Ana Sayfa Güncel Bizi âfâttan başkası temizlemez

Bizi âfâttan başkası temizlemez

YORUM | AHMET KURUCAN 

Yazıda okuyacağınız anekdotu bu köşenin takipçileri daha evvelden hatırlayacaklardır. Anekdot malum, “bir olayın başlı başına bütünlük gösteren küçük parçası,” diye tarif edilir. 1 ABD dolarının 11 TL’yi aştığı, yağ, şeker ve un satışlarına kotanın getirildiği, ucuz ekmek almak için uzun kuyrukların oluşmaya başladığı, temel gıda ve tüketim maddelerine hemen her gün zam yağdığı şu günlerde o yazımı hatırladım. Aradan geçen 6 yıl içinde değişen şey ülkenin o günkü atmosferinin daha da kötüye gitmesi oldu. Zaten yazıyı bana hatırlatan da o oldu. Söz konusu konuşma şimdi yapılmış gibi. Hatta diyorum şimdi olsaydı aynı istikamette örnekler değişir, rakamlar değişir ama değerlendirmeler aynı kalırdı. Şimdi o yazıdan da iktibaslar yaparak küçük ilavelerle bu manzarayı sizlerin gözleri önüne sermek istiyorum.

2014 yılı Aralık ayındayız. Eşim ile Erzurum’dayız. Gidiş gerekçemiz eşimin dayılarından bir tanesinin vefatı. Cenazeye iştirak etmek, ona karşı son vazifemizi yapmak, aile efradının acılarını paylaşmak için oradayız. Misafir olduğumuz evden Şifa Hastanesine gidecek, morgda bulunan cenazenin evine, camiye ve mezarlığa götürülmesine eşlik edeceğiz.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Kayak Yolu’ndan Dadaşkent, oradan Şifa Hastanesine dedik bindiğimiz taksiciye. 60 yaşlarında bir görünümü var. 2 günlük sakalı yüzündeki çizgi çizgi kıvrımları kapatmaya yetmemiş. Belli ki çilekeş birisi. “Şu yoldan gideyim ağabey; daha kısa, daha az yazar,” dedi. 2014 Türkiye’sinde hala karşılaştığımız, insanlığımız ve Müslümanlığımız adına onur duyduğumuz bir manzara bu. 7 çocuk büyütmüş işçi maaşıyla. 6’sı üniversite okumuş. Emekli ama taksicilikle iş hayatına devam.

Muhabbete aşık bir insan. Arkada oturan kayınbiraderim Anadolu insanının klasik sorusunu sordu: “Ne var ne yok ağabey?” Adam, “Hepimizin hırsızız ağabey. Bizi âfâttan başkası temizlemez,” dedi. Bende şaşkınlık had safhada. Evet; gerçekten şaşırdım, çünkü “Çok yazmasın, şu kısa yolu tercih edeyim” diyen insan şimdi “Hepimiz hırsızız” diyordu. Hem de “Nasılsınız?” anlamına gelen “Ne var ne yok?” sorusuna verdiği cevapta. Siz olsanız şaşırmaz mısınız?

“Ne demek istiyorsunuz?” dedim. “Çocukluğumda bizim köyde bir Musa vardı. Bankaya parasını yatırmış dediler. Bu söz duyulduğu andan itibaren köyümüzdeki büyüklerimiz Musa ile selam sabahı kestiler. Bayramda dahi evine gitmediler. Biz böyleydik ağabey. Ya şimdi?”

Ben sordum bu defa “Ya şimdi?” Arka arkasına sıraladı. “Hem namaz kılıyoruz hem gıybet ediyoruz. Hem namaz kılıyoruz hem faiz yiyoruz. Hem namaz kılıyoruz hem zekât vermiyoruz. Hem namaz kılıyoruz hem rüşvet alıyoruz. Hem namaz kılıyoruz hem fitneye odun taşıyoruz. Hem namaz kılıyoruz hem yalan söylüyoruz.”

“Bizi afattan başkası temizlemez” sözünün temelinde yatan düşünce buymuş demek ki dedim içimden. İyi de neden buradan başlamıştı? Kayınbiraderim sadece “Ne var ne yok?” gibi çok genel ve masum bir soru sormuştu. Cevabı basit bu sorunun: “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” Adam dertli ve “dertli söyleğen olur.”

