyaya zoraki bir proje olarak monte edilen İsrail’in en temel misyonu Ortadoğu’da ayakta kalmak, farklı ülkelerden derlenmiş Yahudileri İsrail kimliği altında tutabilmektir. Dünyanın yüz ülkesinden, her dilde ve renkte Yahudilerden millet oluşturmak isteyen İsrail’in “güçlü” ve “inandırıcı” düşmanlara ihtiyacı vardır. Millet binlerce yılda ve ortak bir tarihle, kültürle, dille, geçmişle oluşur. 70 yıllık ömrü olan bir devletin kitlesine millet demek iddialı olur. İsrail devleti bu gerçeği bildiğinden, vatandaşlarını korku etrafında bir arada tutmaktadır. Eğer İsrail çevresiyle barış içinde olur,halk kendisini tehdit altında hissetmezse içerde ayrışma ve çatışmalar çıkabilir. İsrail’de çok fazla yaklaşım, görüş, mezhep, vardır. Dini saiklerle hareket edenler kadar, seküler yaşamı tercih edenler, deistler, ateistler vardır. Bu nedenlerle İsrail sadece yayılmacı politikaları için değil, iç bütünlüğünü korumak için de hep düşmana ihtiyaç duymuş, çevresiyle hep çatışma içinde olmuştur. Zoraki barış dönemlerinde bile, Filistin veya Gazze tarafından ilkel füzeler attırmış ve İsrailliler ve dünya nezdinde “tehdit” kartını canlı tutmuştur.

1979 İslam devriminden sonra İsrail, halkını çatışmacı politikalara ikna edebilmek ve gerilimi sürdürebilmek için inandırıcı bir düşman bulmuştur. Bu düşman İran’dır. “İran tehdidi”, İran’ın nükleer silah üretmesi, İran’ın Filistin’e, Hamasa, Hizbullah’a desteği gibi argümanları İsrail, kamuoyunu konsolide etmeye, Filistinlilere şiddet uygulamaya gerekçe yapmaktadır. İran’ın kullandığı hamasi ve tehditkar üslup, “İsrai’lle çatışıyor” görüntüsü, İsrail’e ciddi avantajlar sağlamaktadır.

Küçük bir coğrafyada, etrafı topraklarını işgal edip katlettiği toplumlarla çevrili bir bölgede İsrail inandırıcı ve etkili düşmana ihtiyaç duymaktadır. İsrail’in bu ihtiyacını bu gün İran ve uzantıları sağlamaktadır.

Peki, İsrail’in İran’a katkısı nedir? İsrail İran’a hangi avantajları sunmaktadır?

İran tarih boyunca hep İslam dünyasında baş aktör olmaya oynamıştır. Ancak bu misyonu Osmanlı, Selçuklu örneklerinde gördüğümüz üzere, İslama yönelmiş tehditleri bertaraf ederek, veya toplumların İslamı tanıması için çalışarak, i’lay-ı kelimetullahla değil; zaten Müslüman olan kesimleri kendi mezhebi, inancı, ekolü, siyasi hedef ve amaçları adına devşirerek yapmayı tercih etmiştir. Bu nedenledir ki Moğol istilası, Haçlı seferleri dahil, İslam coğrafyasına yapılan saldırılarda biz bu kesimleri düşman yanında görmekteyiz. Ama İran, İslam toplumlarının içinde propaganda yapma, Müslümanları siyasi hedefler için etkileme, mezhep çıkarları için devşirme faaliyetlerinde çok aktiftir.

İran İslam rejimi 45 yıldır petrolden, gazdan elde ettiği gelirleri mezhep etki alanı, Şii hilali oluşturmak için kullanmakta, bölgede barış ve huzur değil, problem, güvensizlik üretmektedir. İnsanı, adaleti, hukuku yok sayan, ümmet huzurunu dikkate almayan, sadece İran devlet çıkarlarını (İran halkının değil)önceleyen politikalar izlemektedir. Bu doğrultuda İran’ın, kredisini artıracak argümanlara ihtiyacı vardır. Dünyada Müslümanların ezikliği, perişan hali, Filistinde yaşanan katliam, İsrail’in pervasız saldırıları İran’a pragmatik çıkışlar yapma, hamasi söylemler geliştirme ve buradan kendisine kredi devşirme imkanı vermektedir.

Arap ülkelerinin kişiliksiz, batı güdümlü politikalar izlemesi, AKP yönetimindeki Türkiye’nin perde önünde kahramanlık taslayıp el altından İsraille her türlü işi tutması İran’a “cesur devlet” rolü oynama fırsatı sunmaktadır. Müslüman halklarda oluşturulan hayranlık ve ilgi, İran’ın Şii yayılmacılığına reklam ve enerji olmaktadır. İran ve İsrail birbirinin “düşman” ihtiyacını karşılamaktadır.

