‘Bizi aldatan bizen değildir!’ Ya bizden olmayanı aldatan? O bizden midir? Biz kimiz?

YORUM | AHMET KURUCAN

Böyle bir yazı başlığı olmaz, biliyorum. Başlıklar yazının muhtevasını yansıtmalı ama kısa olmalı. Genel kabul ve teamül bunun üzerine kuruludur. Fakat bazı yazılar vardır ki kısa başlıklar muhtevayı ifade etmez. Bu başlığın ilk cümlesinde olduğu gibi.

“Bizi aldatan bizden değildir.” Bu cümle okunur okunmaz insanın aklına mefhum-u muhalifi gelir. “Bizden olmayanı aldatan bizden olabilir” diye düşünebilir insan. Gerçekten öyle midir? Bizden olmayanı aldatan bizden midir? Eğer öyleyse, biz kimiz? Bizden olmayanlar kim? Biz’in kriterleri ne? Tarifi ne? Diyelim ki tarifi yapıldı, bu kriterleri belirleyip, tarifi yapan kim? Neden o kişi kriter belirliyor? Sübjektif mi, objektif mi koyduğu kriterler? Aldatmama insanî ve ahlakî bir eylem olduğuna göre aldatma eyleminin söz konusu olduğu yerde bizden olma ile olmaması arasında nasıl bir fark olabilir? Hele bu beyanın bir de hadis olduğunu biliyorsanız, bizden olmayan aldatılabilir gibi bir mana çıkan sözü Hz. Peygamber (sas) nasıl söyler? Gördüğünüz gibi söz uzayıp gidiyor. Sonu yok bu soruların. İşte bütün bunlardan dolayı uzun bile olsa okuduğunuz başlığı koymayı tercih ettim.

HADİS’İN KAYNAĞI

Evet, başlığın ilk cümlesi bir hadis. O sözün Hz. Peygamberin ağzından çıkmasına sebebiyet veren bir hadise var. O da şu: Bir gün Efendimiz (sas)  pazarda buğday satılan tezgaha uğrar ve buğday çuvalının içine elini daldırır. Parmakları ıslanır ve satıcıya “Bu ıslaklık ne” diye sorar. Aldığı cevap ‘Ya Rasulallah. O kısmını yağmur ıslattı’ olur. Bunun üzerine, “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya!” karşılığını verir ve ardından, “Bizi aldatan, bizden değildir” buyurur.

Fakat, bazı rivayetlerde “bizi” kaydı yok. Orada Allah Resulü (sas) direkt olarak şunu söylüyor: “Aldatan bizden değildir” (Her iki riyavet için bkz: Müslim, İman, 164; Tirmizi, Büyû, 82; Ebu Davud, Büyû,50.)

İmdi, Müşrik, Yahudi ve Müslümanlardan müteşekkil bir toplum içinde yaşayan Müslümanlar için “aldatan” ve “bizi aldatan” rivayetleri arasındaki farkın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Osmanlıca tabirle bazı “cühelâ-u âlim nümâ” yani “âlim görünümlü cahiller, “bizi aldatan” rivayetini esas alıp bizden olmayanı aldatmanın mahzurlu olmayacağı görüşünü ileri sürebiliyorlar. Bu görüşlerini “Dârü’l harb” kapsamında yapılmış olan bazı mali içtihatları da  arkalarına alarak, Müslüman ahlakı ile katiyen bağdaşmayacak düşünceleri savunabiliyor hatta hayatlarına tatbik ediyorlar. Suçlu da dilleri Efendimiz’e uzanamadığı için o içtihatları yapan haşa İmam-ı Azam, İmam-ı Şafii ve benzeri müçtehit imamlar. Tek kelime ile insaf diyorum.