Kayınbiraderim yine sordu: “Pekâlâ ne olacak bu işin sonu.” “Cebine ve canına” dedi şoför ağabey. Kayınbirader bunu hemen formülleştirdi; “2 C yani.” Ne ben de de şoför amca anladı bu formülleştirmeyi. “Ne demek istiyorsun?” dedi kayınbiraderime. “Cebine ve canına” diyorum diye cevap geldi arkadan. “He, tamam, şimdi anladım. Evet, bizim milletin cebine ve canına dokunmadıkça uyanmaz ağabey” dedi o kulaklara hoş gelen Erzurum şivesiyle.

Türkiye’nin gündeminde o zaman bir de saray tartışmaları vardı. Şoför amcaya maliyetinin bizatihi Erdoğan’ın ifadesiyle 500 milyon dolar olduğu söylenen ve o zamanların yarı özgür gazetelerinde “kara saray, ak saray, kaçak saray, israf sarayı” diye adlandırılan sarayı sorduk. Cevabı hem kısa hem de çok ustacaydı. “Bakın, hepimiz Müslümanız. Müslümanlıkta israf nedir?” Devam edecek zannettik ve sustuk. Meğer ki soruyu bize soruyormuş. “Size soruyorum; dinimizde israfın hükmü nedir?” “Haramdır” dedim yüksek sesle. “Tamam, mesele bitmiştir o zaman.”

Karşımda Türkiye gündemini iyi takip eden ve hakîmane cevaplarıyla dikkatimi çeken birini bulunca dış politikaya atladım ve bir soru daha sordum: “Dış politika hakkında ne diyorsun?” Hemen “Suriye” dedi. “Ne diye uyuyan aslanı uyarıyorsun ki? Suriye’nin arkasında Çin’in, Rusya’nın, İran’ın olduğunu bilmiyor ve görmüyor musun? Bunlarla uğraşmaya senin gücün yeter mi?” “Yanlış mı yaptı diyorsun?” diye söze girdim. “Tabii ki yanlış yaptı. Bu yanlıştan dönmenin yolu da bükemediğin bileği öpeceksin. Burada senin vatandaşın açlığından ölsün, sen milyonlarca insana kapını aç. Olacak şey mi?”

Bu defa açıktan sordum. Hocaefendi’ye yapılan hakaretler hakkındaki düşünceniz nedir?” Sorum biter bitmez bir saniye bile düşünmeden cevaba başladı: “Bakın kardaşım. Ben cemaatten değilim. Hiçbir cemaatten de değilim. Ama bizim bir örfümüz, adetimiz vardır. Din adamlarına bakışımız ve kabulümüz vardır. Ben 30 yaşındaki cami imamının önünde el-pençe divan duruyorum. Çocuklarıma da aynı şeyi telkin etmişim. Hocalara saygıda kusur etmeyin demişim. Her şeyden önce Hocaefendi bir din adamı. Bir din adamına bunlar söylenir mi? Saygısızlık değil mi? İkincisi: Hocaefendi ve cemaati şimdiye kadar vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirmekten başka ne yapmış? Sadece Hocaefendi mi? Hayır, diğer cemaatler de aynı. Hiçbiri zararlı evlatlar yetiştirmedi.”

Kısa süren uzun yolculuğumuz bitmişti. Ücretini ödemek için elimizi cebimize attığımızda şoför amca Anadolu insanının kanaatkâr vasfıyla karşımıza çıktı ve bizi bir kez daha büyüledi; “62 TL tuttu ama siz 50 verin yeter.” O öyle dese de biz 62 verdik. Çünkü bu konuşmayı dinlemek için 62 değil 162 vermeye değerdi!”

Ne diyorsunuz buradaki yorum ve değerlendirmelere? 2015 yılında bir dolar 2,72 TL idi, bu yazının kaleme alındığı gün, saat ve dakika itibariyle 1 dolar 11,28 TL. Yazı birkaç gün sonra yayınlanacak. O zaman kaç lira olur bilemem. Ama aradaki korkunç fark meydanda. Yani? Yani o Erzurumlu şoför amcanın dediği gibi milletin cebine dokunmaya başladı. AKP’li olsun olmasın herkes bu tablodan hissesine düşeni alıyor. Cebindeki paranın alım gücü her saniye düşüyor. Dün marketten aldığı peyniri ertesi günü aynı fiyata alamıyor. Ekonomistlerin dediği gibi herkes yavaş yavaş fakirleşiyor.