“Bu defa durum farklı, İran’ı bölmek üzere projeler devreye sokuldu. Türkiye’nin de desteğini alarak önce İran’ı bölecekler, sonra Türkiye’yi bölecekler!” şeklinde iddialar var. BOP projesinin temel hedefi İsrail’in güvenliği için diri ülkeleri etkisiz hale getirmek, etnik ve mezhebi çatışmaları körüklemek üzerine kurulu. Irak, Suriye, Libya, Yemen bu nedenle istikrarsızlaştırıldı, parçalandı. Sırada İran olabilir mi? Bence Türkiye İran’dan önceki hedeftir. Erdoğan’ın nefret siyaseti ülkeyi zaten sosyolojik anlamda böldü, kamplara ayırdı. Devlet aygıtını, kurumları çalışmaz hale getirdi. Yargıyı, şahsına bağladı, TBMM’yi etkisizleştirdi. TSK’yı bitirdi. Erdoğan ülkeyi satsa, farkına varıp itiraz edebilecek bütün mekanizmalar bertaraf edildi. Çıkarılacak bir kaos ve kargaşada Türkiye’nin I. Balkan harbine benzer hezimet yaşayıp, oldu-bittiyle karşılaşması sürpriz olmaz.

İsrail ve Batı nükleer güce sahip bir İran istemez. Ancak kontrollü düşman ihtiyacını karşılayan bu ülkeyi böleceklerini düşünmüyorum. Nükleer santralleri vurur, askeri kapasitesini azaltırlar. Lakin İsrail’in güvenliği ve BOP planı çerçevesinde mezhebi ayrışma için vazgeçilmez bir misyon üstlenen Şii rejimi yıkmaya, yerine başka bir rejim kurmaya yanaşmazlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. iran da Turkler ve Farslar yasamaktadir, 1870’lere kadar 1000 yıl İranı ağırlıklı olarak Türk unsurlar yonetmistir. şiiligi de Türkler politize etmiştir. Osmanlı ile savaşan İran’daki hanedanlar Türk kökenlidir. Arap istilasindan sonra Türk hanedanlar İranı idare etti. İranda Fars kökenliler 150 yıldır idareyi tekrar ele geçirdiler.

  2. Anlaşıldığı kadarıyla eski Hristiyan-Müslüman Savaşları kafasını biz de terk edememişiz. Meselelere veri odaklı bakmıyoruz, ideolojik yaklaşıyoruz. Gördüklerimizden yola çıkarak bir sonuca varmak yerine ön kabullerimizi doğrulayacak veriler bulmaya çalışıyoruz sanki. Sonra ortaya böyle yazılar çıkıyor.
    Bu da bir yaklaşımdır. Ama bizi iyi bir yere götürür mü, tartışılır.
    Mahmut Akpınar´ın yazısı hem doğru, hem yanlış. Bakış açısına bağlı.
    İsrail zoraki projedir, halkı sağdan soldan toplamadır, devlet halkı bir arada tutumak için dış düşmana ihtiyaç vardır vs. Bir bakıma bu doğru olabilir ve birçok devlet için de söylenebilir. Ama ne diğişir? Artık aradan 70 yıl geçmiş, ortaya bir vakıa çıkmış. Bunu niye kabul etmek istemiyoruz? Yoksa gizliden gizliye İsrail´in olmadığı 1945 öncesi dönemin mi hayalini yaşıyoruz? Tarihin çarklarını geri mi çevireceğiz?
    Gelelim İran meselesine. Söylenen şu: İran tarihinde hiç gayri müslimlerle savaşmamıştır, hep Müslümanlarla savaşmıştır. İran hep kendi çıkarları peşinde koşmuştur. Ayrıca bugün de Müslümanların lehine bir politika izlememektedir, İsrail ile danışıklı bir dövüş içindedir…
    İran coğrafi konunmu gereği Hıristiyan dünyasının merkezine komşu değil. Nasıl Batı ile savaşacak? Ayrıca 18. ve 19. yüzyıllardaki İran-Rus Savaşlarını nereye koyacaksınız? İran hep kendi çıkarlarını savundu deniyor. Osmanlı farklı mı yaptı? Osmanlı topraklarının aşağı yukarı yarısı Müslümanlardan alınan topraklar değil miydi? Batı ülkeleri ile yapılan savaşlar din savaşları mıydı? Türk halkının çıkarları öyle gerektirdiği için mi o savaşları yaptı? Köyünde yaşayan Mehmet, Hasan, Ali toprak işlemek fazla vakit almıyor, ayrıca rahat da kıçımıza battı, şöyle bir savaş olsa da kılıç sallasak diye talep ettiği için mi Osmanlı topraklarını genişletti?
    Yoksa Osmanlı da dini alet edip yağmalama, yıkma, mala çökme savaşları mı yaptı?
    İran ve İsrail´in danışıklı dövüş yaptığı tezi de o kadar ikna edici değil. Belki bu iki devlet birbirine gerçekten de düşman, ama nükleer bir çağda yaşadığımız için, gerilimi o kadar da artırmak istemiyorlar. Yaşananlar bu gözle de okunamamz mi?
    Bir de bizim Batıya bakışımız ve Türkiye´yi bölecekler meselesi var. Batı gerçekten ve hala düşman mı Türkiye´ye? Türkiye´yi bölmek mi istiyor? Eğer Batı Türkiye´ye düşmansa neden AB´ye katılım süreci kabul edildi? Bu süreci Batı mı durdurdu, insanımızın engin Anadalu irfanı mı?
    Hem Batı Türkiye´yi neden bölmek istesin? Türkiye´nin bölünmesi demek yeni savaşlar demek, belki Batıya akın edecek milyonlar demek. Batı bunu ister mi?
    Laf uzadıkça uzadı. Türkiye´nin bölünme tehlikesi sözleri de artık baydı. Toplum çağdaş standartlarda yönetilmeyi tercih ederse ülke bölünmez. Yok halkımız makarna-kömür, milletvekilleri de Monacolarda istakoz talep etmeye devam ederse, dini ve milli bağnazlıkla yanlışlarda diretmekte ısrar ederlerse biz ne yapabiliriz ki?

  3. 1- Hamasi 7 Ekim saldirisina sürükleyende Iran ve Hizbullahtir.
    2- Iranda MESHEPCILIK 1. sirada gelir.
    3- 11 Eylül taktigi, 15 Temmuz taktigi, 7 Ekim taktigi benzerdir.
    4- ABD ve Batinin El-Kaide, Isid, Ypg, Pkk … taktigi de aynidir. Isid YPG ye mesrutiyet kazandirmak icin parlatilmistir.

    Yillardir diyoruz.
    Demokratik Bati diye tesbih cekenler, cekmeye devam edin!

  4. Bizim cemaat gazetecilerine kalsa Türkiye on defa bölünmüştü. “Zaten Tayyip’in görevi de buydu. Adam Pakraduni olduğundan böyle bir konuma ulaşabilmişti”.
    Bütün İslamcılar gibi bizim cemaat de komplo teorilerine bayılır. Onun için de ayakları yere basmaz. Hatta yaşadığımız dramları bile komployla açıklar.
    Ben şu dersi çıkardım. TR köklü bir devlet geleneğine sahiptir ve bizi de bu gelenek tasfiye etti ve yaşama hakkı bile vermedi. Tayyip sadece aysbergin görünen yüzü. Bizim gazetecilere kalsa Tayyip Kürtlerle anlaşmış ve ülkeyi bölecekti. Ama öyle olmadı.
    Mahmut Bey başta olmak üzere bizim gazetecilere tavsiyem “elde veri olmadan bu tür büyük laflar etmemeleri”.
    Ama “en eğitimli cemaat” bile bunları sorgusuz kabul ediyorsa geçmiş olsun.
    Daha çok çekeceğimiz var
    Selam ve hürmetler

    • Bayılıyorum bu ”devlet aklı” muhabbetine. Şimdi bu komplo teorisi olmamış mı oldu. O zaman ben de aynı şekilde sorayım. Hangi ”devlet(in) aklı” eline çakı bile almamış yüzbinlerce insanını terörist ilan eder. Bir ülke için yetişmiş insan kapasitesinden daha kıymetli ne olabilir? Hangi devlet aklı en kymetli madenini bir bozuk para gibi harcayıp çarçur eder. Bu ülkeye işgal kuvvetleri girseydi bu kadar masum insanı yargılayamazdı. Net olarak şunu anladım. Bölgesel olarak Türkiye’ye biçilen bir gömlek var. Türkiye’nin çok güçlü olmasını istemiyorlar. Ne zaman iç dinamikler bu gömleğin dar geldiğini anlayıp bir şeyler yapmaya kalksa anında tırpanlanıyor. Kürtler Türklerden, Türkler Araplardan, Sünniler Alevilerden, Onlar Bunlardan nefret etsin istiyorlar. Böylece enerji, gençlik zaman saçma sapan kavgalarda tükenip gidiyor. Sonuç olarak ille de bir devlet aklından bahsedeceksek Güçsüz bir Türkiye parçalanmış bir Ortadoğu isteyen bir devlet(in) aklından bahsedebiliriz…

  5. “Avrupa veya Bati ikidir” sözünü anlamamis bizim cemaat ten arkadaslar.

    Birde Ailesi ve Akrabalarina karsi mülaim, sefkatli, adaletli olan bir Aile reisini, disarda, mahallede, sehirde, is hayatinda zalim, gaddar, ayin oyun, Dolandirici … oldugunu görmüyor ve Demokrat diyor.
    Böyle birine demokrat denirmi!? Kaldiki aile icinde yaptigi ayrimciliklarida gizli, üstü kapali, Kanuna uyarak yapiyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin