Ana Sayfa HABER BM ve AİHM Kararları: Şimdi ne olacak, nereye, nasıl başvurmalı?

BM ve AİHM Kararları: Şimdi ne olacak, nereye, nasıl başvurmalı?

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Kendi yargısını işletmeyen, tabiri diğerle “kendi göbeğini kendi kesmeyen” Türkiye’nin dosyaları her geçen gün uluslararası mahkemelere ve kurumlara taşınıyor. Yolsuzluk dosyaları gibi iktidarın soruşturmaları sümenaltı edilirken, muhalif görülen kesimlere yapılan hukuksuzlukların dosyaları görmezden geliniyor, mağdurların dosyaları da akim bırakılmaya çalışılıyor.

Biriken dosyalar ise yurtdışında adeta bir tsunamiye dönüştü ve dalga dalga Türkiye’ye doğru geliyor. Zamanında yargı, iç hukuk yolları -olması gerektiği gibi- işletilmiş olsa; sadece ihmali ve kastı olanlar sorumlu olacakken, bu kanunsuzluklara devlet olarak ve bir noktada millet olarak sahip çıkıldığında herkesi bağlayan, herkesi vurabilecek bir felakete dönüşüyor.

Erdoğan rejiminin uluslararası kurum ve mahkemelere yansıyan en büyük suçlarından birisi de “adam kaçırmalar.” Türkiye’nin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) koordinesinde gerçekleştirilen bu insanlık suçunda rüşvetlerle bir ülkedeki zaafı olan siyasetçileri, devlet adamları ya da mafya örgütlenmeleri kullanılıyor.

Erdoğan’ın MİT’inin adam kaçırma ile ilgili basına yansıyan son haberi Orta Afrika ülkesi Gabon’dan… Bu ülkeden kaçırılarak Türkiye’ye getirilen ve 15 aydır tutuklu bulunan Gülen cemaati üyesi 3 öğretmen ilk kez geçtiğimiz çarşamba İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkmıştı. İddialar: “Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” ve “Uluslararası casusluk”!

İddianamelerinde isnat edilen suçlar ve istenen cezalar şöyle “Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” suçundan 10 yıldan 22,5 yıla kadar, “Uluslararası casusluk” suçundan 1 yıldan 4 yıla kadar hapis.

Sanıklardan birisi haklı olarak “Gabon’da kime casusluk yapmışım, hangi bilgiyi vermiş olabilirim ki!..” diye sorarken, Gabon’da bulunan okullarında yöneticilik yaptığı söylenen sanık Adnan Demirönal’ın mahkemedeki savunması hadisenin özeti: “Gabon’da öğretmenlik yaparak ailemin geçimini sağlıyordum. Beklenmedik şekilde gözaltına alındım. Ters kelepçe takılarak getirildim. 15 aydır tutukluyum… Herhangi bir örgüte bağlı değilim, ailem de dahil sicilimiz temizdir. Tüm örgütlere lanet gözüyle bakarım.

Bütün bu yaşananlara rağmen Erdoğan yargısının ara kararı standart:

“Üç sanığın da tutukluluk hallerinin devamına, duruşmanın ileri bir tarihe ertelenmesine…”

Aksi bir karar verecek olsalar bu mahkeme heyetinin başına neler gelebileceğini de herkes biliyor!

MOLDOVA İCRAATI!

Ülke içinde “siyah transporterler” sürekli olarak insanları kaçırıyor. Yasin UGAN, Özgür KAYA, Erkan IRMAK, Salim ZEYBEK, Mustafa YILMAZ, Gökhan TÜRKMEN halen kayıp ve kendilerinden haber alınamıyor.

Geçtiğimiz mart ayında da Türkiye Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün, “107 Gülen yapılanması mensubunun Türkiye’ye getirildiği” yönünde itiraf gibi bir açıklaması olmuştu. “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş” hesabı, bunu bir gurur vesilesi gibi açıklamışlardı ama üst üste gelen uluslararası mahkeme kararlarından görüyorsuz ki bu aslında bir dizi uluslararası insanlık suçunun da bir itirafı ve belgesi idi.

Bunları da takip eden uluslararası mahkemeler ona göre kararlar vermeye başladı. En son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye ve Moldova gizli servislerinin ortak operasyonuyla 6 Eylül 2018 tarihinde Türkiye’ye gönderilen Gülen Hareketi’ne mensup 5 Türk vatandaşı tarafından açılan davada “Moldova’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) ihlal ettiği” sonucuna vardı. İhlalinden bahsedilen maddeler ise;

– AİHS’nin özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5’inci maddesinin 1’inci fıkrası ile (davacıların bu şekilde yakalanmasının “yasadışı“, “gereksiz” ve “keyfi” olduğuna),

– Özel ve aile hayatına saygıyla ilgili 8’inci maddesini ihlali…

Karar gereği Moldova, davacıların her birine 25 bin euro manevi tazminat ödeyecek.

Aslında bu yeni bir sürecin de başlangıcı. İş sadece tazminat ile kalmayacaktır. Tescillenmiş bu husustan sonra işin bir de cezai boyutu olacaktır. Ulusararası insanlık suçu işleyen Türkiye’deki ve onunla işbirliği içindeki suç ortaklarının uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanmalarının da önü açılmıştır. Bu konuyu da ayrı bir araştırma konusu olarak ele almak gerekir…

AİHM’in bu kararı, Gülen Cemaati’nin yurtdışındaki unsurlarına yönelik MİT operasyonlarıyla ilgili ilk kararı olması açısından da önem arz ediyordu… AİHM, Moldova’dan Türkiye’ye kaçırılan 6 kişiyle ilgili verilen kararıyla, Avukat Nurullah Albayrak’ın ifadesi ile “Türkiye’nin yurtdışına hukuksuzluk ihraç ettiği/ yani kaçırmalar, istihbari faaliyetler, el koymalar, rüşvet, tehdit, şantaj, yolsuzluk tarzı hukuksuzlukları ihraç eden ülke haline geldiği tescillenmiş” oldu.


Hatırlarsanız, Moldova’nın yedi Türk’ü sınır dışı etmesine Af Örgütü’nden tepki gelmiş, Örgütün Doğu Avrupa ve Orta Asya Yöneticisi Marie Struthers, olaydan duydukları endişeyi ifade ettikten sonra, “Moldova makamları yalnızca bu kişileri sınır dışı ederek haklarını ihlal etmekle kalmadı, aynı zamanda onların adaletsiz bir yargılama süreci gibi insan hakları ihlallerine maruz kalacak olmalarına sebebiyet verdi” ifadelerini kullanmıştı. Af Örgütü’ yetkilisi ayrıca, “Moldova’daki son tutuklamalar, giderek baskıcı hale gelen Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarına karşı izlediği misilleme politikasına uyuyor” diye eklemişti.

AİHM’e taşınan davanın detaylarında görüyoruz ki hem Türkiye hem de Moldova bir dizi hukuksuzluklar yapmış, uluslararası yasaları hiçe saymışlar…

Sosyal medyada, “BM koruması altındaki bir ailenin MİT tarafından Afganistan’dan kaçırılıp Türkiye’ye getirildiği, ailenin 9 ay içerde tutulduktan sonra bırakıldıkları ve şu an bu ailenin yurtdışında olup Afganistan ve Türkiye aleyhine 25 milyon dolarlık dava açmış olduklarına” dair iddialar da var. Her geçen gün bu iddialar artacağa benzer…

ERDOĞAN’IN ULUSLARARASI RÜŞVET ÇARKI

Moldova basınında, “Ankara’nın Moldova cumhurbaşkanlığı binasının 10 milyon dolara restorasyonunu üstlenmesinin karşılığında söz konusu kişilerin Türkiye’ye iade edilmesinin beklendiğine” dair haberler yer almıştı.

Moldova Cumhurbaşkanı Igor Dodon, söz konusu iddiaları reddederek, basına iade kararları hakkında spekülasyonda bulunmama çağrısında bulunmuş olsa da bunun siyasi sonuçları olmuştu…

Görüldüğü gibi Erdoğan, ülke içinde yürüttüğü “cadı avı”nı uluslararası bir boyuta taşımış durumda ve Cumhurbaşkanlığı’nın örtü ödeneği dahil ülkenin bütün kaynaklarını bu sürek avına seferber etmiş durumda. Bunun için de demokrasinin tam yerleşmediği 3. Dünya ülkelerindeki zaafı olan siyasileri, devlet görevlilerini kullanmakta… Ne gariptir ki Erdoğan ile bu kirli ilişkilere girmiş olan siyasilerin akibeti hiç de iyi bitmiyor, bir şekilde müstehaklarını buluyor. (Süreçlerinin devamına bakıldığında ne demek istediğimiz anlaşılacaktır.)

Bunun bir örneğini de Malezya’da görmüştük. Erdoğan’ın uzun kolları oraya da uzanmış ve BM koruması altındaki İsmet Özçelik ve Turgay Karaman isimli 2 eğitimciyi Malezya hükümeti ile kirli pazarlıklar sonucu kaçırmış ve Türkiye’ye getirmişti. Fakat her olay gibi bu hadise de Erdoğan rejiminin ayağına dolandı, dolanmaya ve onları bir gölge gibi takip etmeye devam edecek!

ERDOĞAN REJİMİ UYGULAMALARINA KARŞI BM KARARI

Malezya’dan adam kaçırma ile ilgili BM’ye başvurulmuş ve BM İnsan Hakları Komitesi de 28 Mayıs 2019 tarihinde 2980-2017 sayılı “İsmet Özçelik ve Turgay Karaman / Türkiye kararı” ile Erdoğan rejiminin insan hakları ihlallerini hükme bağlamış ve Gülen Cemaati’ne yönelik tutuklamaların keyfi olduğunu kaydetmişti. Birleşmiş Milletler’in bu kararı Türkiye’deki binlerce tutuklu ve KHK mağdurunu doğrudan ilgilendirmesi açısından mağdurlar için bir umut ışığı, Erdoğan rejimi için de “pandoranın kutusunun açılması” olmuştu…

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi (Komisyonu) bu kararı ile “Türk eğitimcilerin özgürlüklerinin ihlal edildiğini” söylerken,  kararın yerine getirilmesi için de Türkiye’ye 180 günlük bir süre tanımış oldu. Kararın içeriğinde ayrıca uğranılan zararın tazmini de var…

Bu BM kararı ile tescillenen hususlar ise şunlar idi:

1- Türkiye’de adli süreçler usulüne uygun işlemiyor:

CMK ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu md.7 vd hükümlerinin işlemediği örneklerle ortaya konuldu.

2- ByLock ve Bank Asya suçlamalarının hukukta bir karşılığı yok:

“İsmet Özçelik ve Turgay Karaman BM Başvurusu” karşısında Türkiye, “davacıların ByLock kullandığını ve Bank Asya’da hesabının olduğunu” ileri sürerer “kaçırmanın yasal olduğunu” iddia etmiş, BM ise bu suçlamaların hukukta karşılığının olmadığını ifade ederek hukuksuz şekilde tutulan davacıların bırakılmasına ve tazminat verilmesine hükmetmişti; Türkiye’nin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza atan ülkelerden biri olduğu da hatırlatarak…

(BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun 2018/42 sayılı kararında da “Bylock kullanma ve Gülen Hareketince organize edilen dini sohbetlere katılma terör örgütü suçlamasına dayanak yapılamaz” şeklinde bir karar bulunmaktadır.)

3- Türkiye’de “savunma” sorunlu: Baronun atadığı avukatların sanıklara yardımcı olmaktan ziyade bazen onları itirafçı olmaya  zorladıkları uluslararası yargılamalarda da kayıt altına alınmış olundu.

4- İnsan hakları ihlallerinde OHAL mazeret değildir: Anayasa ve AİHM içtihatlerinde “Temel insan haklarının OHAL ile ve KHK’larla kısıtlanamayacağı” hüküm altına alınmış olmasına rağmen 15 Temmuz Kurgusal Darbesi’nden sonra yapılan bütün hak ihlallerinde KHK’lar ve OHAL bahane gösteriliyordu. BM’in bu kararında da açıkça “haksız tutuklamalara OHAL’in bahane edilemeyeceğinin” altı çizilmiş oldu.

5- AYM, bir iç hukuk olmaktan çıkmıştır: Türkiye’nin “iç hukukun daha tüketilmediği” savunması karşısında BM İnsan Hakları Komitesi, “Gülen Cemaati üyelerine karşı Anayasa Mahkemesi’nin objektif davranmadığı ve makul sürede karara bağlamadığı” gerekeçeleri ile AYM’nin tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olmadığını kayıtlara geçirmiş oldu.