Ve ben bu manzara karşısında şu soruyu soruyorum: Acaba diyorum Erzurumlu amcanın dediği “Bizi âfâttan başkası temizlemez.” diye ifade ettiği âfât bu olmasın? Belki de budur, kim bilir? Rahmetli Demirel’in sözünden mülhem bu iktidarı mutfaktaki boş tencere devirecek gibi gözüküyor.

Evet, 20 yıllık iktidarında Erdoğan, AKP ve iktidar bileşenlerinin bugünleri netice veren iç ve dış politikaları değil, kendi vatandaşına köpeği olan yargı vasıtasıyla yaptığı zulümler, adaletsizlikler, vicdansızlıklar değil, mutfaktaki tencere. Acı, çok acı ama gerçek bu. Halbuki…

14 YORUMLAR

  1. hasan basri
    osmanlı bakiyesi bütün topluluklar yüzyıldır afat yaşıyor zaten, son zamanlar ise daha şiddetli
  2. Mehmet K.
    Tevhid inancina ters dusen fikirler icermeyen yazilar yazma tercihinizi takdir ediyorum bir okurunuz olarak. Bu sekilde devam etmeniz dilegiyle.
  3. Abdülkadir
    Teşekkürler Ahmet Bey Benim için de farklı bir bakış açısı oldu göklerden afet Beklerken afet cebe inmiş Allahu alem
  4. Emine Kaya
    Acaba bu amcamız 15 Temmuz'dan sonra ne yaptı ben bunu düşündüm . Hocaefendi hala din adamıdır demis midir? Vicdanının kantarı ne ölçmüştür, şu an yapılan haksız hukuksuz muameleler karşısında ne yapıyordur ..
  5. Ahmet
    Sevgili Yazara Okuyucusundan Mektuplar (1); Değerli hocam, aşk ağlatır dert konuşturur demişler. Size bu yazım, gül cemalinize tutkunluktan değil, memleketimizden biriktirip getirdiğimiz o baskının dışavurumu, bir çeşit arınma, deşarj olma olarak algılayınız. Kendim rahatlarken, sizi darlamak da değil amacım elbette. Aynı yolu yürümüş insanların sohbeti olarak algılayınız bunu. Yorumcu ile yazar iletişimi denirse de hayır demem. Mektup 1 dedim, çünkü nedense sadece belirli yazarlarla yaptığım etkileşimi sizinle de yaptığım için sıksık, artık bunun adı olsun istedim, mesela bu yazınız bağlamında aklıma gelen iki husus var ki, bağımsız birbirinden, o nedenle ayırdım. Yazımda bir tazyik olmayacağını baştan belirterek, çay sohbeti müdavimleri arasında bir sohbet olarak görürseniz sevinirim. Sevgili Hocam, Yazınızda “Bizi bir afattan başkası temizlemez” ifadesine takıldım nedense. Beni yıllar öncesine götürdü. Yazınızda afeti, siz ve Erzurumdaki taksici, hak edenleri şiddetli bir tedib etme, ıslahın bir yolu olarak anlamlandırmışsınız. O yazınızda Amca büyüklük etmiş, afeti, kendini de ayrı görmeyerek, kendi yaptıklarımız neticesinde başımıza gelecek ilahi tedip olarak görmüş. Bu bakış benim açımdan da çok sağlıklı bir bakış. Beni yıllar öncesine götürdü yazınız demiştim. Zira, insanların afetleri sorumluları bakımından kabullenişleri çok farklıydı. Muhakkak geçmişsinizdir, Kızılay dan araçla ancak birkaç dakikanızı alacak bir mesafe ile Dikmen Caddesinie tırmandığınızda yukarı doğru, sağlı sollu, İçişleri bakanlığının, Jandarma Genel Komutanlığının, Genel Kurmay Başkanlığının, Milli Savunma Bakanlığının, Hava Kuvvetleri Komutanlığnın, Meclisin, Maliye Bakanlığının, Tapunun, Harp okulunun, Deniz Kuvvetlerinin, Emniyet Genel müdürlüğünün kümelendiğini görürsünüz. Nitekim bu yolu dik kesen diğer yolla da birkaç dakikalık mesafe gittiğinizde koca devleti hemen hemen bitirmiş olursunuz merkez teşkilatlarıyla. Sayıştayı, Hazinesi, Natosu, DSİ si, Karayolları, DMO su, vs vs.. Devlet araçla 5 dakika içinde gezebileceğiniz kadar küçüklüktür. İşte bu fiziki küçüklükten midir bilmiyorum, o