RİVAYET MESELESİNİN ÇERÇEVESİ

Önce pazarda cereyan eden olayı anlatan hadisin “aldatan bizden değildir” ve “bizi aldatan bizden değildir” şeklinde bitmesinin altında yatan temel sebebi hatırlatayım: Hadislerin lafızla değil mana ile rivayet edilmesi. Literatürdeki tabirle “rivaye bi’l-lafz” değil “rivaye bi’l-mana.” Hadis usulüne vakıf olan hemen herkesin bildiği gibi hadislerin çok büyük bir çoğunluğu, istisnaların azlığını hesaba katacak olursak hepsi de diyebiliriz, mana ile rivayet edilmiştir. Yani sahabe Hz. Peygamber’den duymuş oldukları sözleri aklında kaldığı kadarıyla anlatmış, müteradif dediğimiz aynı manaya gelen başka kelimeleri kullanmış ve onlar rivayet malzemesinin esasını teşkil etmiştir.

Bazı vaizler de dahil çoklarında duyduğum “hadisler kelimesi kelimesine Allah Resulünün ağzından çıktığı gibi bize ulaşmıştır. Hatta bazıları sırf bu yüzden hadis rivayet etmemiş, edenlere de farklı gözlerle bakılmıştır” gibi tespitler ve yorumlar doğrudur. Vardır böyleleri sahabe içinde ama sayıları alabildiğine azdır. Hatta onlar, “Kim benim üzere kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” (Buhari, İlim, 38) hadisini bu davranışlarına delil olarak ileri sürmüşlerdir. Kur’an ayeti gibi ezberlenmeyen hadislerin rivayet edilmesi doğru değildir diyenler olmuştur.

Fakat zannedildiğinin aksine bu yaygın bir uygulama değildir. Öyle olsaydı mücelletlerle hadis külliyatına sahip olmazdık biz bugün. Kaldı ki bu dediğimiz husus, hadislerin tedvin dönemi ile sınırlıdır. Yani ilk iki asır. Ondan sonra zaten mana ile rivayet ortadan bütünüyle kalkmış, lafız ile rivayet esas olmuştur.

GENEL AHLAK PRENSİPLERİ İLE KIYAS

İşte bahis mevzuu ettiğimiz hadisi de bu çerçevede mütalaa etmek şarttır. Bu hadiseye şahit olan kaç sahabe varsa, onlar duydukları ve aklında kaldıkları ile anlatmışlar. Veya hadiseye şahit olan sahabi(ler) kelime kelimesine Efendimizden (sas) duyduğunu anlatsalar bile, sonraki halkada hadisi rivayet edenler hatırlarında kaldığı kadarıyla, müteradif kelimeleri kullanarak anlatmışlardır. “Aldatan” ve “Bizi aldatan” farklılığının altında yatan temel neden budur. O dönemin sosyal, siyasal, kültürel arka plan şartlarını bununla birlikte mütalaa ederseniz, hadise “bizi” ilavesinin yapılmasının sosyolojik zemini de hazırdır. Çünkü  gayrimüslimler Müslümanlara karşı neredeyse topyekûn tek cephe halinde savaşmakta, herkes kendi kampında yaşamakta ve dini kimlik her türlü kimliğin üstünde yer almaktadır.

Bütün bunlara rağmen diyelim ki Efendimiz “Aldatan bizden değildir” yerine “Bizi aldatan bizden değildir” veya “Benden değildir” -ki bu lafızla yapılan rivayetler de var- dedi. Bu durumda başta sorduğumuz sorular çok anlamlı hale geliyor.

Tekrar sorayım: Bizden olmayanı aldatmak caiz midir? Biz kimiz? Hangi kriterlere göre ve kim bu ‘biz’in çerçevesini belirliyor. Eğer deseniz ki, ‘biz’den kasıt Müslümanlardır ve bunu Hz. Peygamber belirliyor; ona da mı itirazın olacak?

O zaman ben şu soruları sorarım: En genel manada muhatabın dini kimliğini nazara almadan ne olursa hayatın hiçbir alanında aldatmamayı merkeze koyan Kur’an ayetlerine ne diyeceksiniz? Mesela: “Birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, hâkimlere rüşvetleri peşkeş çekmeyin.” (2/188).