Hakim Kemal Karanfil’in de ifade ettiği gibi, BM İnsan Hakları Komisyonu’nun kararı üzerine AİHM de “iç hukuk yollarını tüketme” konusunda içtihat değişikliğine gidebilecektir ve bu orada bekleyen dosyaları da etkileyecektir…

BM ve AİHM KARARLARI SONRASI YAPILACAKLAR…

BM kararından sonra Havuz’da “BM kararının bağlayıcı olmadığı” şeklinde yorumlar çıktı, ki bunun ciddiye alınacak tarafı yok. Zira BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Birinci Ek Protokol’ü 1976’da yürürlüğe girmiş ve BM İnsan Hakları Komitesi de bu sözleşmeye dayanarak ihtas edilmişti.

Türkiye ise bu sözleşmeyi 23.09.2003’te, İhtiyari Protokolü ise 02.02.2004’te imzalamış, 05.08.2006’de de Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Anayasa’nın 90. maddesi gereğince de “usulüne göre yürürlüğe konulmuş” olan bu milletlerarası antlaşma kanun hükmü kazanmıştı. Dolayısıyla da komisyonun kararları her türlü Türkiye’yi bağlar.

AİHM kararları CMK’ya konulan hükümle iç hukukta direkt bağlayıcı nitelik iken, İHK kararları için bu yönde bir düzenleme de bulunmamasından dolayı “yaptırımı olmadığı” iddia edilse de bunun Anayasal bağlayıcılığı vardır ve uluslararası böyle bir taahhüdün ihlalinin siyasi, ekonomik ağır sonuçları olacaktır!..

Şimdi bu noktada, haklarını artık uluslararası mercilerde arayanların aklında şu soru var:

“O zaman ne yapalım; haklarımızı talep için AİHM’e mi, yoksa BM’ye mi başvuralım?”

Baştan diyelim ki AB’nin etkisiz kaldığı yerde BM daha etkili ve sonuç odaklı olmaya başladı. Bundan dolayıdır ki Avrupa’da bulunan 5 farklı İnsan Hakları Derneği de, Türkiye’deki insan hakları ihlalleriyle ilgili BM’ye başvuruda bulundu.. Yani adam kaçırmalardan sonra “işkence” de BM masasında artık…

Fakat hemen hatırlatalım ki;

AİHM’de davası devam edenlerin dosyasını ayrıca BM’ye taşıması sakıncalı olabilecektir, AİHM sürecinin sonuçlanması gerekecektir. (BM’de devam eden davalar için ayrıca AİHM’e başvuru durumu da aynı şekilde…)

Bu yargılamalarda bir red kararı çıkması halinde diğer kurum ve mahkemelere başvurmakta fayda var.

İlk defa uluslararası bir mahkemeye dosyasını taşıyacaklar için ise;

Öncelikle BM İnsan Hakları Komitesi’ni (İHK) tercih etmeleri önerilir. Zira İHK kararları Türkiye için bağlayıcıdır. AİHM kararları da sözde bağlayıcıdır ama (Demirtaş kararında vb görüldüğü gibi) Türkiye, değişik bahaneler ileri sürerek bu kararları yok sayabiliyor, AİHM de siyasi kaygılarla buna sessiz kalabiliyor!

Uluslararası hukuk alanında uzman hakim Talip Aydın’ın da dediği gibi: “AİHM’nin Erdoğan Rejimi ile pazarlık içinde hareket ettiğini, zamana oynadığını, Rejim’e akıl verdiğini görmemek saflık olur. Arada bir verdiği kararlarda da insanların gazını aldığı, kendince itibar yenilemesi yaptığını görmek gerekir.

BM İHK’nın verdiği karardaki en can alıcı noktalardan birisi de zaten AİHM’in yıllardır AYM’yi ve de OHAL Komisyonu’nu bir iç hukuk yoluymuş gibi dayatmasını gerçersiz kılmıştır! Dolayısıyla da tekrar belirtelim ki, ilk defa başvuracaklar BM’ye, halen AİHM’de davası olanlar ise BM İHK’nın “AYM’nin bir iç hukuk yolu olmaktan çıktığına” dair kararını AİHM’e sunmalarında fayda var.

Otoriter, baskıcı bir yönetime dönüşen halihazırdaki Erdoğan rejimiyle ilgili aleyhe kararlar gelmeye devam ediyor ve de artarak sürecektir bu!.. Bunların da iyi tahlil edilip ona göre etkili savunmaların hazırlanması gerekmektedir. Dolayısıyla da bu kararlar hakkında söylenecek, konuşulacak daha çok hususlar var… Bunları da sonraki yazılarımızda kısımlar halinde ele almaya çalışalım, yerimiz/ vaktimiz elverdikçe…

HENÜZ YORUM YOK