binaların birinin koridorlarında birkaç odaya yayılan muhabbet emin olun, tüm diğer saydığım Kurumlarda da yankılanır. Bu nedenle mikro düzeyde anlatacağım bu olayın, aslında tüm kamu bürokrasisinde, sivil askeri konuşulduğundan şüpheniz olmasın. Malum bir dönem Ankara da su kıtlığı vardı, 2008 lerde, Gökçek’in sayın Gökçek olduğu zamanlar. Maliye Bakanlığında, İlk defa aynı odada seküler diyebileceğim bir iş arkadaşım, suların tasarruf edilmeden kullanıldığını bunun nedenini de “Abdest alan insanlar” olduğunu söyledi. Derken öğle arası yemekte masada başka birimlerdeki arkadaşlar arasında da bu konu konuşuluyordu. İlginçtir ki, abdest alma da kulanılan metreküpler üzerinden yapılan hesaplamalarda, inanılır gibi değil ama gerçekten de mantıklı bir sonuç çıkıyordu. Bu konu sosyal medya da da işlenmeye başlamıştı, Ankaranın küflü bürokratik koridorlarında, sivil asker fark etmez, bu konu bir kaç günde olsa konuşulmuştu. Koridor sözü burada belki yerinde olmaz, koridora yansımadan odalarda desem belki daha doğru olur. Neyse. İşte, bu seküler diyebileceğimiz arkadaşlarımız, ilginçtir ki, suların tasarruflu kullanılmamasını, Gökçekin yaptığı yolsuzlukların, rüşvetin bir çeşit yansıması olarak lanse etmeye başlamışlardı. Bu çok şaşırtıcıydı, çünkü bu tarz afetlerin olma sebebini toplumun genellikle muhafazakar kesimi kullanırdı. ve inanırdı. Muhafazakar kesim üstüne toz kondurmadan rahatlıkla memlekette olan afetleri, olan tüm depremleri, özellikle 99 depremini (dini boyutuyla doğru yanlışlığı bir kenarda dursun) seküler kesimin amellerinin neticesi olarak sunmuştu. İşte bu sefer durum başkalaşmıştı, jargon olarak “bilimi rehber edinin” bunlar bilimsel değil diyen kişiler, gözlemim, samimice Gökçek nedeniyle olan bir afet olarak inanmaya başlamışlardı. O gün muhafazakar kesimin, seküler kesimle tartışmasında aslında ne kadar psikolojik üstünlük içinde olduğunu fark etmiştim. Fark etmiştim, zira, çünkü bu sefer, yolsuzluk yaptığı yeni yeni duyulan Gökçek vardı. Metreküp üzerinden yapılan hesaplamalarda hakikaten su tüketiminde çok olmasa da etkisi vardı. Yazınızı okuyunca bu yaşanmışlıklar aklıma geldi. Devir öyle bir hal aldı ki, pek ilgisi olmayanların bile artık diyecek söz bulamayıp Kurandan ayetlerle hakkı hukuku müdafaa ettiği bir hal almaya başladı. Hiçbir şeyden anlamayan karşımızdaki güruha karşı, belki anlarlar ne de olsa sürekli onu yüceltiyorlar diye düşünerek sanırım bunu yapıyorlar. Fark etmiyoruz ama seküler kesimin, afetler karşısında sebepler dışında hikmete dair açıklamalara burun kıvırışı da artık evrilmiş durumda. Artık, onlar dahil toplum, muhafazakar ya da fark etmez, hadiseleri artık aynı dille yorumlamaya başladı afetler üzerinden. Tek bir farkla; bu olanların sebebi Siyasal İslamcılara göre Kemalist rejim ve Hizmet, Hizmet Hareketine göre Siyasal İslamcılar ve Kemalist rejim, Kemalist rejime gre ise Siyasal İslamcılar ve Hizmet. Görünen o ki, muhafazakar kesimler, memeleket ekonomisinin batışın sebebini ve daha özelinde afetlerin sebebi olarak gösteriliyorlar şu an seküler kesimce. Artık bu avantajı da kaybettiler. Kılıçdaroğlu Başörtülü Bakan olacak derken, Erdoğan başörtülü bacılarını hapse atarak öyle bir hercü merç yaptı ki toplumsal klişelerde, artık toplumun ameli sekülerleri Siyasal İslamcılar, ameli müslümanları ise Sekülerler oldu. Ayetler bile artık seküler kesimin dudaklarında