Hz. Peygamber’in tebliği ve temsil ettiği Kur’an’a rağmen böyle bir şey söylemesi kabul edilebilir bir alternatif mi? Doğruluğu, dürüstlüğü, güven ve emniyeti Müslüman sıfatı olarak sunan hadislere ne diyeceksiniz? En basitinden Müslümanın enfes bir şekilde tanımlayan, “Müslüman elinden ve dilinden emin olunan insandır” (Buhârî, İman: 4; Müslim, İman: 64) hadisine bir izah getirebilecek misiniz?

Muhammedu’l Emin diye Hz. Peygamberin (sas) İslam öncesi Arap toplumu müşriklerinin bile emin ve güvenilir diye tasdikini haklı olarak övünerek anlatan insanlar bu bağlamda bana iki cümle söyleyebilir mi? Alışveriş esnasında sürekli kendisinin aldatıldığını söyleyen sahabiye Efendimizim “Kimden alış-veriş yaparsan ona ‘İslam’da aldatma yoktur’ de!” tavsiyesini ki Buhârî, Müslim, Ebu Davud,Tirmizî ve Nesaî hadisidir- ne diyecekler? (Buhârî, Büyû 48; Müslim, Büyû 48; Ebû Davud, Büyû 66; Tirmizî, Büyû 28; Nesaî, Büyû 51.)

ÇÖZÜMÜN PARÇASI OLAN DİN

Meşhur münafığın vasıflarını sayan hadisi öne sürerek isterseniz şu soruları da sorayım. Yalan söyleme aldatma değil midir? Verdiği sözde durmama, kendisine verilmiş olan emanete ihanet ve hıyanet etmeye Efendimiz nifak sıfatı demiyor mu? Bu sorulara cevabınız evet ise, yalan söyleyerek, sözünde durmayarak, emanete ihanet ve hıyanet ederek başkalarını aldatmanın münafıklık vasfı olduğunu kabul ediyorsunuzdur. O zaman şu soruya cevap verin: aldatılan muhatabın bizden olması ile olmaması arasında ne fark olabilir?

Hasılı, başkalarını aldatmama eksenindeki eylem, öncelikli olarak ahlaki bir eylemdir ve evrenseldir, sonrasında dinidir. Sözünü ettiğimiz bağlamda, ahlak ile dinin çatışması söz konusu olamaz. Eğer çatışıyorsa o zaman ya din din değildir ya da ahlak ahlak değildir. Kendi dininden olmayanı aldatmayı meşru gören din, sorunlu bir dindir. Aldatmamayı evrensel bir ilke olarak benimsemeyen ahlak da, sorunlu bir ahlak anlayışıdır. Böylesi bir din ve ahlak, yaşadığı toplumda sorunun bir parçası olur, çözümün değil. Halbuki bizim bildiğimiz dinimiz de, dinimizin bizlere sunmuş olduğu ahlaki kriterler de sorunun değil çözümün parçasıdır. Ayrıca aldatma hukuki düzlemde bütün hukuk sistemlerinde suç kabul edilir ve suçun mahiyetine göre cezai müeyyidelerin konusu  olur.

NOT: Ben bu hadisi, hadisenin cereyan ettiği Menaha da denilen Suk-u Medine’de bir grup hüccaca anlatmıştım. Yerinde anlatmanın ayrı bir heyecan ve helecanı vardı üzerimde. Dinleyenlerde de ekstra bir dikkat. Beni benden alan tavırları ile kendine hayranlık duyduğum çok sevdiğim tüccar bir arkadaşım, dostum, kardeşim pazar yerinden ayrılıp Sakifetu Beni Saide’ye doğru yürürken yanıma gelmiş ve ‘bunu yazsanız’ demişti. Bugüne nasipmiş.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin