YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Önceki yazıda bir Leica fotoğraf makinesinden geriye kalan negatiflerin oluşturduğu metafora dikkat çekmiş, insanlık suçu işkenceye göz yuman herkesin ve her kurumun hem hukuk hem de tarih önünde hesap vereceklerini yazmıştım.
Mauthausen Fotoğrafçısı Boix’nın negatiflerinden günümüze bakan başka mesajlar da vardı. Örneğin, “gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” bunlardan biridir. Zira ne siyasi iktidarın mağdur kitleye yönelik cadı avını meşrulaştırma amaçlı KHK’ları, ne TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun on binden fazla başvurunun hiçbirisiyle ilgili tek bir başvuruda bulunmamış olması, ne işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik gönülsüz soruşturmalardaki “kameraların o gün çalışmadığı” yazışmaları ne de siyasi iktidarın ‘siz yapın biz yasa çıkartır suç olmaktan çıkartırız’ yaklaşımları kamu görevlilerini kurtaracak. Hukuk devletinin yeniden tesis edildiği gün ve de dokunulmaz sanılanlara dokunulduğunda, “sadece emirlere uymak” kimseyi kurtarmayacak, üstelik “o yüzden bununla yargılanacaklar”.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
El Fotografo de Mauthausen’de geçen diyaloglardan göze çarpan bir tanesi, özürlü babasıyla kampa getirilen ve daha sonra babası infaz için götürülen küçük çocuk Anselmo ile fotoğrafçı Boix arasındakidir. Diyalog şöyledir:
Fotoğrafçı Boix: “Biz burada savaş esiriyiz. Bize ellerini bile sürmezler.”
Çocuk Anselmo: “Babamı aldılar ama…”
Fotoğrafçı Biox: “Siyah kamyonetle mi?”
Siyah kamyonetten sonra çocuğun ve fotoğrafçının suskunluğunun günümüze bakan yönüyle okumasını şöyle yapmak mümkündür: Eğer faşist bir iktidar bir gruba yönelik cadı avı başlatmış ve diğerleri sessiz kalmışsa, iktidar sahipleri önce hukuku ortadan kaldırır, sonra dokunulmaz sanılanlara da dokunur. O gün siyah kamyonete bindirilenlere sessiz kalanlar, daha sonra kendileri binmek zorunda kalır. Bugün siyah transporterlara bindirilen masumlara sessiz kalanlar, ama onlar şucu bucu diyenler, görmemezlikten gelenler, duymazlıktan gelmeyi tercih edenler de unutmasınlar ki bir gün kendileri de siyah bir transportera binmek zorunda kalabilirler.
Bu durumu en iyi anlatan Alman ilahiyatçı ve din adamı Martin Niemöller’in şu alıntısıdır: “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı”.
Niemöller’i alıp götürenler Nazilerdi ve Niemöller 1938 yılından 1945 yılı Mayıs ayına kadar kamplarda diğer mağdurlarla birlikte soykırım şartlarına maruz kalmıştır.
Siyah kamyonet konusunda çocuk Anselmo’nun sessiz kabullenişi karşısında diyecek bir şey bulamayan fotoğrafçı, küçük de olsa bir tavsiyenin yararlı olacağını düşünür ve şöyle der: “Dikkatli olman lazım evlat… Sen kendine iyi bakmazsan başka kimse bakmaz” . Bu söz “Biz savaş esiriyiz. Bize ellerini bile sürmezler” söyleminin üstünü örter. Zira demokrasiye, hukuka, insan haklarına ve adalete ilişkin değerler ortadan kalkarsa cadı avının sahipleri herkese elini sürer, sırayla herkesi siyah bir kamyonete ya da bir transportera bindirip yerinden, yurdundan, ailesinden, değerlerinden, inancından, yaşamından koparır.
Dikkatlerden kaçan bir gerçek var ki, hukuksuzluk çarkı dönmeye başladığında sadece bir kesimi ya da muhalif olanları değil hukuksuzluğu yapanları ve yakın çevresindekileri de ezmeye başlayacaktır.