daha çok zikrediliyor hatırlatılıyor, unutturmak isteyen ise Siyasal İslamcılar. Peki ortada bir samimiyet var mı? İşte görüşüm o ki, ortada artık bir samimiyet de kalmadı. AFET kavramı ve bunun ilahi yönü bile artık siyasetin malzemesi haline geldi. Artık, biryerde bir afet olsa, kimse üzerine alınmayacak. Memleketi yöneten Akp, ve ortada bir afet varsa ki, dine en büyüğü çoktan gelmişti bu afetin, şimdi maddi yaşama geldi bu afet, bunun elbette baş sorumlusu kanaatimce Erdoğan, Siyasal İslamcılar, Akp. Necip Fazılı göklere çıkaranlara, kendi dilleriyle Reis Bey den bir alıntı yapmak istiyorum ve bunu herkesin vicdanında hissetmesi dileğiyle diyorum. “Ben diyorum ki her fert baş ucuna suçlu benim herkes suçsuz levhasını asmalıdır. Ben diyorum ki tek kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir. Daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer ama görüyorum ki anlatamıyorum. Hissediyorum ama anlatamıyorum. Çocuk ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz dedi, ağladıkça anlıyorum, ağladıkça anlıyorum. Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim hemde öylesine kaybettim ki, Amerika’da bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa katil kim, benim diye haykırabilirim. Soğuk kış geceleri köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda gömleğimin yakasında. İsterse çareme adli tıp baksın. Fakat bir hastaneye girsem de kan kanseri çeken hastalar görsem “acaba onları bu hale ben mi getirdim” diye düşünüyorum ben ne yaptım uykuda baygınlıkta hatta annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim, hangi mukaddesi kirlettim ki kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum. Dışımda ne arıyorlar, içime doğru suçluyum ben. Bir de kalkmış belki kendimden birine ondan öbürüne geçer bir merhamet yangını çıkar bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum.” Sevgili hocam, bizim nazarımızda başımıza geleln bu afetin sebep planında failin biliyoruzda, yinede FAZILIN bu satırlarını unutmayalım. Sorum şu; Evet bir afet var, ama soruyorum, bu afet kimin afeti? Kim üzerine alacak bu afet benden olayı oldu diye. Aslında kimden kaynaklandığının bir önemi de yok biliyor musunuz. Buyurun işte Kuran buyurmuş... Enfal suresi 25 meal (ELMALI TEFSİRİ OJİNAL); Ve öyle bir fitneden sakının ki hiç te içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, ve bilin ki Allahın ıkabı şiddetlidir...
    • Emine Kaya
      Yorumunuz bana şu hatıramı hatırlattı. Gercekten kendince dini hassasiyetleri olan,mütedeyyin bir akrabam var. Korona ilk çıktığında , Çin'in Uygur Türklerine uyguladığı soykırımdan dolayı bu belaya düstüklerini vs anlatan paylaşımlar yazıyordu. Ben de dilim döndügünce 'Allahu alem , gercek sebebi biz bilemeyiz vs' tarzinda birseyler demistim. 2 ay sonra Korona Turkiyeye geldi, hala da gitmedi. Ama Turkiye' ye gelen Korona belasinin sebebi niyeyse hic Türk halkı olmadı, yapılan haksızlık hukuksuzluk hırsızlık ahlaki cöküs olmadi...
      • Ahmet
        Çok güzel örneklendirdiniz. Mihenge vuran yok olan hadiseleri. Eğer vursalar, temel sebeplerden biri, "çalıyor ama çalışıyor" deyip hırsıza yol vermeleri olacak, fatura onlara kesilecek. Başkasını suçlamak her zaman daha kolay.
  6. Baha
    Gaflet ne kadar derin ise, sarsıntı da o şiddette olmalı ki uyandırabilsin.. Ya doğal afet Ya iç savaş Ya büyük bi ekonomik kriz